İskender Ali Mihr 

1. Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşıp teslim olmayı dileyenler)! (Yaptığınız) akidleri yerine getirin. Ve, ihramda iken av’ı (avlanmayı) helâl saymamakla beraber size okunacak olanların dışında kalan, dört ayaklı hayvanlar sizin için helâl kılınmıştır. Muhakkak ki Allah dilediği şeye hükmeder.

2. Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşıp teslim olmayı dileyenler)! Allah’ın (koyduğu) şeriat hükümlerine, Haram ay’a, (hediye olarak Kâbe’ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı) kurbanlık develere, Rabb’lerinden bir fazl ve (O’nun) rızasını isteyerek, Beyt-el Haram’a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin.Ve, ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il Haram’dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. Birr ve takvâ üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.

3. Ölmüş hayvan, kan, domuz eti ve Allah’dan başkasının adına boğazlanan (kesilen), boğularak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak veya boynuzlanarak ölen ve de yırtıcı hayvan tarafından parçalanıp yenen hayvan (ölmeden kesilmesi hariç) ve putlar adına boğazlanan hayvanlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bunlar fısktır. Bugün kâfirler sizi dininizden döndüremedikleri için yeise kapıldılar. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum. Artık kim açlık tehlikesiyle, günaha meyl etmeksizin zarurette (yemek zorunda) kalırsa, muhakkak ki Allah gafûrdur, rahîmdir.

4. Sana kendileri için nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki; "Sizin için temiz ve iyi şeyler helâl kılındı. Allah’ın size öğrettiğinionlara öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını artık yiyin ve üzerine de Allah’ın adını anın. Ve Allah’a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah hesabı çabuk görendir.

5. Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Ve kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Ve mü’minlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın namuslu bir biçimde mehirlerini verdiğiniz taktirde, sizlere helâldir. Ve kim imânı inkâr ederse artık onun ameli boşa gitmiştir. Ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.

6. Ey âmenû olanlar (Allah’a yaşarken ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinize ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınıza meshedin ve ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cünüp iseniz o taktirde iyice yıkanıp temizlenin (boy abdesti alın). Eğer hasta veya yolcu iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş (temas etmiş) ise, eğer su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa teyemmüm edin. Ve de ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh edin, (sürün). Allah size güçlük çıkarmak istemez, sizi temizlemek ve sizin üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki böylece siz şükredersiniz.

7. Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve "İşittik ve itaat ettik" dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakınıhatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

8. Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah için kavvâmîn olun (hakkı ayakta tutun)! Adâletli şâhidler olun! Ve bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın! O Takvâya en yakın olandır. Allah’a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.

9. Allah, âmenû olup, ıslah edici ameller (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi)yapanlara vaad etti, onlar için mağfiret ve "Ecrun Âzim (en büyük mükâfat)" vardır.

10. Ve inkar edip âyetlerimizi yalanlayanlar,işte onlar alevli ateş (cehennem) halkıdır.

11. Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın; bir kavim size ellerini uzatmaya kalktığı zaman (Allah) onların ellerini sizden çekmişti. Ve Allah’a karşı takvâ sahibi olun (Ruhunuzu, vechinizi (fizik vücudunuzu) ve nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim edin)! Mü’minler artık Allah’a tevekkül etsinler (güvensinler).

12. Ve andolsun ki Allah, İsrailoğullarından misâk almıştı. Ve onlardan on iki nâzır görevlendirdik. Ve Allâhu Teâla "Eğer namazı mutlaka ikâme ederseniz, zekât verirseniz ve Resûl’lerime iman edip onlara yardım ederseniz ve Allah’a (Allah için) güzel bir borç verirseniz, muhakkak ki ben sizinle beraberim ve de mutlaka sizin günahlarınızı örterim ve sizi, mutlaka altından ırmaklar akan cennetlere koyarım." dedi. Artık, bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka sevvâ edilmiş (Allah’a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş ) yoldan sapmış olur.

13. Misaklarını bozmaları sebebiyle biz de onları lânetledik, kalplerini de (kapkaranlık) yaptık. Onlar, kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (değiştirirler). Nasihat olundukları şeylerden nasiplerini almayı unuttular. Onlardan pek azı hariç, devamlı onların hâinliklerine maruz kalırsın.Yine de onları affet ve hoşgör.Muhakkak ki Allah muhsinleri sever.

14. Ve muhakkak ki biz "nasârâyız" diyenlerden mîsâklarını aldık, gene de uyarıldıkları hususlardan (kendilerine hatırlatılan şeyden) bir pay almayı (nasiplerini) unuttular.Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık, kin ve nefret saldık. Allah yakında, onlara yapmış olduklarını haber verecek.

15. Ey kitap ehli! (Kitap sahipleri), Kitap’tan çoğunu gizlemiş olduğunuz ve çoğundan vazgeçtiğiniz şeyleri, size beyan eden bir Resûl’ümüz gelmiştir. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.

16. Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm’e hidâyet eder (ulaştırır).

17. Andolsun ki " Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih’tir." diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; "Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, Allah’dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter? " Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah (c.c.), herşeye kaadirdir.

18. Ve, Yahudiler ve Hristiyanlar; "Biz Allah’ın oğulları ve O’nun sevdikleriyiz." dediler. De ki; "O halde niçin Allah size günahlarınızdan dolayı azap ediyor?" Hayır, siz O’nun yarattıklarından bir beşersiniz (insansınız), O, dilediğini mağfiret eder, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin mülkü Allah’ındır. Ve varış O’nadır (ulaşılacak makam O’nun Zat’ıdır).

19. Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl’ümüz (elçimiz) gelmişti. "Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi" dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kadîrdir.

20. Ve Hz. Musâ kavmine şöyle demişti; "Ey kavmim! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, içinizden peygamberler kıldığını ve sizi hükümdarlar yaptığını ve, âlemlerden hiç birine vermediği şeyi size verdiğini hatırlayın!

21. Ey kavmim! Allah’ın sizin için farz kıldığı kutsal yere girin ve (düşmandan kaçıp) arkanıza dönmeyin.İşte o zaman hüsrana uğrayanların haline dönersiniz.

22. Dediler ki, "Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir kavim var. Muhakkak ki biz, onlar oradan çıkıncaya kadar asla oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, o zaman elbette biz oraya gireriz."

23. Allah’ın kendilerine nimet verdiği, korkanların arasından iki adam şöyle dedi; "Onların üzerlerine kapıdan girin, böylece oradan (kapıdan) girdiğiniz zaman muhakkak ki siz gâlip gelirsiniz. Eğer mü’minseniz, artık Allah’a tevekkül edin (Allah’a güvenin)."

24. (Onlar); "Ey Mûsâ, muhakkak ki biz onlar orada olduğu sürece ebediyen, asla oraya girmeyiz. Artık Sen ve Rabbin gidin, böylece ikiniz savaşın, biz mutlaka burada otururuz" dediler.

25. (Hz. Mûsa) Dedi ki; "Ey Rabb’im! Muhakkak ki ben, kendimden ve kardeşimden başkasına sahip değilim. Artık fâsık kavimle bizim aramızı ayır."

26. Allah (cc.) buyurdu ki; "Artık muhakkak ki orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır (yasaklanmıştır). Onlar yeryüzünde şaşkın dolaşacaklar. Sen artık fâsık kavim için üzülme!"

27. Ve onlara Adem’in iki oğlunun haberini (kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, Allah’a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, (Kurban) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. (Kurbanı kabul edilmeyen) "Seni mutlaka öldüreceğim" dedi. O da, "Allah sadece takvâ sahiplerinden kabul eder." dedi.

28. Gerçekten, eğer sen, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.

29. Gerçekten ben, benim günahım ile kendi günahını yüklenmeni, böylece ateş halkından olmanı dilerim.Ve zâlimlerin cezası, işte budur.

30. Bunun üzerine nefsi, onu, kardeşini öldürmeye kandırdı (kolay ve zevkli gösterdi). Böylece onu öldürdü, sonra hüsrana uğrayanlardan oldu.

31. Sonra, Allah, ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, bu karga gibi olup böylece kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi oldum?" dedi Sonra da pişman olanlardan oldu.

32. İşte bundan dolayı (Tevrat’ta) İsrailoğullarına şöyle yazdık; Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse, muhakkakki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur. Ve andolsun ki Resûl’lerimiz onlara apaçık deliller ile geldi. Sonra da, şüphesiz onlardan birçoğu,bundan sonra gerçekten yeryüzünde aşırı giden müsrifler oldular.

33. Allah ve O’nun Resûlu ile harp edenlerin ve yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rezilliğidir. Ve ahirette ise, onlara "büyük azap" vardır.

34. Onları sizin (yenerek) ele geçirmenizden önce tövbe edenler hariç. Artık Allah’ın Gafûr (mağfiret eden) olduğunu, Rahîm (rahmet nuru gönderen) olduğunu biliniz!

35. Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

36. Muhakkak ki o kâfir olanlar, eğer yeryüzünde olanların hepsi, ve onunla birlikte bir misli daha onların olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onları fedâ edecek olsalar (fidye olarak verseler), onlardan kabul edilmez. Ve onlar için "acı azap" vardır.

37. Ateşten çıkmak isterler ve onlar oradan çıkacak değillerdir. Ve, onlar için "daimi azap" vardır.

38. Ve, hırsızlık yapan erkek ve kadının yaptıklarına karşılık olmak üzere, Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Ve Allah Azîz’dir, Hakîm ’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).

39. Artık kim, yaptığı zulümden sonra tövbe ederse ve ıslah olursa, o taktirde, muhakkak ki Allah onun tövbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah, Gafûr’dur, Rahîm’dir.

40. Göklerin ve yerin mülkünün Allah’ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder ve dilediğini mağfiret eder. Ve Allah herşeye kadirdir.

41. Ey Resûl! Ağızlarıyla iman ettik deyip, kalpleri iman etmeyenlerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Ve yahudilerden dinleyenlerin bir kısmı, sana gelmeyen başka bir kavme yalan söylemek için dinleyenlerdir. Kelimeleri sonradan yerlerinden kaydırıp, değiştirirler ve "Eğer size bu verilirse o zaman onu alın, eğer (böyle) verilmezse o taktirde kaçının." derler. Ve Allâh, kimin fitne içinde kalmasını dilerse, artık sen, onun için Allâh’tan birşeye asla mani olacak değilsin. İşte onlar öyle kimselerdir ki Allâh, onların kalplerini temizlemeyi dilemez. Onlar için, dünyada bir rezillik vardır, ahirette de onlara "büyük azap" vardır.

42. Yalan söylemek için dinleyenler, çok haram yiyenler, sonra da (Tevrat’ın hükmüne razı olmayıp) eğer sana gelirlerse, o taktirde onların arasında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Ve eğer, onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla (hiç) birşeyle zarar veremezler. Ve şayet, aralarında hükmedecek olursan, o taktirde adalet ile hükmet. Muhakkak ki Allâh muksıtîn (âdil) olanları sever.

43. Ve içinde Allâh’ın hükümleri bulunan Tevrat onların yanında iken,seni nasıl hakem yapıyorlar. Sonra da bundan (verdiğin hükümden) dönüyorlar. Ve işte onlar mümin değillerdir.

44. Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik, onda hidâyet ve nur vardır. Kendileri (Hakk’a) teslim olmuş peygamberler, yahudilere, onunla hükmeder. Rabbaniler (kendilerini Rabb’lerine adamış olanlar) ve Ahbar olanlar da (zahidler, yahudi âlimler, hahamlar) Allâh’ın Kitab’ından korumakla görevli oldukları ile hüküm verirler ve onlar, onun üzerine şahidler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Ben’den korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfirlerdir.

45. Onun içinde (Tevrat’ta) onlara, cana can ile, göze göz ile, buruna burun ile, kulağa kulak ile, dişe diş ile ve yaralamalara karşı kısas olduğunu yazıp farz kıldık. Kim onu bağışlar da (kısas hakkından vazgeçerse) artık o kendisi için (günahlarına) kefâret olur. Ve kim, Allâh’ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zâlimlerdir.

46. Onların izleri üzerine, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Hz. Meryem’in oğlu İsâ’yı gönderdik. Ve ona, içinde bir hidâyet ve bir nur olan, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve müttekîler (takvâ sahipleri) için, hidâyete erdirici ve vaaz edici (öğüt verici) olan İncil’i verdik.

47. Ve İncil sahipleri, Allâh’ın onda (İncil’de) indirdiği (ahkâm) ile hükmetsinler. Ve kim, Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar fâsıklardır.

48. Ve, (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab’ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk’tan gelenden ayrılıp da onların hevalarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri,size haber verecek.

49. Ve, onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların hevâlarına uyma. Allah’ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından seni fitneye düşürmelerinden sakın. Bundan sonra eğer (Hakk’tan) yüz çevirirlerse, o taktirde bil ki artık Allah, bazı günahları sebebiyle, onları bir musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu gerçekten fâsıklardır.

50. Onlar hâlâ cahiliyyet devrine ait hükmü mü istiyorlar? Ve yakîn sahibi olan bir kavim için, Allâh’tan daha güzel kim hüküm verir.

51. Ey amenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Yahudî ve Hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirinin dostlarıdır. Ve sizden kim onlara dönerse (onları dost edinirse) artık o, mutlaka onlardandır. Muhakkak ki Allah, zâlimler kavmini hidayete erdirmez.

52. Böylece, kalplerinde maraz (hastalık) bulunanların (yahudi ve hristiyanları dost edinip), "olaylar (tersine) dönerse, bize bir musibet isabet etmesinden korkuyoruz." diyerek onların aralarında koşuştuklarını görürsün. Oysa ki Allâh’ın katından bir fetih veya bir emir getirmesi umulur ki, böylece onlar da kendi içlerinde gizledikleri şeye pişman olurlar.

53. Ve amenû olanlar (Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler); "Kendilerinin mutlaka sizinle beraber olduğuna, Allâh’a kasem ederek var güçleriyle yemin edenler bunlar mı?" derler. Onların amelleri boşa gitti, böylece hüsrana uğrayan kimseler oldular.

54. Ey âmenû olanlar (Allâh’a ulaşmayi dileyenler) ! Sizden kim dininden dönerse, o zaman Allâh onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allâh) onları sever ve onlar da O’nu (Allâh’ı) severler. Mü’minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). Allâh’ın yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar.İşte bu, Allâh’ın fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip)verir. Allâh Vâsi’dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir).

55. Sizin velîniz (dostunuz) sadece Allâh ve O’nun Resûlü ve amenû olup namazı kılan, zekatı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir.

56. Ve, Allâh’a ve O’nun Resûlüne ve âmenû olanlara dönen kimseler, artık muhakkak ki Allâh’ın taraftarlarıdır, onlar gâlip olanlardır.

57. Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayi dileyenler)! Sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olanlardan, dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve de kâfirleri velîler (dostlar) edinmeyin. Ve eğer mü’minlerseniz, Allah’a karşı takva sahibi olun.

58. Ve namaza çağırdığınız (ezan okuduğunuz) zaman, onu oyun ve alay konusu edindiler. Bu, onların akıl etmeyen (aklını kullanmayan) bir kavim olmaları sebebiyledir.

59. Onlara şöyle söyle "Ey Kitap ehli! Bizi, sadece Allâh’a, bize indirilene ve daha önce indirilene iman etmemizden dolayı mı çekemiyorsunuz? Ve muhakkak ki sizin çoğunuz fâsıklarsınız."

60. De ki; "Bundan daha şerli olup, Allâh’ın katında kesinleşmiş olan cezayı, size haber vereyim mi? Onlar, Allâh’ın lanetlediği ve gadap duyduğu ve onlardan maymunlar, domuzlar yaptığı ve tâguta kul ettiği kimselerdir. İşte onlar, mekânı en kötü olanlar ve sevvâ edilmiş yoldan en çok sapanlardır.

61. Ve (onlar) size geldikleri zaman "İman ettik." dediler. Oysa onlar, küfürle girip, küfürle çıkmışlardır. Ve Allâh, onların gizlediklerini çok iyi bilir.

62. Ve onlardan bir çoğunun günahda, düşmanlıkta ve haram yemekte birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları şey ne kötü.

63. Rabbanîler ve Hahamlar onları günah olan sözlerinden ve haram yemekten men etmeli değiller miydi? Yaptıkları şey ne kötü.

64. Yahudî’ler "Allâh’ın eli bağlıdır (Allâh cimridir)" dediler. Onların elleri bağlandı.Ve bu sözlerinden dolayı lânetlendiler. Hayır, bilâkis! O’nun iki eli de açıktır. Nasıl isterse öyle infak eder (verir). Ve Rabb’inden sana indirilen şey (ilahî buyruklar), mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Ve biz onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin ilka ettik (ulaştırdık). Her ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa, Allâh onu söndürdü.Ve onlar yeryüzünde fesat çıkarmak için çalışırlar. Ve de Allâh , fesat çıkaranları (bozgunculuk yapanları) sevmez.

65. Eğer Kitap Ehli, âmenû olup (Allah’a ulaşmayı dileyip), takvâ sahibi olsalardı, elbette onların günahlarını örterdik ve onları mutlaka Naîm cennetlerine koyardık.

66. Ve eğer Kitap Ehli, Tevrat ve İncil’i ve Rabb’lerinden kendilerine indirileni, gereği gibi uygulasalardı (yerine getirselerdi),mutlaka onlar, hem üstlerinden hem de ayaklarının altından (nice nimetler) yerlerdi. Onlardan bir kısmı (evliyalık mertebesine ulaşmış, henüz daimi zikre ulaşmamış) muktesid olan bir ümmettir. Ve (fakat) onlardan bir çoğunun yaptıkları şey ne kötü.

67. Ey Resûl! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et (duyur). Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O’nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve Allâh seni insanlardan korur. Muhakkak ki Allâh, kâfirler kavmini hidâyete erdirmez.

68. De ki; "Ey Ehli Kitap! Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabb’iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz birşey (bir din) üzerinde değilsiniz. Ve sana Rabb’inden indirilen, mutlaka onların bir çoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık senkâfirler topluluğuna üzülme.

69. Muhakkak ki, âmenû olanlar (Allâh’a ulaşmayı dileyenler), ve Yahudiler, Sâbiiler ve Nasrânilerden (Hristiyanlardan) kim Allâh’a ve âhir güne iman eder ve nefsini ıslah edici ameller (nefs tezkiyesi ) yaparsa onlara artık korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.

70. Andolsun ki Biz, İsrailoğulları’ndan mîsak aldık ve onlara resûller gönderdik. Onlara her resûl gelişinde,nefislerinin hevâlarına uymadığından dolayı, bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürdüler.

71. Ve, yaptıklarının bir fitne olmayacağını sandılar böylece kör ve sağır (hakkı görmez ve işitmez) oldular. Sonra, Allâh onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan bir çoğu kör ve sağır oldular. Ve Allâh, onların yaptıklarını en iyi görendir.

72. Andolsun ki; "Muhakkak ki Allah, O, Meryem oğlu Mesih’tir." diyenler kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih (Hz. İsa, onlara) şöyle demişti; "Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allâh’a kul olun. Muhakkak ki, kim Allâh’a şirk (eş, ortak) koşarsa, o taktirde Allâh ona cenneti haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir. Ve zâlimler için bir yardımcı yoktur."

73. Andolsun ki, "Allâh üçün, üçüncüsüdür (üç ilâh’tan biridir)." diyenler kâfir olmuşlardır. Ve tek bir ilâhdan başka bir ilâh yoktur.Ve eğer bu söyledikleri sözlerden vazgeçmezlerse, onlardan (bu sözlerinde ısrar edip) kâfir olanlara, mutlaka "elîm azap" dokunacaktır.

74. Hâlâ, Allâh’a tövbe edip, O’ndan mağfiret dilemiyorlar mı? Ve Allâh Gafûr’dur, Rahîm’dir.

75. Meryem oğlu Mesih (Hz. İsa) sadece bir Resûldür. Ondan önce de resûller (elçiler) gelip geçmiştir.Ve onun annesi sıddîktır (çok doğru ve iffetlidir). İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetleri nasıl açıklayıp beyan ediyoruz. Sonra da bak, nasıl (Allâh’dan) döndürülüyorlar.

76. De ki; "Allâh’tan başka, size zarar ve fayda (yarar) vermeye gücü yetmeyen (malik olmayan) şeylere mi kul oluyorsunuz?" Ve Allâh, O, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

77. De ki; "Ey Kitap Ehli! Dininizde haksız yere (taşkınlık yapıp) haddi aşmayın. Ve daha önce dalâlete düşmüş ve birçoklarını da dalâlete düşürmüş ve de sevvâ edilmiş yoldan sapmış olan bir kavmin hevâlarına uymayın.

78. İsrailoğulları’ndan inkâr edenler, Hz. Dâvut (a.s) ve Meryem oğlu Îsâ’nın diliyle lânetlendiler. Bu, onların isyan etmeleri, taşkınlık yapıp haddi aşmaları sebebiyledir.

79. Yaptıkları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye (mani olmaya) çalışmıyorlardı. Yaptıkları şey ne kötü...

80. Onlardan bir çoğunun kâfirlere döndüğünü (dost olduğunu) görürsün. Nefislerinin, onlar için takdim ettiği ise "Allâh’ın onlara öfkelenmesi" ki ne kötü şey. Ve onlar azâb içinde devamlı kalacak olanlardır.

81. Ve eğer Allâh’a ve Nebî’ye (Peygamber’e) ve ona indirilene iman etselerdi, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsıklardır.

82. Âmenû olanlara karşı, insanlardan en şiddetli düşman olarak mutlaka Yahudileri ve (Allâh’a) şirk koşanları (müşrikleri) bulursun. Dostluk bakımından âmenû olanlara en yakın olarak da "muhakkak ki biz nasrâniyiz." diyenleri bulursun. Bu, onların arasında keşişler ve ruhbanların bulunması ve onların kibirlenmemesi (büyüklenmemesi) sebebiyledir.

83. Ve Resûl’e indirileni (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, Hakk’tan olan şeylere ârif olduklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. "Rabb’imiz, biz imân ettik (âmenu olduk), artık bizi şâhidlerle beraber yaz..." derler.

84. Ve, Rabb’imizin bizi, sâlihler kavmi ile beraber (cennete) dahil etmesini isterken, niçin biz, Allâh’a ve Hak’tan bize gelene (Kur’ân’a ve Resûl’e) iman etmeyelim?"

85. Böylece onlara, söylediklerinden dolayı Allâh, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde devamlı kalacakları cennetler ihsan etti. Ve işte bu, muhsinlerin mükâfatıdır.

86. Ve, kâfirler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar, Ashâb-ı Cahîmdir (cehennem ehlidir).

87. Ey âmenû olanlar! Allâh’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin. Aşırı gitmeyin. Muhakkak ki Allâh haddi aşanları sevmez.

88. Allâh’ın size verdiği temiz, helâl rızıklardan yiyin ve kendisine iman ettiğiniz Allâh’a karşı takvâ sahibi olun.

89. Allâh sizi, yeminlerinizdeki boş sözlerden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat, akid yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Artık onun kefâreti (cezası), ev halkınıza yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu yedirmeniz veya onları giydirmeniz ya da bir köle azad etmenizdir. Fakat kim bunları bulamazsa, o taktirde üç gün oruç tutsun.İşte bu, yeminlerinizi bozduğunuz zaman onların (yeminlerinizin) kefâretidir. Ve yeminlerinizi koruyun (onları bozmaktan sakının). Allâh (c.c.) âyetlerini size işte böyle açıklıyor, umulur ki böylece siz şükredersiniz.

90. Ey âmenû olanlar! Ancak şarap, kumar, (tapınmak için konulan) dikili taşlar (putlar) ve fal okları, şeytanın işlerinden pis şeylerdir. Artık bunlardan kaçının. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

91. Oysa ki şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve, sizi Allâh’ı zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Siz artık (bunlara) son verdiniz mi?

92. Ve, Allâh’a itaat edin ve Resul’e itaat edin ve (onlara karşı gelmekten) sakının. Eğer bundan sonra yüz çevirirseniz bilin ki Resul’ümüze düşen, sadece açık bir tebliğdir (duyurmadır).

93. Amenû olanlar ve sâlih amel yapanlar (ıslâh edici amel, nefs tezkiyesi yapanlar) üzerine, takvâ (1. tâkva) sahibi olmadıkları zaman yediklerinden dolayı bir günah yoktur. Amenû olun ve amilûs sâlihat yapın! Sonra da takvâ sahibi olun (3. takvâya ulaşın)! Amenû olun sonra da takvâ sahibi olun (4. takvâya ulaşın) ve ahsen olun! Allâh muhsinleri (ahsen olanları, 4. takvâya ulaşanları) sever.

94. Ey âmenû olanlar! Allâh sizi, gıyabında kendisinden kimin korktuğunu bilmesi (bilinip belli olması için) için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği av türünden bir şeyle sizi mutlaka imtihan eder. Artık, kim bundan sonra yasak sınırını aşarsa, o taktirde onun için "elîm azap" vardır.

95. Ey iman edenler! Siz ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. Ve sizden kim kasten (bilerek) onu öldürürse, o zaman kendisine öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezası vardır ki, (bunun öldürülen hayvanın dengi olduğuna dair) içinizden, adîl iki kimse takdir edip karar verir. Kâbe’ye ulaşacak (Kâbe’ye götürülüp orada kesilecek) bir kurban veya yoksulları yedirme şeklinde bir kefâret, ya da buna denk bir oruçtur ki bu, böylece o yaptığı işin vebâlini tatması içindir. Allâh, geçmiştekileri (işlenen bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o taktirde Allâh ondan intikam alır. Allâh Azîz’dir, intikam sahibidir.

96. Sizin için ve yolcular için, deniz avı ve onun yenmesi bir metâ olarak (fayda sağlamak üzere) helâl kılındı. Ve kara avı ise, ihramda olduğunuz süre içersinde size haram kılındı (yasaklandı). Ve huzurunda haşrolunacağınız Allâh’a karşı takvâ sahibi olun.

97. Allâh, Beyt-i Haram olan Kâbe’yi, Haram ayını, hac kurbanını ve gerdanlıklı (boynuna kurban nişanesi asılı) kurbanlıkları, insanların yaşamlarını ayakta tutmak için yaptı (sebep kıldı). İşte bu, "Allâh’ın, göklerde ve yerlerde olanı bildiğini ve Allâh’ın herşeyi en iyi bilen olduğunu" bilmeniz içindir.

98. Allah’ın cezasının şiddetli olduğunu ve Allah’ın Gafûr (mağfiret eden), Rahîm (rahmet nurunu gönderen ve merhametli) olduğunu biliniz!

99. Resûl’ün üzerinde tebliğden (bildirmekten) başka bir sorumluluk yoktur. Ve Allâh, açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.

100. De ki; "Habîsin (haram, murdar ve fesadın...) çokluğu senin hoşuna gitse bile, habîs (haram ve kötü olan) ile tayyîb (helâl ve temiz olan) bir değildir. Ey Ulûl Elbâb! Artık Allâh’a karşı takvâ sahibi olun! Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

101. Ey âmenu olanlar (yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler)! açıklandığında sizi üzecek şeylerden sormayın. Eğer, Kur’ân indirilirken ondan sorarsanız, size açıklanır. Allâh, onlardan (bu kuralı bilmeden önce sorduğunuz şeylerden) dolayı sizi affetti. Allâh Gafûr’dur, Halîm’dir.

102. Sizden önce de bir kavim onu sormuştu. Sonra onunla kâfir oldular.

103. Allâh, ’’bahîre, sâibe, vasîle ve hâm" diye bir şey yapmamıştır(meşru kılmamıştır). Ama o kâfirler (inkâr edenler), Allâh’a karşı yalan iftirada bulunuyorlar (uyduruyorlar). Onların çoğu aklını kullanmıyor.

104. Ve onlara "Allah’ın indirdiğine (Kur’ân’a) ve Resûl’e (itaate) gelin." denildiğinde; "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (din) bize yeter (kâfi)" derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi...?

105. Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh’adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

106. Ey âmenû olanlar! Sizden birinize ölüm hali gelince vasiyet sırasında sizin içinizden iki adîl kişi, aranızda şahitlik etsin.Veya yeryüzünde yolculuk ederken size ölüm olayı isabet ederse, sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun. Eğer şüpheye düşerseniz,onları namazdan sonra alıkoyun. O zaman Allâh’a şöyle yemin etsinler; ’’Yakınımız bile olsa, yeminimizi bir bedel ile değiştirmeyeceğiz ve Allâh’ın şehâdetini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz, mutlaka günahkâr kimselerden oluruz.’’

107. Eğer o iki kişinin bir günaha müstehak olduğunun (sonradan) farkına varılırsa, o taktirde onlara daha yakın olan hak sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçer sonra Allâh’a şöyle yemin ederler; "Bizim şahidliğimiz onların şahidliğinden mutlaka daha doğrudur, haktır ve biz haddi aşmadık. Aksi takdirde, o zaman biz mutlaka zâlimlerden oluruz."

108. Bu (şekildeki yemin), şehâdet ile yüzyüze gelmelerinde (şahitlere mirasçıların güvenmemesinden) veya yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarından daha iyidir. Ve Allâh’a karşı takvâ sahibi olun ve dinleyin. Ve Allâh, fâsıklar kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.

109. Allâh’ın, Resûl’leri bir araya toplayacağı, sonra "Size ne cevap verildi?" diye buyuracağı gün, (onlar); "Bizim bir bilgimiz yok. Muhakkak ki Sen,gaybdekileri en iyi bilen Sen’sin!"derler.

110. Allâh (cc.) şöyle buyurmuştu; "Ey Meryem oğlu Îsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhûl Kudüs ile desteklemiştim de beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, Hikmet’i, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Ben’im iznimle nemli topraktan kuş şeklinde heykel (suret) yapmıştın, sonra onun içine üflemiştin, böylece Ben’im iznimle bir kuş olmuştu. Ve, doğuştan kör olanı ve alaca tenliyi yine Ben’im iznimle iyileştiriyordun. Ben’im iznimle ölüleri (diriltip, kabirden) çıkartıyordun. Ve onlara apaçık belgeler getirdiğin zaman İsrailoğullarının saldırısını senden savmıştım (seni kurtarmıştım). O zaman onlardan kâfir olanlar (küfürde olanlar); "Bu ancak, sadece apaçık bir sihirdir." demişlerdi.

111. Ve havarîlere; "Bana ve Resûl’üme iman edin." diye vahyettiğim zaman, onlar da "İman ettik ve bizim (Hakk’a) teslim olduğumuza şahid ol." demişlerdi.

112. Havârîler; "Ey Meryem oğlu İsâ! Rabb’in gökten bize bir mâide (sofra) indirebilir mi?" demişlerdi. (Bunun üzerine Hz. İsâ); "Eğer mü’minlerseniz Allâh’a karşı takvâ sahibi olun." dedi.

113. (Onlar); "Ondan yemek istiyoruz ve de kalblerimizin tatmin olmasını istiyoruz ve senin gerçekten bize doğru söylemiş olduğunu bilelim ve onun üzerine şâhidlerden olalım" dediler.

114. Meryem oğlu Îsâ; "Allâh’ım, Rabb’imiz! Bizim üzerimize semâdan bir sofra indir ki bizim için bayram, bizden öncekiler ve bizden sonrakiler için senden bir mucize (delil) olsun. Ve bizi rızıklandır. Ve Sen rızık verenlerin en hayırlısısın." dedi.

115. Allâh (cc.) buyurdu ki; "Muhakkak ki Ben, onu sizin üzerinize indireceğim, fakat ondan sonra sizden kim inkâr ederse, o taktirde Ben mutlaka onu, âlemlerden hiçbirini azaplandırmadığım bir azapla azaplandırırım."

116. Ve Allâh (cc.) Ey Meryem oğlu Îsa! Sen mi insanlara ; "Beni ve annemi, Allâh’tan başka iki ilâh edinin diye söyledin?" dediğinde , Hz. İsa; ’’Sen "Subhansın (seni tesbih ve tenzih ederim, Sen yücesin)", benim için hak (gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım o taktirde, muhakkak Sen onu bilirdin, nefsimde olanları da Sen bilirsin, ben ise Sen’in zatında olanları bilemem." Muhakkak ki Sen, gayb’tekileri (görünmeyenleri,bilinmeyenleri) en iyi bilen Sensin.

117. Onlara, bana emrettiğin "Benim de Rabb’im, sizin de Rabb’iniz olan Allâh’a kul olmaları"ndan başka birşey söylemedim. Onların arasında bulunduğum sürece, onların üzerlerine şâhid oldum. Fakat beni vefat ettirince (aralarından alınca) onların üzerine gözetleyici Sen oldun. Ve Sen herşeye şâhidsin.

118. Eğer onlara azap edersen, artık muhakkak ki onlar, Senin kullarındır. Ve eğer onları bağışlarsan, o taktirde muhakkak ki Sen, Sen Azîz’sin (üstünsün) Hakîm’sin (hüküm ve hikmet sahibisin).

119. Allâh Tealâ şöyle buyurdu; "Bugün sâdıklara, sadâkatlarının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. Allâh onlardan râzı olmuş, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. İşte bu, "Fevzül - Azîm" dir (en büyük fevzdir).

120. Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların mülkü Allâh’ındır. Ve O, herşeye kâdirdir.