A'RAF 7:111
الْمَدَائِنِ
l-medāini
şehirlere
|
Dediler ki "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla";
|
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَأَرْسِلْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
Kalu ercih ve ehahü ve ersil fil medaini haşirın
|
A'RAF 7:123
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehirde
|
Firavun "Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz."
|
قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنْتُمْ بِهِ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدِينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَا أَهْلَهَا ۖ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Kale fir’avnü amentüm bihı kable en azene leküm inne haza le mekrum mekertümuhü fil medıneti li tuhricu minha ehleha fe sevfe ta’lemun
|
YASIN 36:20
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
kentin
|
Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi "Ey kavmim, elçilere uyun" dedi.
|
وَجَاءَ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ
Ve cae min aksal medıneti racülüy yes’a kale ya kavmittebiul murseliyn
|
ŞU'ARA 26:36
الْمَدَائِنِ
l-medāini
kentlere
|
Dediler ki "Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder,"
|
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
Kalu ercih ve ehahü veb’as fil medaini haşirın
|
ŞU'ARA 26:53
الْمَدَائِنِ
l-medāini
kentlere
|
Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
|
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
Fe ersele fir’avnü fil medaini haşirın
|
NEML 27:48
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehirde
|
Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı.
|
وَكَانَ فِي الْمَدِينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
Ve kane fil medıneti tis’atü rahtıy yüfsidune fil erdı ve la yuslihun
|
KASAS 28:15
الْمَدِينَةَ
l-medīnete
şehre
|
(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da) "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi.
|
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَىٰ حِينِ غَفْلَةٍ مِنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَٰذَا مِنْ شِيعَتِهِ وَهَٰذَا مِنْ عَدُوِّهِ ۖ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِنْ شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَىٰ فَقَضَىٰ عَلَيْهِ ۖ قَالَ هَٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ ۖ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُبِينٌ
Ve dehalel medınete ala hıyni ğafletim min ehliha fe vecede fıha racüleyni yaktetilani haza min şıatihı ve haza min adüvvih festeğasehüllezı min şıatihı alellezı min adüvvihı fe vekezehu musa fe kada aleyhi kale haza min ameliş şeytan innehu adüvvüm müdıllüm mübın
|
KASAS 28:18
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehirde
|
Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki "Sen açıkça bir azgınsın."
|
فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ ۚ قَالَ لَهُ مُوسَىٰ إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُبِينٌ
Fe asbeha fil medıneti haifey yeterakkabü fe izellezistensarahu bil emsi yestasrihuh kale lehu musa inneke le ğaviyyüm mübın
|
KASAS 28:20
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehrin
|
Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki "Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim."
|
وَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَىٰ قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ
Ve cae racülüm min aksal medıneti yes’a kale ya musa innel melee ye’temirune bike li yaktüluke fahruc innı leke minen nasıhıyn
|
YUSUF 12:30
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehirde
|
Şehirde (birtakım) kadınlar "Aziz (Vezir)’in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz." dedi.
|
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَتُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَنْ نَفْسِهِ ۖ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا ۖ إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Ve kale nisvetün fil medınetimraetül azızi türavidü fetaha an nefsih kad şeğafeha hubba inna leneraha fı dalalim mübın
|
HICR 15:67
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehrin
|
Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.
|
وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ
Ve cae ehlül medıneti yestebşirun
|
KEHF 18:19
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehre
|
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."
|
وَكَذَٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ ۚ قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ ۖ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۚ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هَٰذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنْظُرْ أَيُّهَا أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا
Ve kezalike beasnahüm li yetesaelu beynehüm kale kailüm minhüm kem lebistüm kalu lebisna yevmen ev ba’da yevm kalu rabbüküm a’lemü bi ma lebistüm feb’asu ehadeküm bi verikılüm hazihı ilel medıneti fel yenzur eyyüha ezka taamen fel ye’tiküm bi rizkım minhü vel yetelattaf ve la yüş’ıranne biküm ehada
|
KEHF 18:82
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehirde
|
"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu."
|
وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ ۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ۚ ذَٰلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا
Ve emmel cidaru fe kane li ğulameyni yetımeyni fil medineti ve kane tahtehu kenzül lehüma ve kane ebuhüma saliha fe erade rabbüke ey yeblüğa eşüddehüma ve yestahrica kenzehüma rahmetem mir rabbik ve ma fealtühu an emrı zalike te’vılü ma lem testı’ aleyhi sabra
|
AHZAB 33:60
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
şehirde
|
Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kışkırtıcılık yapan (yalan haber yayan)lar (bu tutumlarına) bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir süre) komşu kalabilirler.
|
لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَدِينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ فِيهَا إِلَّا قَلِيلًا
Le il lem yentehil münafikune vellezıne fı kulubihim meraduv vel mürcifune fil medıneti le nuğriyenneke bihim sümme la yücaviruneke fıha illa kalila
|
MUNAFIKUN 63:8
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
Medine’ye
|
Derler ki, "Andolsun, Medine’ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resûlü’nün ve mü’minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.
|
يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ ۚ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَٰكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Yekulune lein reca’na ilelmediyneti leyuhricennel’e’azzu minhel’ezelle ve lillahil’ızzetu ve liresulihi ve lilmu’miniyne ve lakinnelmunafikıyne la ya’lemune.
|
TEVBE 9:101
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
Medine
|
Çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar vardır ve Medine halkından da nifakı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, Biz onları biliriz. Biz onları iki kere azaplandıracağız, sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler.
|
وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ ۖ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ ۖ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْ ۖ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ ۚ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَىٰ عَذَابٍ عَظِيمٍ
Ve mimmen havleküm minel a’rabi münafikun ve min ehlil medıneti meradu alen nifakı la ta’lemühüm nahnü na’lemühüm se nüazzibühüm merrateyni sümme yüraddune ila azabin azıym
|
TEVBE 9:120
الْمَدِينَةِ
l-medīneti
Medine
|
Medine halkına ve çevresindeki bedevilere, Allah’ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, ’dayanılmaz bir açlık’ (çekmeleri), kafirleri ’kin ve öfkeyle ayaklandıracak’ bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.
|
مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ أَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللَّهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِأَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِهِ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ لَا يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَطَئُونَ مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا إِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
Ma kane li ehlil medıneti ve men havlehüm minel a’rabi ey yetehallefu ar rasulillahi ve la yerğabu bi enfüsihim an nefsih zalike bi ennehüm la yüsıybühüm zameüv ve la nesabü v ve la mahmesatün fı sebılillahi ve la yetaune mevtıey yeğıyzul küffara ve la yenalune min adüvvin neylen illa kütibe lehüm bihı amelün salıh innellahe la yüdıy’u ecral muhsinın
|