Ömer Nasuhi Bilmen 

1. Elif, Lâm, Mîm, Râ, işte bunlar Kur’an’ın âyetleridir ve sana Rabbinden indirilmiş olan haktır. Velâkin nâsın çokları imân etmezler.

2. Allah, o zâtı-ı akdestir ki, gökleri görüyorsunuz, direksiz olarak yükseltmiştir. Sonra arş üzerine istivada bulunmuştur ve güneşi de, kameri de musahhar kılmıştır ki, herbiri bir malum vakit için cereyan eder. (O Hâlık-i Kerîm) Her işi tedbir eder, âyetleri mufassalan beyan buyurur. Tâ ki Rabbinize kavuşacağınızı yakînen bilesiniz.

3. Ve O, o (Hâlık-i Kâdirdir) ki, yeryüzünü uzatmıştır ve onda sabit dağlar ve ırmaklar yaratmıştır ve onda meyvelerin hepsinden ikişer çift yetiştirmiştir. Geceyi gündüze bürüyor. Şüphe yok ki, bunda tefekkür eder bir kavim için elbette ibretler vardır.

4. Ve yeryüzünde birbirine yakın kıt’alar vardır ve üzüm bağları vardır ve ekinler ve asılları muhtelif ve gayr-ı muhtelif hurmalıklar vardır ki, hepsi de bir su ile sulanır ve bazılarını bazıları üzerine yenmesi hususunda üstün kılıyoruz. Muhakkak ki bunda âkilâne düşünen bir kavim için deliller vardır.

5. Eğer taaccüb edecek isen işte asıl teaccüb edilecek şey, onların «Biz toprak kesildikten sonra mı mutlaka yeniden yaratılacağız?» demeleridir. Onlar o kimselerdir ki, Rablerini inkâr etmişlerdir ve boyunlarında demir zincirler bulunan da onlardır ve onlar ateşin yârânıdırlar, onlar orada müebbeden kalacak kimselerdir.

6. Ve senden güzellikten evvel kötülüğü çarçabuk isterler. Ve halbuki onlardan evvel onların emsaline ait ukûbetler gelip geçmiştir. Ve şüphe yok ki, Rabbin nâs için zulmlerine karşı elbetteki yine çok mağfiret sahibidir. Ve yine şüphesiz ki Rabbin azabı da pek şiddetlidir.

7. Ve o kâfir olanlar der ki Onun üzerine Rabbinden alâmet indirilmiş olmalı değil mi? Sen ancak bir korkutucusun ve her kavim için bir rehber-i hidâyet vardır.

8. Allah Teâlâ her dişinin neyi yükleneceğini ve döl yataklarının neyi eksiltir ve neyi artırır olacağını bilir ve her şey O’nun yanında bir miktar iledir.

9. O (Hâlık-ı Zîşan) gizliyi de ve açıkta olanı da bilicidir. Pek büyüktür, her şeyden üstündür.

10. Sizden sözünü gizleyen ve sözünü açıklayan ve geceleyin saklanan ile gündüzün meydana çıkan kimse (Cenâb-ı Hak’ka göre) müsavîdir.

11. Onun için önünden ve arkasından takibeden (melekler) vardır ki, onu Allah’ın emriyle muhafaza ederler ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ, herhangi bir kavimdeki hali değiştirmez, onlar kendi nefislerindekini değiştirmedikçe. Ve Allah Teâlâ bir millete bir fenalık murad edince de artık onu geri bırakacak yoktur. Ve onlar için O’ndan başka bir yardımcı da yoktur.

12. O, o (Hâlık-ı Azîm) dir ki, size korku ve ümit için şimşeği gösterir ve ağır ağır bulutları yaratır.

13. Ve gök gürlemesi O’na hamd ile, melekler de O’nun korkusundan tesbihte bulunurlar. Ve yıldırımları gönderir, onları dilediğine hemen isabet ettirir. Böyle iken o kâfirler Allah hakkında mücadelede bulunurlar. Halbuki, O’nun kuvveti pek şiddetlidir.

14. Hak olan davet, Allah içindir. Ve o kimseler ki, Allah’tan başkalarına duada bulunurlar, kendileri için hiçbir şey ile icabet etmezler. Ancak ağzına erişsin diye suya karşı iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki, o su ona ulaşıcı değildir. Kâfirlerin duaları ise ancak bir sapıklık içindedir.

15. Ve göklerde ve yerde kim var ise ve gölgeleri sabah ve akşam vakitleri ister istemez Allah Teâlâ’ya secde eder.

16. De ki «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki «Allah’tır.» De ki «Artık O’ndan başka velîler mi edindiniz ki, kendi nefisleri için bile ne bir menfaate ve ne de bir mazarrata mâlik olamazlar.» De ki «Hiç kör ile gören müsavî olur mu? Veya zulmetler ile nûr müsavî olur mu?» Yoksa Allah’a öyle ortaklar mı kıldılar ki, onlar da Allah’ın yarattığı gibi yarattılar da artık onlara bir yaratma benzeyişi mi oldu? De ki «Her şeyin yaratıcısı Allah Teâlâ’dır. Ve O, birdir, kahredicidir.»

17. Gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarlarınca sel olup cereyana başladı. Sel de hemen kendi üzerine yükselen bir köpüğü yüklendi ve bir ziynet veya bir meta yapmak talebiyle üzerlerine körükledikleri madenlerden de onun gibi bir köpük meydana gelir. İşte Allah Teâlâ hak ile bâtılı böyle temsil buyurur. İmdi o köpük müzmahil olarak gidiverir, nâsa fâide veren şey ise artık yerde sabit olarak kalır. İşte Allah Teâlâ böylece misaller irad buyurur.

18. Rablerine (Cenâb-ı Hakk’ın davetine) icabet edenler için bir güzellik vardır. O’na icabet etmemiş olanlar içinde yeryüzünde olan şeyleri hepsi ve bir misli de beraber olacak olsa idi elbette kendilerini azaptan kurtarmak için hepsini feda ederlerdi. İşte onlar ki, hesabın en kötüsü kendileri içindir ve onların dönüp girecekleri yer cehennemdir. Ve o ne fena yataktır!

19. Ya o kimse ki, sana Rabbinden indirilmiş olanın şüphesiz hak olduğunu bilir, o âmâ olan kimse gibi midir? Ancak akıl sahipleri idrak ederler.

20. Onlar ki, Allah Teâlâ’nın ahdini yerine getirirler ve misakı bozmazlar.

21. Onlar ki, Allah Teâlâ’nın bitiştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler ve Rablerinden haşyette bulunurlar ve fena hesaptan korkarlar.

22. Ve onlar ki, Rablerinin rızasını isteyerek sabretmişlerdir ve namazı doğruca kılmışlardır ve kendilerine merzûk ettiğimiz şeylerden gizlice ve âşikâre olarak infakta bulunmuşlardır ve kötülüğü iyilik ile def’ederler, işte onlar için bu dünyada iyi bir akıbet vardır.

23. Adn cennetleri vardır ki onlara gireceklerdir ve babalarından ve zevcelerinden ve zürriyetlerinden salah-ı hâlde bulunmuş olanlar da beraber melekler de onların üzerine her kapıdan giriverirler.

24. (Derler ki) sabrettiğinizden dolayı üzerinize selâm olsun. Artık ne güzel yurdun akıbeti.

25. Ve o kimseler ki, Allah’ın ahdini takviye ettikten sonra bozarlar ve Allah’ın bitiştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte lânet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.

26. Allah Teâlâ dilediğine rızkını genişletir ve darlatır. Ve onlar dünya hayatı ile sevindiler. Halbuki, dünya hayatı ahiret yanında bir metadan başka değildir.

27. Ve kâfir olanlar derler ki «Ona Rabbinden bir âyet indirilmiş olmalı değil mi idi?» De ki «Muhakkak Allah Teâlâ dilediğini sapıklığa düşürür ve Hakk’a yöneleni de kendisine hidâyet eder.»

28. (Onlar) O zâtlardır ki, Allah’ın zikriyle kalpleri mutmain olduğu halde imân etmişlerdir. Haberiniz olsun ki, Allah’ın zikriyle kalpler mutmain olur.

29. O kimseler ki, imân ettiler ve sâlih sâlih amellerde bulundular, fevz-ü necât onlara, dönüp gidilecek güzel bir yurd da onlara.

30. İşte seni öylece bir ümmet içinde gönderdik ki, onlardan evvel de nice ümmetler gelip geçmişlerdi. Sana vahyettiğimizi onlara tilâvet edesin (diye) ve onlar Rahmân’ı inkâr ederler. De ki «O benim Rabbimdir, O’ndan başka ilâh yoktur, ancak O’na tevekkül ettim ve son dönüş de ancak O’nadır.»

31. Ve eğer bir Kur’an ki, onunla dağlar yürütülmüş veya onunla yer parçalanmış veya onunla ölüler söyletilmiş olsa idi işte bu Kur’an ile olmuş olurdu. Fakat bütün emir Allah’ındır. İmân edenler anlamadılar mı ki, Allah Teâlâ dileyecek olsa idi elbette bütün insanları hidâyete erdirirdi. Kâfirlere gelince onlara kendi kötü amelleri sebebiyle bir felaket isabet edip duracaktır. Veya Allah’ın vaadi gelinceye değin o felaket yurtlarının yakınında hulûl edecektir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ verdiği söze muhalefet etmez.

32. Andolsun ki, senden evvelki peygamberler ile istihzâda bulunulmuştu. Ben kâfir olanlara bir mühlet verdim, sonra onları yakaladım. Artık azap nasıl oldu!

33. Herbir nefsin kazanmış olduğu ile üzerine nazır olanı mı? (Öyle bir Hâlık-i Alîm’i mi inkâr ediyorlar?) Ve Allah için ortaklar edindiler. De ki «Adlarını söyleyiniz! Yoksa O’na, o Hâlık-ı Kainat’a yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber vereceksiniz. Yoksa sözün zahiri ile mi kendinizi aldatıyorsunuz?» Belki kâfir olanlara kendi desiseleri süslenilmiş oldu ve doğru yoldan alıkonuldular ve her kimi ki, Allah Teâlâ sapıttırırsa artık onun için bir rehber-i hidâyet yoktur.

34. Onlar için dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise elbette daha meşakkatlidir ve onlar için Allah’tan hiçbir koruyucu da yoktur.

35. Muttakîlere vaadolunmuş olan cennetin vasfı, onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri daimidir. İşte o, (cennet) ittikada bulunanların akıbetidir. Ve kâfirlerin akıbeti de ateştir.

36. Ve kendilerine kitap vermiş olduklarımız, sana indirilmiş olan ile sevinirler ve muhtelif tâifelerden öylesi de vardır ki, (o indirilmiş olanın) bazısını inkar ederler. De ki «Ben ancak emrolundum ki, Allah’a ibadet edeyim ve O’na şerik koşmayayım. O’na dâvet ederim ve dönüşüm O’nadır.»

37. Ve işte Biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik ve andolsun ki, eğer sana gelen ilmden sonra onların hevâlarına uyacak olursan senin için Allah’tan ne bir yardımcı vardır, ne de bir koruyucu.

38. Andolsun ki senden evvel de peygamberler gönderdik, onlara da zevceler ve zürriyet verdik ve Allah’ın izni olmadıkça hiçbir peygamber için bir âyet getirmek kabil değildir. Ve bir müddet için bir yazılış vardır.

39. Allah Teâlâ dilediğini mahveder ve isbat buyurur ve ana kitap O’nun nezdindedir.

40. Ve eğer onlara vaadettiğimizin bazısını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de, sana ait olan ancak tebliğdir. Bize ait olan da hesaptır.

41. Görmüyorlar mı ki, muhakkak Biz (kudretimizle) yeryüzünde teveccüh ediyor, onu etrafından eksiltiyoruz ve Allah Teâlâ hükmeder. O’nun hükmünü reddedecek yoktur ve o hesabı pek sür’atle görücüdür.

42. Ve muhakkak ki, onlardan evvelkiler de desîselerde bulundular. Fakat bütün desîselerin (cezasını vermek) Allah’a aitir. Her kimsenin ne kazanacağını bilir. Ve o kâfirler de ileride bileceklerdir ki, bu yurdun akıbeti kimindir.

43. Ve kâfir olanlar der ki «Sen gönderilmiş bir peygamber değilsin.» De ki «Benim aramla sizin aranızda şahit olarak Allah Teâlâ ve kendisinde kitaba bilgi bulunan (kimseler) kifâyet eder.»