Hasan Basri Çantay 

1. Göklerde ne var, yerde ne varsa kendisinin olan Allaha hamdolsun. Âhiretde de hamd Onundur. O, yegâne hukûm ve hikmet saahibidir, (her şeyden de) hakkıyle haberdârdır.

2. Yere ne giriyor, oradan ne çıkıyor, gökden ne iniyor, oraya ne yükselib çıkıyorsa bilir O. O, çok esirgeyici, çok yarlığayıcıdır.

3. Küfredenler «O saat bize gelmeyecek» dedi (ler). Sen de ki (Habîbim) «Hayır, ğaybı bilen Rabbim hakkıyçün o, size mutlakaa gelecekdir. Ne göklerde, ne yerde bir zerre mıkdârı Ondan (Onun ilminden) kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük (hiçbir şey) müstesna olmamak üzere (hepsi) muhakkak apaçık bir kitabda (yazılıdır).

4. (Kıyametin gelib çatmasının hikmeti de şudur) «Çünkü (Allah) îman edib de güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanları mükâfatlandıracakdır. Bunlar (yok mu?) mağfiret de, şerefli rızık da onlarındır.

5. Birbiriyle yarış edercesine âyetlerimizin içinde koşanlar (a gelince.) İşte onlar, için de pek çetin ve kötü bir azâb vardır.

6. Kendilerine ilim verilenler ise Rabbinden sana indirilen (Kur’an) in hakıykatın ta kendisi olduğunu bilir (ler) ve (onlar) her hamde lâyık olan Ğaalib-i mutlakın (ya’ni Allahın) yolunu gösterir (ler).

7. O küfredenler (birbirine şöyle) dedi (ler) «Siz didik didik parçalanıb dağıldığınız vakit her halde ve muhakkak tekrar yeni bir yaratılışda (bulunacağınızı) size (ehemmiyyetle) haber vermekde olan bir adam gösterelim mi size»?

8. O, Allaha karşı yalan yere iftira mı etdi? Yoksa onda bir delilik mi var? Hayır, âhirete inanmamakda olanlar (orada) azâbda, (dünyâda da hakdan) uzak (bir) sapıklık içindedirler.

9. Gökden ve yerden önlerinde ne var, arkalarında ne var, bakmadılar mı? Eğer biz dilersek onları yere geçiririz, yahud gökden üstlerine parçalar düşürürüz. Şübhe yok ki bunda Rabbine dönen her kul için elbet bir ibret vardır.

10. Andolsun ki biz Dâvuuda bizden bir imtiyaz verdik. «Ey dağlar, onunla birlikde tesbîh edin» (dedik), kuşlara da (bunu emretdik). Ona demiri de (mum gibi) yumuşatdık.

11. «(Bütün bedeni örtecek) uzun zırhlar yap, (onları) dokumada intizaamı gözet» diye (buyurduk). «(Ey Dâvuud haanedânı) iyi amel (ve hareketler) de bulunun. Çünkü hakıykat ben, ne yaparsanız tastamam görenim».

12. Süleymana da rüzgârı (müsahhar kıldık) ki sabahı bir ay (lık yol), akşamı bir ay (lık yol) du. Erimiş bakır ma’denini ona sel gibi, akıtdık. Önünde, Rabbinin izniyle, iş gören ba’zı cinler de vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıb saparsa ona çılgın azâbdan tatdırırdık.

13. O, kafalardan, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit kazanlardan ne dilerse kendisine yaparlardı. Ey Dâvud haanedânı, siz (Allaha) şükr için çalışın. Kullarımdan (hakkıyle) şükreden azdır.

14. Sonra biz ona ölüm hükmünü infaz edince (dayandığı) asaasını yemekde olan ağaç kurdundan başka bir şey bunun ölümünü onlara göstermedi. Bu suretle yere kapanıb yıkıldığı zaman besbelli oldu ki eğer cinler ğaybı bilmiş olsalardı öyle horlayıcı bir azâb içinde kalıb durmazlardı.

15. Andolsun ki «Sebe’» (kavmini) n sakin olduğu yerde (de) bir ibret vardı. (Her ev) sağdan, soldan iki (şer) cennet (bağçe ile muhacir idi). (Onlara) «Rabbinizin rızkından yeyin, Ona şükredin. Çok güzel (temiz) bir belde. Rab (şükredenleri) cidden yarlığayıcıdır» (denilmişdi).

16. Fakat onlar (bu nimetin şükründen) yüz çevirdiler. Biz de onlara Arim selini gönderdik. (O) ikişer cennetlerinin yerinde de ekşi yemişli, acı ılgınlı ve az bir şey de Arabistan kirazından (olmak üzere haraab) iki (şer) bostan peyda etdik.

17. İşte biz onları böyle nankörlük etdikleri için cezalandırdık. Biz nankör olandan başkasını cezalandırır mıyız?

18. Onlar (ın yurdu) ile (feyz ve) bereket verdiğimiz memleketler arasında sırt sırta nice kasabalar yapmışdık. Oralarda seyr (ve sefer etmelerini) takdîr etmiş, (kendilerine) «Gecelerce ve gündüzlerce oralarda korkusuz gezin, dolaşın» (demişdik).

19. Onlar ise (buna karşı). «Ey Rabbimiz, seferlerimizin arasını uzaklaşdır» demişler, kendilerine yazık etmişlerdi. İşte biz de onları masallara çeviriverdik. Onları darma dağınık etdik. Şübhesiz ki bunda çok sabır (ve) çok şükreden herkes için elbette ibretler vardır.

20. Andolsun, İblîs onlar aleyhindeki zarınını gerçekleşdirmişdi de, îman edenlerden bir zümre haaric olmak üzere, (tamamen) ona uymuşlardı.

21. Halbuki onun bunlar üzerinde (önceden) hiçbir nüfuzu yokdu. Ancak biz âhirete îman eden kimse ile ondan şübhede bulunan kişiyi ayırd etmek için (buna meydan vermişdik). Senin Rabbin her şey’in üstünde gerçek bir nigehbandır.

22. (Habîbim onlara) de ki «Allâhı bırakıb da (Onun ortağı olduklarını) kupkuru iddia etdiklerinize (istediğiniz kadar) yalvarın, onların ne göklerde, ne yerde (hayır ve serden) bir zerre mıkdârına bile gücleri yetmez. Onların, buralarda hiçbir ortaklığı olmadığı gibi Onun (Allahın) da bunlardan bir yardımcısı yokdur.

23. Onun nezdinde, (âhiretde) kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fâide etmez. Nihayet (ona izin çıkıb da) kalblerinden korku giderildiği zaman (birbirine) «Rabbiniz ne buyurdu»? derler, (şefaat edecekler de) «Hakkı (söyledi)» derler. O, çok yüce, çok büyükdür.

24. (Habîbim) de ki «Göklerden, yerden sizi rızıklandıran kim»? De ki «Allahdır. Her halde ya biz, ya siz mutlak bir hidâyet üzerindeyiz. Yahud apaçık bir sapıklıkda».

25. De ki «Bizim işlediğimiz günâhdan siz mes’ûl olmazsınız. Sizin yapmakda olduklarınızdan da biz mes’ûl olmayız».

26. De ki «Rabbimiz (kıyamet günü) hepimizi bir araya toplayacak, sonra beynimizde hak ile hükmedecekdir. O, (her şey’i) kemâliyle bilen en büyük haakimdir».

27. De ki «Ona (ibâdetde) kardığınız ortakları bana gösterin. Haaşâ (böyle bir şey yokdur). Bil’akis (hakıykat şudur ki emrinde) mutlak gaalib, (tedbîrinde yegâne) hikmet saahibi olan ancak Allahdır.

28. (Habîbim) seni (rahmetimizin) müjdeci (si, azabımızın) haberci (si ve) bütün insanların peygamberi olmakdan başka (bir sıfatla) göndermedik. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.

29. Onlar «Eğer (sözünüzde) gerçek söyleyenlerseniz bu va’d (in tehakkuku) ne zaman»? derler.

30. De ki «Size va’d olunan, öyle bir gündür ki siz ondan bir saat geri de kalamazsınız, (onun) berisine de geçemezsiniz».

31. O küfredenler. «Biz ne bu Kur’ana, ne de ondan öncekilere asla inanmayız» dedi (ler). O zaalimler Rablerinin dîvânında mevkuf dururlarken, sözü (kabahati) birbirine evirib çevirir (lerken, içlerinden) zâif sayılanlar o büyüklük taslayanlara «Siz olmasaydınız muhakkak ki biz mü’minler (den) olmuşduk» derler (ken) sen bir görmelisin!

32. Büyüklük taslayanlar zâif sayılanlara «Size hidâyet geldikden sonra, biz mi sizi ondan çevirdik? Hayır, siz kendiniz suçlu idiniz» der (ler).

33. Zâif tanıtanlar da o büyüklük taslayanlara «Hayır, derler, gece gündüz (işiniz) hıylekârlıkdı. Çünkü siz bize Allaha küfretmemizi, Ona benzerler (ortaklar) tanımamızı emrediyordunuz». Bunlar azâbı görünce (hepsi) peşîmanlıklarını (derdlerini) içlerine atarlar. Biz de o küfredenlerin boyunlarına (ateş) tomrukları (nı) takarız. Yapmakda olduklarının başkasıyle mi cezalandırılacaklardı ya?

34. Biz hiçbir memlekete gelecek tehlikeleri haber verici bir peygamber göndermedik, ille oranın refah erbabı «Biz, sizin gönderdiğiniz şeylere küfr edicileriz» dediler.

35. Ve «Biz, dediler, mallarca da, evlâdca da daha çoğuz. Biz azâb edileceklerden değiliz».

36. De ki «Şübhesiz Rabbim kimi dilerse onun rızkını genişletir, (kimi de dilerse onunkini) daraltır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler».

37. Sizi bizim huzuurumuza yaklaşdıracak olan ne mallarınız, ne evlâdlarınız değildir. Ancak îman edib de iyi amel (ve hareket) de bulunanlar müstesna. Çünkü onlar, onlar için yapdıklarına mukabil katkat mükâfat vardır ve onlar emîn (ve mutmain) en yüksek makamlarda dirler.

38. Birbiriyle yarışırcasına âyetlerimizin içinde koşanlar (yok mu?) onlar da azabın içerisine ihzaaren getirilenlerdir.

39. De ki «Hakıykaten Rabbim, kullarından kimi dilerse onun rızkını genişletir, (kimi de dilerse) onunkini kısar. (Hayır için) ne harcarsanız O, bunun ardından (daha iyisini) lütfeder. O, rızıklandıranların hayırlısıdır.

40. Hatırla o günü ki (Allah) onların hepsini mahşerde toplayacak, sonra meleklere «Bunlar mı size tapıyorlardı»? diyecek.

41. (Melekler de) «Seni (ortakdan) tenzîh ederiz. Bizim yârimiz onlar değil, Sensin. Belki onlar cinlere tapıyorlardı ve çoğu onlara îman edicilerdi» diyecekler.

42. İşte bu gün birbirinize ne bir fâide, ne de bir zarar yapmıya gücünüz yetmez. O zaalimlere biz «Tekzîb edegeldiğiniz ateşin azabını tadın» diyeceğiz.

43. Onlara karşı açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki «Bu, atalarınızın tapmakda devam etdikleri (putlardan) sizi mütemâdiyen vaz geçirmek isteyen bir adamdan başkası değildir» ve dediler «Bu (Kur’an) düzülüb uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değildir». Hakka küfreden onlar, (bu hak) kendilerine gelince de (şunu) söylediler) «Bu, apâşikâr büyüden başka bir şey değildir».

44. Halbuki biz onlara öyle ders alacakları kitablar vermediğimiz gibi onlara senden evvel azâb ile korkutucu bir (peygamber) de göndermedik.

45. Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) tekzîb etdi (ler) Halbuki bunlar öbürlerine verdiklerimizin onda birine ermemişlerdir. (Böyle iken) öbürleri peygamberlerimizi tekzîb etmişlerdi. (Bak) beni inkâr (edişin akıbeti) nice oldu!

46. (Habîbim) de ki «Ben size sırf Allah için ikişer, ikişer, teker teker (karşımda) durmanız, sonra arkadaşınızda hiçbir mecnunluk olmadığını iyi düşün (üb bil) menizi va’z ederim. O, çetin bir azâb (gelib çatmaz) dan evvel (bunu) size haber veren (bir peygamber) den başkası değildir».

47. De ki «Benim sizden (inzâr ve teblîğımdan dolayı) istediğim her hangi bir ücret (varsa) o, sizin olsun! Benim mükâfatım Allahdan başkasına âid değil. O her şey’e hakkıyle şâhiddir».

48. De ki «Benim Rabbim hiç şübhesiz hakkı (yerine) koyar. (O), ğaybları kemâliyle bilendir».

49. De ki «Hak geldi. Baatıl ne ibtidâen, ne de iâdeten (hiçbir şey yaratmıya) kaadir olamaz».

50. De ki «Eğer ben (hakdan) sapmışsam bu sapışım (ın günâhı) nefsime âiddir. Doğru yolu bulmuşsam bu da Rabbimin bana vahyetmekde olduğu (Kur’an ve hikmet) sayesindedir. Şübhesiz O, en yakın (tek) işidendir».

51. Onları can baş kaygısına düşdükleri vakıf görmelisin. Artık kaçacak yerleri de yokdur. Yakın bir mahalde yakalanmışlar,

52. «Ona îman etdik» demişlerdir. Fakat onlar için (dünyâye) uzak (kalmış) bir yerden (tevbeye) el sunmak nerede?.

53. Halbuki daha evvel ona küfretmişlerdi. Uzak bir yerden gaybe atıb tutuyorlardı.

54. (Artık) kendileriyle arzu edegeldikleri şeylerin arasına bir sed çekilmişdir, bundan evvel benzerlerine de yapıldığı gibi. Çünkü hepsi de (insanları) kötü zanna düşüren bir şübhe içinde idiler.