Hasan Basri Çantay 

1. Elif, lâm, mîm, raa. Bunlar kitabın (Kur’anın) âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen (bu Kur’an) hakdır. Fakat insanların çoğu inanmazlar.

2. Allah Odur ki gökleri (şu) görmekde olduğunuz (şekilde) direksiz yükseltmişdir, sonra (emri) arş üzerinde hükümran olmuşdur, güneşi, ayı da teshir etmişdir ki (bunların) her biri muayyen vakta kadar (seyr ve) cereyan eder. Her işi yerli yerinde O tedbîr (ve idare) eder, âyetleri O açıklar. Tâki Rabbinize kavuşacağınızı iyice bilesiniz.

3. O, yeri (enine boyuna) uzatıb döşeyen, onda oturaklı oturaklı dağlar ve ırmaklar meydana getirendir ve O, meyvelerin hepsinden, yine kendilerinin içinde, ikişer çift yaratmışdır. Geceyi gündüze O buruyor ki bütün bunlarda iyi düşünecekler için elbette âyetler (deliller, ibretler) vardır.

4. Arzda birbirine komşu kıt’alar vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki hepsi bir su ile sulanıyor. (Böyle iken) biz onlardan ba’zısını, yemişlerinde (ve tadlarında), ba’zısından üstün kılıyoruz, İşte bunlarda da aklını kullanacak zümreler için elbet âyetler vardır.

5. Eğer (kâfirlerin seni yalana çıkardıklarına) şaşıyorsan asıl şaşılacak olan onların «Biz toprak oldukdan sonra mı ve yeniden mi muhakkak yaratılacağız?» demeleridir,İşte bunlar Rablerini tanımayanlardır, işte boyunlarında lâleler bulunanlar bunlar ve işte içinde müebbed kalacakları ateşin yârânı da yine bunlar, bunlardır.

6. (Müşrikler) senden iyilikden önce çarçabuk kötülük isterler. Halbuki onlardan evvel nice ukuubet misâlleri gelib geçmişdir. Hakıykat, Rabbin, zulümlerine rağmen, insanlar için mağfiret saahibidir. (Bununla beraber) Rabbinin ıkaabı da cidden çetindir.

7. O küfredenler «Ona Rabbinden bir mu’cize indirilmeli değil miydi?» der (ler). Sen (Habîbim) ancak bir münzirsin (eğri yolun encamını insanlara haber verensin), her kavmin de bir hidâyet rehberisin.

8. Allah, her dişinin neye gebe olacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi artık yapacağını bilir. Onun nezdinde her şey ölçü iledir.

9. O, görünmeyeni de, görüneni de bilendir, çok büyükdür, her şeyden yücedir O.

10. Sizden sözünü kim gizledi, kim onu açıkladı, gece (karanlığında) gizlenen, gündüz yoluna giden kimdir (Onun ilminde) birdir.

11. Onun (ve her insanın) önünde, arkasında kendisini Allahın emriyle gözetleyecek ta’kibci (melek) ler vardır. Bir kavm, özlerindeki (güzel hal ve ahlâk) ı değişdirip bozuncaya kadar Allah şübhesiz ki onun (haalini) değişdirib bozmaz. Allah bir kavmin de fenalığını (azabını) diledi mi artık onun reddine hiç bir (çâre) yokdur Onlar için Ondan (Allahdan) başka bir velî (ve yardım eden) de yokdur.

12. O, size korku ve ümîd salarak şimşeği gösteren, (yağmurla ağırlaşmış) yüklü bulutları peyda edendir.

13. Gök gürültüsü Onu (ya’ni Allâhı) hamd ile, melekler de Ondan korkusuna tesbîh eder (ler). O, yıldırımlar gönderib onunla kimi dilerse çarpar, öldürür. Halbuki onlar Allah hakkında mücâdele edib duruyorlardır. O, kudret ve azabından çetindir.

14. Hak (olan) da’vet (ve düâ) ancak Onadır. Onu bırakıb çağırdıkları (düâ etdikleri putlar) ise kendilerine hiç bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan (adam) gibidir ki o, buna asla ulaşıcı değildir. Kâfirlerin düâsı sapıklık içinde kalmakdan başka (bir mahiyyetde) değildir.

15. Göklerde ve yerde kim varsa onlar da, gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allaha secde eder.

16. De ki (Habîbim) «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir»?. De «Allahdır». Söyle «O halde Onu bırakıb da kendilerine bile ne bir fâide, ne bir zarar yapmıya mâlik olmayan bir takım velîler (ma’budlar) mı edindiniz»? Söyle «Gözü görmeyenlerle gören bir olur mu? Yahud karanlıklarla nur bir olur mu»? Yoksa Allaha Onun yaratdığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki «Allah her şey’i yaratandır. O, birdir. Kâinatın yegâne haakim ve saahibidir».

17. O, gökden bir su indirmişdir de vadiler kendi mıkdarlarınca sel olmuşdur. Sel de yüze çıkan bir köpük yüklenib götürmüşdür. Bir zînet veya bir meta ara (yıp yap) mak için ateşde üzerine (körükleyib) yakdıkları şeylerden (ma’denlerden) de bunun gibi bir köpük (posa hasıl olur). İşte Allah, hak ile baatılı böyle çarpışdırır. Amma köpük atılır gider. İnsanlara fâide verecek olan şey’e (asla, cevhere) gelince İşte bu, yer yüzünde kalır. Allah böylece misâller irâd eder.

18. Rableri (nin tâati) ne icabet edenlere (o icabetin) daha güzeli vardır. Ona icabet etmeyenler (e gelince) yeryüzünde bulunan şeylerin tamâmı, bir misli de beraber (olarak) kendisinin olsa, onu (kurtuluşu uğrunda) muhakkak feda ederdi. İşte onlar! Hesabın kötüsü onlar içindir. Barınakları da cehennemdir. O, ne fena yatakdır!..

19. Öyle ya, Rabbinden sana indirilenin ancak hak (ve gerçek) olduğunu bilir kimse, o a’maa olan kişi gibi midir? Ancak selîm akılların saahibleridir ki iyice düşünür (idrâk eder).

20. Onlar ki Allahın ahdini yerine getirirler, mîsâkı bozmazlar,

21. Onlar ki Allahın ulaşdırılmasını (idâme ve riaayet edilmesini) emretdiği şey’i ulaşdırırlar (ona riaayet ederler). Rablerinden korkarlar, (bilhassa) kötü hesâbdan endîşe ederler.

22. Onlar ki (sırf) Rablerinin rızaasını isteyerek (her zorluğa) katlanırlar, namazı dos doğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıkdan gizli ve aşikâr (hayır yoluna) harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar, işte onlar, onlar için bu dâr (-i dünyân) ın (iyi) bir sonucu vardır.

23. (Ki o sonuç) Adn cennetleridir. Onlar — atalarından, zevcelerinden, zürriyyetlerinden salâh erbabı olanlar da beraber olmak üzere — oralara girecekler, melekler de her bir kapıdan onların yanına sokulacaklar (ve şöyle diyeceklerdir)

24. «Sabretdiğiniz şeylere mukaabil sizlere selâm (ve selâmet). Dâr (-i dünyân) ın en güzel sonucudur bu»!

25. Allaha verdikleri sözü kuvvetli te’mînat ile de destekledikden sonra bozanlar, Allahın bitişdirilmesini (idâmesini) emretdiği şey’i (raabıtayı) kıranlar, yer yüzünü fesada verenler (yok mu?), işte onlar, lâ’net onlara, yurdun kötüsü (olan cehennem) de onlara.

26. Allah kimi dilerse onun rızkını genişletir, daraltır. Onlar (ehl-i Mekke) dünyâ hayatiyle böbürlendiler. Halbuki dünyâ hayaatı âhiret yanında (geçici ve değersiz) bir metâ’dan başka (bir şey) değildir.

27. O küfredenler «Ona (peygambere) Rabbinden bir (azâb) mu’cize (si) indirilmeli değil miydi»? derler. De ki «Şübhesiz Allah kimi dilerse onu dalâlete götürür, gönlünü kendine çevirdiklerini ise doğru yola iletir».

28. Bunlar; îman edenlerdir, Allahın zikriyle gönülleri (vicdanları) huzuur-u sükûne kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah ile oturaklaşır (olgunlaşır).

29. Îman edib de güzel işler (hareketler ve ibâdetler) yapanlar Ne mutlu onlara! (Nihayet) dönüb gidilecek güzel yurd da (onların).

30. (Senden önce nasıl peygamberler gönderdiysek) öylece seni de, kendilerinden evvel nice ümmetler gelib geçmiş olan, bir ümmete — sana vahyetdiğimiz (Kur’ân-ı kerîm) i onlara okuman için — gönderdik. Onlar Rahmaanı tanımazlar. Sen, de ki «O, benim Rabbimdir». Ondan başka hiç bir Tanrı yokdur. Ben ancak Ona dayanıb güvendim. En son dönüşüm de yalınız Onadır».

31. Bir Kur’an ki eğer onunla dağlar (yerlerinden koparılıb) yürütülseydi veya onunla yer parça parça edilseydi, yahud onunla ölüler konuşdurulsaydı (İşte o, ancak bu kitâb-ı kerîm olurdu). Fakat bütün emir (ve kudret-i mutlaka) yalınız Allahındır. îman edenler haalâ şu hakikati bilmediler mi ki Allah dileseydi elbette insanların hepsine birden hidâyet ederdi. O kâfirler (e gelince) Allahın va’di (erişinceye) kadar kendi sun (-u taksıyrleri, küfürleri, kötü amel) leri yüzünden ya ansızın başlarına büyük belâ çatıb duracak, yahud (o belâ) yurdlarının yakınına konacakdır. Şübhesiz ki Allah va’dinden dönmez.

32. Andolsun ki (Habîbim) senden evvelki peygamberlerle de istihza edilmişdir de ben o küfredenler (e bir zaman) için meydan vermişimdir. Sonra ise onları yakalayıverdim. Bu, benim nasıl (ve ne müdhiş) bir ıkaabımdr!

33. Her nefsin (hayır ve şer) bütün kazandığına naazır olan (zât-i ecell-ü a’lâ böyle olmayan gibi midir?) Onlar Allaha ortaklar tanıdılar. De ki «Bunlara ad takın (necidir, ne iş yaparlar bunlar?). Yoksa siz yer yüzünde ona (Allaha) bilmeyeceği bir şey’i mi haber veriyorsunuz? Yahud (gelişi güzel) sözün dış yüzü ile mi (kendinizi aldatıyorsunuz?) Hayır, o kâfirlere (mü’minlerin aleyhindeki) tuzakları süslü (ve hoş) göründü ve onlar doğru yoldan alıkonuldular. Allah kimi şaşırırsa artık onun için hiçbir hidâyet veren yokdur.

34. (Bu) dünyâ hayaatında onların hakkı azâbdır. Âhiret azabı ise daha zorludur. Onlar için Allahdan (Allahın azabından kurtaracak) hiç bir koruyucu da yokdur.

35. Takvaa saahiblerine va’d edilen cennetin sıfatı (şudur) Altından ırmaklar akar onun. Yemişleri ve gölgeleri dâimdir. İşte (fenâlıkdan) sakınanların (mes’ud) aakıbeti! Kâfirlerin sonucu ise ateşdir.

36. Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler sana indirilen (bu Kur’an) ile sevinirler. Fakat (peygamberlerin aleyhinde birleşen) güruh içinde onun bir kısmını inkâr eden kimseler de vardır. De ki «Ben ancak Allaha kulluk edib Ona ortak koşmamamla emrolundum. Ben ancak Ona düâ ederim. Dönüşüm de yalınız Onadır.»

37. İşte biz onu (Kur’ânı) böyle Arabca bir hikmet olarak indirdik. Andolsun ki sana (vahy ile) gelen (bu) ilimden sonra onların hevâ (ve heves) lerine uyarsan Allahdan senin için ne bir yardımcı vardır, ne de bir koruyucu.

38. Andolsun ki biz senden önce de peygamberler göndermişiz, onlara da zevceler ve evlâdlar vermişizdir. Allahın izni olmadıkça her hangi bir âyeti (bir mu’cizeyi) getirmek hiçbir peygamberin haddi değildir. Her zamanın (kulların maslahatlarına göre) yazılmış hükmü vardır.

39. Allah ne dilerse (onu yapar. Ba’zısını) mahveder, (vücuda getirmez, ba’zısını da) vücûda getirir. Ana kitab Onun nezdindedir.

40. Bizim onlara (onların başına gelib çatacağına) söz verdiğimiz (azâb) ın bir kısmını sana göstersek de, yahud seni (ondan evvel) öldürsek de ancak sana düşen (vazîfe, risâletini) tebliğ etmekdir. Hesâb (ları, cezaları) da yalınız bize âiddir.

41. (Hem onlar gözleriyle de) görmediler mi ki biz (kudretimizle) arza (kâfirlerin diyarına) geliyor, onu etrafından eksiltib duruyoruz. Allah hükmeder. Onun hükmü ardına düş (üb de red ed) ebilecek de yokdur. O, hesabı pek çabuk görendir.

42. Onlardan evvelki (ümmet) ler de (peygamberlerine) tuzaklar kurmuşdu. Fakat binnetîce bütün tuzaklar (ın cezası) Allaha âiddir. Herkesin ne kazanacağını O bilir. Dünyânın sonu kimindir, yakında kâfirler bilecekdir.

43. O küfredenler şöyle der «Sen (Hak tarafından) gönderilmiş bir peygamber değilsin». De ki «Benim aramla sizin aranızda (hakikî) şâhid olarak Allah yeter ve (bunu) nezdinde kitab ilmi bulunanlar dahi (bilirler).