Süleyman Ateş 

1. Elif lâm râ. (Bu,) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp o güçlü ve övgüye lâyık olan(Allâh)ın yoluna iletmen için sana indirdiğimiz Kitaptır.

2. O Allâh ki, göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Çetin azâbdan dolayı vay şu kâfirlerin haline!

3. Ki onlar, dünyâ hayâtını âhirete tercih ederler, Allâh’ın yoluna engel olur ve onun eğrilmesini isterler. İşte onlar,derin bir sapıklık içindedirler.

4. Biz, her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. Allâh dilediğini şaşırtır, dilediğini yola iletir. O, azizdir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

5. Andolsun biz, Mûsâ’yı da "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allâh’ın günlerini (geçmiş milletlerin başlarına gelen olayları) hatırlat!" diye âyetlerimizle birlikte göndermiştik. Şüphesiz bunda sabreden, şükreden herkes için âyetler (ibret verici işâretler) vardır.

6. Mûsâ, kavmine demişti ki "Allâh’ın üzerinizdeki ni’metini hatırlayın, O sizi Fir’avn soyundan kurtardı. Onlar sizi işkencenin en kötüsüne koşuyorlar, oğullarınızı kesiyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı."

7. Ve Rabbiniz size şöyle bildirmişti "Andolsun şükrederseniz elbette size daha fazla veririm ve eğer nankörlük ederseniz azâbım pek çetindir."

8. Ve Mûsâ dedi ki "Siz ve yeryüzünde bulunanlar hep nankörlük etseniz, iyi bilin ki Allâh zengindir, övülmüştür (sizin şükrünüze muhtaç değildir)".

9. Sizden öncekilerin Nûh, ’Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin -ki onları(n sayısını) Allah’tan başka kimse bilmez- haberi size gelmedi mi? Elçileri onlara kanıtlar getirdi de onlar, ellerini ağızlarına koydu (öfkelerinden parmaklarını ısırdı)lar (yahut peygamberlerin ağızlarını tuttular) "Biz sizinle gönderilen mesajı tanımadık ve biz sizin bizi çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz!" dediler.

10. Elçileri "Gökleri ve yeri yaratan Allâh hakkında şüphe (edilir) mi? (O), sizin günâhlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi belirtilmiş bir süreye kadar ertelemek için sizi davet ediyor" dediler. Onlar "Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Bizi, atalarımızın taptığından çevirmek istiyorsunuz. O halde bize açık bir delil getirin!" dediler.

11. Elçileri onlara dediler ki "Evet biz de sizin gibi insandan başka bir şey değiliz. Fakat Allâh, kullarından dilediğine lutfeder. Allâh’ın izni olmadan biz size delil getiremeyiz. İnananlar, Allah’a dayansınlar."

12. "Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah’a dayanmayalım? Sizin bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler, Allah’a dayansınlar."

13. İnkâr edenler, elçilerine dediler ki "Ya sizi mutlaka yurdumuzdan çıkarırız, ya da bizim dinimize dönersiniz!" Rableri de onlara şöyle vahyetti, "zâlimleri mutlaka helâk edeceğiz!"

14. "Ve onların ardından sizi o yere yerleştireceğiz. Bu, makâmımdan korkan ve tehdidimden korkan için(verdiğim söz)dür."

15. (Elçiler, düşmanlarına karşı Allah’tan) fetih istediler ve her inatçı zorba perişan oldu.

16. Ardından da kendisine irin (gibi) bir suyun içirileceği cehennem vardır.

17. O suyu yutmağa çalışır, fakat boğazından geçiremez ve her yandan ona ölüm geldiği halde yine ölemez. Bunun ardından da kaba bir azâb!

18. Rablerine karşı nankörlük edenlerin iyi işleri, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi ele geçiremezler. İşte derin sapıklık budur!

19. Allâh’ın, gökleri ve yeri hak(ve hikmet) ile yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi götürür ve yepyeni bir halk getirir.

20. Bu, Allah’a güç değildir.

21. Hepsi Allâh’ın huzûrunda göründüler. Zayıflar, büyüklük taslayan(önder)ler(in)e "Biz size tâbi idik. Şimdi siz, bizden Allâh’ın azâbından (en ufak) bir şey savabilir misiniz?" dediler. (Büyüklük taslayanlar kendilerini ma’zur göstermek için "Ne yapalım?") dediler "Allâh bize yol gösterseydi, biz de size yol gösterirdik. Artık biz sızlansak da, sabretsek de birdir; kaçıp sığınacak bir yerimiz yoktur!"

22. İş bitirildikten sonra şeytân (onlara) şöyle dedi "Allâh size gerçek va’detti, ben de size va’dettim ama ben sözümden caydım! Benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Sadece sizi (küfür ve isyâna) davet ettim. Siz de benim da’vetime koştunuz. O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Ben, önceden beni (Allah’a) ortak koşmanızı da tanımamıştım zaten. Doğrusu zâlimler için acı bir azâb vardır!"

23. İnanıp iyi işler yapanlar da Rablerinin izniyle sürekli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokuldular. Onların orada dirlik temennileri "selâm"dır.

24. Görmedin mi Allâh nasıl bir benzetme yaptı Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.

25. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allâh, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.

26. Kötü sözün durumu da gövdesi yerin üstünden koparılmış, sâbit olmayan kötü bir ağaca benzer.

27. Allâh, inananları, dünyâ hayâtında da, âhirette de sağlam sözle tesbit eder. Allâh, zâlimleri de şaşırtır ve Allâh, dilediğini yapar.

28. Baksana şunlara, Allâh’ın ni’metini nankörlüğe çevirdiler (O’nun verdiği ni’mete şükredecekleri yerde nankörlük edip inkâra saptılar), kavimlerini de helâk yurduna kondurdular.

29. Yaslanacakları cehenneme (götürdüler). Ne kötü bir duraktır o!

30. Allâh’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koştular. De ki "(Şimdilik) eğlenin, gideceğiniz yer ateştir!"

31. İnanan kullarıma söyle Namazı kılsınlar, ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarfetsinler.

32. Allâh O’dur ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten su indirdi ve onunla size rızık olarak çeşitli meyvalar çıkardı. Buyruğuyla denizde akıp gitmesi için gemileri emrinize verdi, ırmakları emrinize verdi.

33. Sürekli olarak (seyir ve aydınlatma) görevlerini yapan güneşi ve ay’ı emrinize verdi, geceyi ve gündüzü de emrinize verdi.

34. Ve kendisinden istediğiniz herşeyden size bir parça verdi. Eğer Allâh’ın ni’metini saymak isteseniz sayamazsınız! (Doğrusu) insan çok haksızlık edendir, çok nankördür!

35. Bir zaman İbrâhim, şöyle demişti "Rabbim, bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!"

36. "Rabbim, onlar insanlardan birçoğunu şaşırttılar. Artık bundan böyle kim bana uyarsa o bendendir, kim bana karşı gelirse (o da senin merhametine kalmıştır), şüphesiz sen bağışlayan, esirgeyensin."

37. "Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, senin Harâm Evinin yanında, ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanlardan birtakım gönüllüleri, onları sever yap ve onları çeşitli meyvalarla besle ki şükretsinler."

38. "Rabbimiz, sen bizim gizlediğimizi ve açığa vurduğumuzu hep bilirsin. Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz."

39. "İhtiyarlık çağımda bana İsmâ’il ve İshak’ı lutfeden Allah’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim du’âyı işiten(kabul buyuran)dır."

40. "Rabbim, beni ve zürriyetimden bir kısmını namazı kılan yap; Rabbimiz, du’âmı kabul buyur!"

41. "Rabbimiz, hesabın görüleceği gün, beni, anamı babamı ve mü’minleri bağışla!"

42. Zâlimlerin yaptığından Allâh’ı gâfil sanma, O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne ertelemektedir.

43. (O gün) başlarını dikerek koşarlar, bakışları kendilerine dönmez, (öyle donup kalmıştır sanki). Yüreklerinin içi de bomboş havadır. (Şaşkınlıktan, kafalarında düşünce adına bir şey kalmamıştır).

44. İnsanları, kendilerine azâbın geleceği şu güne karşı uyar ki, zâlimler "Rabbimiz, derler, bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin çağrına gelelim, elçilere uyalım!" "Peki, önceden sizin için hiç zeval olmadığına (sürekli yaşayacağınıza) yemin etmemiş miydiniz?"

45. (Sizden önce ’Âd ve Semûd gibi) kendilerine yazık eden milletlerin yerlerinde oturmuştunuz, onlara nasıl yaptığımız, size belli olmuştu ve size benzetmeler de yapıp anlatmıştık (değil mi?)"

46. Onlar tuzaklarını kurdular. Oysa tuzakları dağları yerinden kaldıracak (cinsten) olsa bile onların tuzakları, Allâh’ın yanındaydı (Allâh onların tuzaklarını bozar, cezâlarını verirdi).

47. Sakın, Allâh’ı, elçilerine verdiği sözden cayar, sanma! Çünkü Allâh dâimâ üstündür, öç alandır!

48. O gün yer başka yere, gökler de (başka göklere) değiştirilir. (Bütün) insanlar tek ve kahredici Allâh’ın huzûrunda görünürler.

49. Ve o gün suçluları, birbirine (veya elleri ayaklarına) yaklaştırılarak zincirlere vurulmuş görürsün!

50. Gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplamaktadır.

51. Allâh, her canı kazandığiyle cezâlandırmak için (böyle yapar). Şüphesiz Allâh, hesabı çabuk görendir.

52. Bu (Kur’ân), insanlara bir tebliğdir. (İnsanlar), bununla uyarılsınlar; O’nun yalnız Tek tanrı olduğunu bilsinler ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar diye (gönderilmiştir).