SAD 38:26
خَلِيفَةً
ḣalīfeten
hükümdar
|
"Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır."
|
يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَىٰ فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
Ya davudü inna cealnake hhalıfeten fil erdı fahküm beynen nasi bil hakkı ve la tettebiıl heva fe yüdılleke an sebılillah innellezıne yedıllune an sebılillahi lehüm azabün şedıdüm bima nesu yevmel hısab (24. Ayet secde ayetidir.)
|
A'RAF 7:17
خَلْفِهِمْ
ḣalfihim
arkalarından
|
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın."
|
ثُمَّ لَآتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَائِلِهِمْ ۖ وَلَا تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ
Sümme le atiyennehüm mim beyni eydıhim ve min halfihim ve an eymanihim ve an şemailihim ve la tecidü ekserahüm şakirın
|
A'RAF 7:69
خُلَفَاءَ
ḣulefā'e
hakimler
|
"Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız."
|
أَوَعَجِبْتُمْ أَنْ جَاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ ۚ وَاذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَسْطَةً ۖ فَاذْكُرُوا آلَاءَ اللَّهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
E ve acibtüm en caeküm zikrum mir rabbiküm ala racülim minküm li yünziraküm vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di kavmi nuhıv ve zadeküm fil halkı bestah fezküru alaellahi lealleküm tüflihun
|
A'RAF 7:74
خُلَفَاءَ
ḣulefā'e
hükümdarlar
|
"(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."
|
وَاذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّأَكُمْ فِي الْأَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا ۖ فَاذْكُرُوا آلَاءَ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Vezküru iz cealeküm hulefae mim ba’di adiv ve bevveeküm fil erdı tettehızune min sühuliha kusurav ve tenhıtunel cibale büyuta fezküru alaellahi ve la ta’sev fil erdı müfsidın
|
A'RAF 7:124
خِلَافٍ
ḣilāfin
çaprazlama
|
"Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim."
|
لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
Le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le üsallibenneküm ecmeıyn
|
A'RAF 7:129
وَيَسْتَخْلِفَكُمْ
ve yesteḣlifekum
ve sizi hakim kılar
|
Dediler ki "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi.
|
قَالُوا أُوذِينَا مِنْ قَبْلِ أَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَا ۚ قَالَ عَسَىٰ رَبُّكُمْ أَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Kalu uzına min kabli en te’tiyena ve mim ba’di ma ci’tena kale asa rabbüküm ey yühlike adüvveküm ve yestahlifeküm fil erdı fe yenzura keyfe ta’melun
|
A'RAF 7:142
اخْلُفْنِي
ḣlufnī
benim yerime geç
|
Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi.
|
وَوَاعَدْنَا مُوسَىٰ ثَلَاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ۚ وَقَالَ مُوسَىٰ لِأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ
Ve vaadna musa selasıne leyletev ve etmemnaha bi aşrin fe temme mıkatü rabbihı erbeıyne leyleh ve kale musa li ehıyhi harunahlüfnı fı kavmı ve aslıh ve la tettebı’ sebılel müfsidın
|
A'RAF 7:150
خَلَفْتُمُونِي
ḣaleftumūnī
arkamdan
|
Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara "Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona) "Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)" dedi.
|
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِنْ بَعْدِي ۖ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ ۖ وَأَلْقَى الْأَلْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ ۚ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنِي فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْأَعْدَاءَ وَلَا تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Ve lemma racea musa ila kavmihı ğadbane esifen kale bi’sema haleftümunı mim ba’dı e aciltüm emra rabbiküm ve elkal elvaha ve ehaze bi ra’si ehıyhi yecürrühu ileyh kalebne ümme innel kavmestad’afunı ve kadu yaktülunenı fe la tüşmit biyel a’dae ve la tec’alnı meal kavmiz zalimın
|
A'RAF 7:169
فَخَلَفَ
feḣalefe
ardından
|
Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım ’kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?
|
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا الْأَدْنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُ ۚ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مِيثَاقُ الْكِتَابِ أَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فِيهِ ۗ وَالدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
Fe halefe mim ba’dihim hayfüv verisül kitabe ye’huzune arada hazel edna ve yekulune se yuğferulena ve iy ye’tihim aradum mislühu ye’huzuh e lem yü’haz aleyhim mısakul kitabi el la yekulü alellahi illel hakka ve derasu ma fıh ved darul ahıratü hayrul lillezıne yettekun e fela ta’kılun
|
A'RAF 7:169
خَلْفٌ
ḣalfun
yerlerine geçip
|
Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım ’kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?
|
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا الْأَدْنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُ ۚ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مِيثَاقُ الْكِتَابِ أَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فِيهِ ۗ وَالدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
Fe halefe mim ba’dihim hayfüv verisül kitabe ye’huzune arada hazel edna ve yekulune se yuğferulena ve iy ye’tihim aradum mislühu ye’huzuh e lem yü’haz aleyhim mısakul kitabi el la yekulü alellahi illel hakka ve derasu ma fıh ved darul ahıratü hayrul lillezıne yettekun e fela ta’kılun
|
CIN 72:27
خَلْفِهِ
ḣalfihi
arkasına
|
Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.
|
إِلَّا مَنِ ارْتَضَىٰ مِنْ رَسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا
İlla menirteda min resulin feinnehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihi resaden.
|
YASIN 36:9
خَلْفِهِمْ
ḣalfihim
arkalarından
|
Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler.
|
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
Ve cealna mim beyni eydihim seddev ve min halfihim sedden fe ağşeynahüm fehüm la yübsırun
|
YASIN 36:45
خَلْفَكُمْ
ḣalfekum
arkanızdaki
|
Onlara "Önünüzde ve arkanızda olandan sakının, belki esirgenirsiniz" denildiğinde, (dinlemeyip inkara devam edenler).
|
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ve iza kıyle lehümütteku ma beyne eydıküm ve ma halfeküm lealleküm türhamun
|
FURKAN 25:62
خِلْفَةً
ḣilfeten
birbirini izler
|
O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için.
|
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ خِلْفَةً لِمَنْ أَرَادَ أَنْ يَذَّكَّرَ أَوْ أَرَادَ شُكُورًا
Ve hüvellezı cealel leyle ven nehara hılfetel li men erade ey yezzekkera ev erade şükura
|
FATIR 35:27
مُخْتَلِفًا
muḣtelifen
çeşit çeşit
|
Allah’ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık).
|
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهَا ۚ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بِيضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهَا وَغَرَابِيبُ سُودٌ
E lem tera ennellahe enzele mines semai maa fe ahracna bihı semeratim muhtelifen elvanüha ve minel cibali cüdedüm bıduv ve humrum muhtelifün elvanüha ve ğarabıbü sud
|
FATIR 35:27
مُخْتَلِفٌ
muḣtelifun
değişik
|
Allah’ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık).
|
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهَا ۚ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بِيضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهَا وَغَرَابِيبُ سُودٌ
E lem tera ennellahe enzele mines semai maa fe ahracna bihı semeratim muhtelifen elvanüha ve minel cibali cüdedüm bıduv ve humrum muhtelifün elvanüha ve ğarabıbü sud
|
FATIR 35:28
مُخْتَلِفٌ
muḣtelifun
türlü
|
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ’içleri titreyerek-korkar’. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.
|
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَٰلِكَ ۗ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Ve minen nasi ved devabbi vel en’ami muhtelifün elvanühu kezalik innema yahşellahe min ıbadihil ulema’ innellahe azızün ğafur
|
FATIR 35:39
خَلَائِفَ
ḣalāife
halifeler (yöneticiler)
|
Yeryüzünde sizi halifeler kılan O’dur. Öyleyse kim inkar ederse, artık inkarı kendi aleyhinedir. Rableri Katında kafir olanlara kendi inkarları gazabtan başkasını arttırmaz ve kafir olanlara kendi inkarları kayıptan başkasını arttırmaz.
|
هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ ۚ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ ۖ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا ۖ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا
Hüvellezı cealeküm halaife fil ard fe men kefera fe aleyhi küfruh ve la yezıdül kafirıne rüfruhüm ınde rabbihim illa makta ve la yezıdül kafirıne küfruhüm illa hasara
|
MERYEM 19:37
فَاخْتَلَفَ
feḣtelefe
ayrılığa düştüler
|
İçlerinden (birtakım) gruplar ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten dolayı, vay inkar edenlere.
|
فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْ ۖ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Fahtelefel ahzabü mim beynihim fe veylül lillezıne keferu mim meşhedi yevmin azıym
|
MERYEM 19:59
فَخَلَفَ
feḣalefe
yerlerine geldi
|
Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.
|
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ ۖ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا
Fe halefe mim ba’dihim halfün edaus salate yettebeuş şehevati fe sevfe yelkavne ğayya
|
MERYEM 19:59
خَلْفٌ
ḣalfun
öyle bir nesil
|
Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.
|
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ ۖ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا
Fe halefe mim ba’dihim halfün edaus salate yettebeuş şehevati fe sevfe yelkavne ğayya
|
MERYEM 19:64
خَلْفَنَا
ḣalfenā
arkamızda
|
Biz (elçiler) ancak Rabbiniz emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan herşey O’nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.
|
وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلَّا بِأَمْرِ رَبِّكَ ۖ لَهُ مَا بَيْنَ أَيْدِينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذَٰلِكَ ۚ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا
Ve ma netezzelü illa bi emri rabbik lehu ma beyne eydına ve ma halfena ve ma beyne zalik ve ma kane rabbüke nesiyya (58. Ayet secde ayetidir.)
|
TA-HA 20:58
نُخْلِفُهُ
nuḣlifuhu
caymayacağımız
|
"Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ’buluşma zamanı ve yeri’ tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun" dedi.
|
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنْتَ مَكَانًا سُوًى
Fe le ne’tiyenneke bi sıhrim mislihı fec’al beynena ve belneke mev’ıdel la nuhlifühu nahnü ve la ente mekanen süva
|
TA-HA 20:71
|
(Firavun) Dedi ki "Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız."
|
قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ ۖ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَىٰ
Kale amentüm lehu kable en azene leküm innehu le kebırukümüllezı allemekümüs sıhr fe le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafiv ve le üsallibenneküm fı cüzuın nahli ve le ta’lemünne eyyüna eşeddü azabev ve ebka
|
TA-HA 20:86
فَأَخْلَفْتُمْ
feeḣleftum
bu yüzden caydınız
|
Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?"
|
فَرَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدْتُمْ أَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُمْ مَوْعِدِي
Fe racea musa ila kavmihı ğadbane esifa kale ya kavmi elem yeıdküm rabbüküm va’den hasena e fe tale aleykümül ahdü em eradtüm ey yehılle aleyküm ğadabüm mir rabbiküm fe ahleftüm mev’ıdı
|
TA-HA 20:87
أَخْلَفْنَا
eḣlefnā
çıkmadık
|
Dediler ki "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı."
|
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِنْ زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ
Kalu ma ahlefna mev’ıdeke bi melkina velakinna hummilna evzaram min zınetil kavmi fe kazefnaha fe kezalike elkas samiriyy
|
TA-HA 20:97
تُخْلَفَهُ
tuḣlefehu
kurtulamayacaksın
|
Dedi ki "Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız."
|
قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ ۖ وَانْظُرْ إِلَىٰ إِلَٰهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا ۖ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا
Kale fezheb fe inne leke fil hayati en tekule la misase ve inne leke mev’ıdel len tuhlefeh venzur ila ilahikellezı zalte aleyhi akifale nüharrıkannehu sümme le nensifennehu fil yemmi nesfa
|
TA-HA 20:110
خَلْفَهُمْ
ḣalfehum
arkalarında
|
O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O’nu kavrayıp kuşatamazlar.
|
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yühıytune bihı ılma
|
ŞU'ARA 26:49
خِلَافٍ
ḣilāfin
çapraz olarak
|
(Firavun) Dedi ki "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım."
|
قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
Kale amentüm lehu kable en azene leküm innehu le kebirukümüllezı allemekümüs sıhr fe le sevfe ta’lemun le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafiv ve la üzallibenneküm ecmeıyn
|
NEML 27:62
خُلَفَاءَ
ḣulefā'e
sahipleri
|
Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi’ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz.
|
أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَعَ اللَّهِ ۚ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ
Emmey yücıbül mudtarra iza deahü ve yekşifüs sue ve yec’alüküm hulefael ard e ilahüm meallah kalılem ma tezekkerun
|
NEML 27:76
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düştükleri
|
Gerçek şu ki, bu Kur’an, İsrailoğulları’na hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin bir çoğunu aktarıp anlatıyor.
|
إِنَّ هَٰذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
İnne hazel kur’ane yekussu ala benı israıle ekserallezı hüm fıhi yahtelifun
|
İSRA 17:76
خِلَافَكَ
ḣilāfeke
senin ardından
|
Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar.
|
وَإِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا ۖ وَإِذًا لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ إِلَّا قَلِيلًا
Ve in kadu leyestefizzuneke minel erdı li yuhricuke minha ve izel la yelbesune hılafeke illa kalıla
|
YUNUS 10:6
اخْتِلَافِ
ḣtilāfi
ardarda gelmesinde
|
Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır.
|
إِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ
İnne fıhtilafil leyli ven nehari ve ma halekallahü fis semavati vel erdı le ayatil li kavmiy yettekun
|
YUNUS 10:14
خَلَائِفَ
ḣalāife
halifeler
|
Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.
|
ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ مِنْ بَعْدِهِمْ لِنَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Sümme cealnaküm halaife fil erdı mim ba’dihim li nenzura keyfe ta’melun
|
YUNUS 10:19
فَاخْتَلَفُوا
feḣtelefū
sonradan ayrılığa düştüler
|
İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
|
وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلَّا أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُوا ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Ve ma kanen nasü illa ümmetev vahıdeten fahtelefu ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudiye beynehüm fıma fıhi yahtelifun
|
YUNUS 10:19
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düştükleri
|
İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
|
وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلَّا أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُوا ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Ve ma kanen nasü illa ümmetev vahıdeten fahtelefu ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudiye beynehüm fıma fıhi yahtelifun
|
YUNUS 10:73
خَلَائِفَ
ḣalāife
halifeler
|
Fakat onu yalanladılar; Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Uyarılanların nasıl bir sonuca uğratıldıklarına bir bak.
|
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَائِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۖ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ
Fe kezzebuhü fe necceynahü ve min meahu fil fülki ve cealnahüm halaife ve ağraknellezıne kezzebu bi ayatina fenzur keyfe kane akıbetül münzerın
|
YUNUS 10:92
خَلْفَكَ
ḣalfeke
kendinden sonraki
|
Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler.
|
فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ آيَةً ۚ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ آيَاتِنَا لَغَافِلُونَ
Fel yevme nüneccıke bi bedenike li tekune limen halfeke ayeh ve inne kesıram minen nasi an ayatina le ğafilun
|
YUNUS 10:93
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
ayrılığa düşmediler
|
Andolsun, Biz İsrailoğulları’nı, hoşlarına gidecek güzel bir yerde yerleştirdik ve temiz şeylerden kendilerine rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, aralarında anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda kıyamet günü hüküm verecektir.
|
وَلَقَدْ بَوَّأْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مُبَوَّأَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتَّىٰ جَاءَهُمُ الْعِلْمُ ۚ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Ve le kad bevve’na benı israıle mübevvee sıdkıv ve razaknahüm minet tayyibat femahtelefu hatta caehümül ılm inne rabbeke yakdıy beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
|
YUNUS 10:93
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düştükleri
|
Andolsun, Biz İsrailoğulları’nı, hoşlarına gidecek güzel bir yerde yerleştirdik ve temiz şeylerden kendilerine rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, aralarında anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda kıyamet günü hüküm verecektir.
|
وَلَقَدْ بَوَّأْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مُبَوَّأَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتَّىٰ جَاءَهُمُ الْعِلْمُ ۚ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Ve le kad bevve’na benı israıle mübevvee sıdkıv ve razaknahüm minet tayyibat femahtelefu hatta caehümül ılm inne rabbeke yakdıy beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
|
HUD 11:57
وَيَسْتَخْلِفُ
ve yesteḣlifu
ve yerinize yerleştirir
|
"Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır."
|
فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ ۚ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا ۚ إِنَّ رَبِّي عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
Fe in tevellev fe kad eblağtüküm ma ürsiltü bihı ileyküm ve yestahlifü rabbı kavmen ğayraküm ve la tedurrunehu şey’a inne rabbı ala külli şey’in hafıyz
|
HUD 11:88
أُخَالِفَكُمْ
uḣālifekum
size aykırı hareket etmek
|
Dedi ki "Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz? Ya ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da beni Kendisi’nden güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa? Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım ancak Allah iledir; O’na tevekkül ettim ve O’na içten yönelip-dönerim."
|
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا ۚ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَىٰ مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ ۚ إِنْ أُرِيدُ إِلَّا الْإِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُ ۚ وَمَا تَوْفِيقِي إِلَّا بِاللَّهِ ۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
Kale ya kavmi eraeytüm in küntü ala beyyinetim mir rabbı ve razekanı minhü rizkan hasena ve ma ürıdü en ühalifeküm ila ma enhaküm anh in ürıdü illel ıslaha mesteta’t ve ma tevfıkıy illa billah aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünıb
|
HUD 11:110
فَاخْتُلِفَ
feḣtulife
ayrılığa düşüldü
|
Andolsun, Musa’ya kitabı verdik, onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş olacaktı. Gerçekten onlar, bundan (Kur’an’dan) yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
|
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ
Ve le kad ateyna musel kitabe fahtülife fıh ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudiye beynehüm ve innehüm le fı şekkim minhü mürıb
|
HUD 11:118
مُخْتَلِفِينَ
muḣtelifīne
ihtilaf etmekten
|
Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet kılardı. Oysa, onlar, anlaşmazlığı sürdürmektedirler
|
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً ۖ وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ
Ve lev şae rabbüke le cealen nase ümmetev vahıdetev ve la yezalune muhtelifın
|
EN'ÂM 6:133
وَيَسْتَخْلِفْ
ve yesteḣlif
ve yerinize getirir
|
Rabbin, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan rahmet sahibidir. Dilerse sizi giderir ve dilerse, sizi bir başka kavmin soyundan (inşa edip) var ettiği gibi yerinize bir başkasını getirir.
|
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِ ۚ إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَاءُ كَمَا أَنْشَأَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ آخَرِينَ
Ve rabbükel ğaniyyü zür rahmeh iy yeşa’ yüzhibküm ve yestahlif mim ba’diküm ma yeşaü kema enşeeküm min zürriyyeti kavmin aharın
|
EN'ÂM 6:141
مُخْتَلِفًا
muḣtelifen
çeşit çeşit
|
Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tadları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O’dur. Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
|
وَهُوَ الَّذِي أَنْشَأَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ ۚ كُلُوا مِنْ ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ ۖ وَلَا تُسْرِفُوا ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Ve hüvellezı enşee cennatim ma’ruşativ ve ğayra ma’ruşativ ven nahle vez zer’a muhtelifen ükülühu vez zeytune ver rummane müteşabihev ve ğayra müteşabih külu min semerihı iza esmera ve atu hakkahu yevme hasadihı ve la tüsrifu innehu la yühıbbül müsrifın
|
EN'ÂM 6:164
تَخْتَلِفُونَ
teḣtelifūne
ayrılığa düşüyor
|
De ki "O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir Rab mi arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir."
|
قُلْ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ ۚ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلَّا عَلَيْهَا ۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۚ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Kul e ğayrallahi ebğıy rabbev ve hüve rabbü külli şey’ ve la teksibü küllü nefsin illa aleyha ve la teziru vaziratüv vizra uhra sümme ila rabbiküm merciuküm fe yünebbiüküm bima küntüm fıhi tahtelifun
|
EN'ÂM 6:165
خَلَائِفَ
ḣalāife
halifeleri
|
O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.
|
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ الْأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ ۗ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ
Ve hüvellezı cealeküm halaifel erdı ve rafea ba’daküm fevka ba’dın deracatil li yeblüveküm fı ma ataküm inne rabbeke serıul ıkabi ve innehu le ğafurur rahıym
|
SEBE 34:9
خَلْفَهُمْ
ḣalfehum
arkalarında
|
Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Eğer Biz dilersek, onları yerin-dibine geçirir ya da gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Hiç şüphesiz, bunda ’gönülden (Allah’a) yönelen’ her kul için bir ayet vardır.
|
أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۚ إِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَاءِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ
E fe lem yerav ila ma beyne eydıhim ve ma halfehüm mines semai vel ard in neşe’ nahsif bihimül erda ev nüskıt aleyhim kisefem mines sema’ inne fı zalike le ayetel li külli abdim münıb
|
SEBE 34:39
يُخْلِفُهُ
yuḣlifuhu
onun yerine başkasını verir
|
De ki "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip-yayar ve ona kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır."
|
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ ۚ وَمَا أَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
Kul innne rabbı yebtütür rizka li mey yeşaü min ıbadihı ve yakdiru leh ve ma enfaktüm min şey’in fe hüve yuhlifüh ve huve hayrur razikıyn
|
ZÜMER 39:3
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düşüyorlar
|
Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler) "Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.
|
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ ۚ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَىٰ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Ela lillahid dınül halıs Vellezınettehazu min dunihı evliya’ ma na’büdühüm illa li yükarribuna ilellahi zülfa innellahe yahkümü beynehüm fı ma hüm fıhi yahtelifun innellahe la yehdı men hüve kazıbün keffar
|
ZÜMER 39:20
|
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez.
|
لَٰكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِنْ فَوْقِهَا غُرَفٌ مَبْنِيَّةٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ وَعْدَ اللَّهِ ۖ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ الْمِيعَادَ
Lakinillezınettekav rabbehüm lehüm ğurafüm min fevkıha ğurafüm mebniyyetün tecrı min tahtihel enhar va’dellah la yuhlifüllahül mıad
|
ZÜMER 39:21
مُخْتَلِفًا
muḣtelifen
çeşitli
|
Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır.
|
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَلَكَهُ يَنَابِيعَ فِي الْأَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ
E lem tera ennellahe enzele mines semai maen fe selekehu yenabıa fil erdı sümme yuhricü bihı zer’am muhtelifen elvanühu sümme yehıcü fe terahü musferran sümme yec’alühu hutama inne fı zalike le zikra li ülil elbab
|
ZÜMER 39:46
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düştükleri
|
De ki "Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahede edilebileni bilen Allah’ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin."
|
قُلِ اللَّهُمَّ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ أَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِي مَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Külillahümme fatıras semavati vel erdı alimel ğaybi veş şehadeti ente tahkümü beyne ıbadike fıma kanu fıhi yahtelifun
|
FUSSILET 41:14
خَلْفِهِمْ
ḣalfihim
arkalarından
|
Onlara "Yalnızca Allah’a kulluk edin" diye önlerinden ve arkalarından elçiler gelince, dediler ki "Eğer dileseydi Rabbimiz melekler indirirdi. Bundan dolayı biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkar edicileriz."
|
إِذْ جَاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۖ قَالُوا لَوْ شَاءَ رَبُّنَا لَأَنْزَلَ مَلَائِكَةً فَإِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ
İz caethümür rusülü mim beyni iydıhim ve min halfihim ella ta’büdu illellah kalu lev şae rabbüna le enzele melaiketen fe inna bima ürsiltüm bihı kafirun
|
FUSSILET 41:25
خَلْفَهُمْ
ḣalfehum
arkalarında
|
Biz onlara birtakım yakın-kimseleri ’kabuk gibi üzerlerine kaplattık,’ onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler. Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte tutulan azap) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayan kimselerdi.
|
وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ
Ve kayyadna lehüm kuranae fezeyyenu lehüm ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve hakka aleyhimül kavlü fı ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins innehüm kanu hasirın
|
FUSSILET 41:42
|
Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur’an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir.
|
لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ ۖ تَنْزِيلٌ مِنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ
La ye’tıhil batılü mim beyni yedeyhi ve la min halfih tenzılüm min hakımin hamıd
|
FUSSILET 41:45
فَاخْتُلِفَ
feḣtulife
fakat ayrılığa düşülmüştü
|
Andolsun, Musa’ya kitabı verdik, fakat onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
|
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ ۗ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ
Ve le kad ateyna musel kitabe fahtülife fıh ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudıye beynehüm ve innehüm lefı şekkim minhü mürıb
|
ŞURA 42:10
اخْتَلَفْتُمْ
ḣteleftum
ayrılığa düştüğünüz
|
Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır. İşte Rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na dönüp-yönelirim.
|
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
Ve mahteleftüm fıhi min şey’in fe hukmühu ilellah zalikümüllahü rabbı aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünıb
|
ZUHRUF 43:60
يَخْلُفُونَ
yeḣlufūne
yerinize geçen
|
Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı.
|
وَلَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ
Ve lev neşaü le cealna minküm melaiketen fil erdı yahlüfun
|
ZUHRUF 43:63
تَخْتَلِفُونَ
teḣtelifūne
ayrılığa düştünüğünüz
|
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah’tan sakının ve bana itaat edin."
|
وَلَمَّا جَاءَ عِيسَىٰ بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِأُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذِي تَخْتَلِفُونَ فِيهِ ۖ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Ve lemma cae ıysa bil beyyinati kale kad ci’tüküm bil hıkmeti ve li übeyyine leküm ba’dallezı tahtelifune fıh fettekullahe ve etıy’un
|
ZUHRUF 43:65
فَاخْتَلَفَ
feḣtelefe
birbirleriyle ihtilafa düştüler
|
Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara.
|
فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْ ۖ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ أَلِيمٍ
Fahtelefel ahzabü mim beynihim fe veylül lillezıne zalemu min azabi yevmin elım
|
CASIYE 45:5
وَاخْتِلَافِ
veḣtilāfi
ve değişmesinde
|
Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah’ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.
|
وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ رِزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Vahtilafil leyli ven nehari ve ma enzelellahü mines semai mir rizkın fe ahya bihil erda ba’de mevtiha ve tasıfir riyahi ayatül li kavmiy ya’kılun
|
CASIYE 45:17
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
onlar ayrılığa düşmediler
|
Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ’hakka tecavüz ve azgınlıktan’ dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
|
وَآتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْأَمْرِ ۖ فَمَا اخْتَلَفُوا إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۚ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Ve ateynahüm beyyinatim minel emr femahtelefu illa mim ba’di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm inne rabbeke yakdıy beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
|
CASIYE 45:17
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düşüyor(lar)
|
Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ’hakka tecavüz ve azgınlıktan’ dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
|
وَآتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْأَمْرِ ۖ فَمَا اخْتَلَفُوا إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۚ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Ve ateynahüm beyyinatim minel emr femahtelefu illa mim ba’di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm inne rabbeke yakdıy beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
|
AHKAF 46:21
خَلْفِهِ
ḣalfihi
ardından
|
Ad’ın kardeşini hatırla; onun önünden ve ardından nice uyarıcılar gelip geçmişti; hani o, Ahkaf’taki kavmini "Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım" diye uyarmıştı.
|
وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Vezkür eha ad iz enzera kavmehu bil ahkafi ve kad haletin nüzüru mim beyni yedeyhi ve min halfihı ella ta’büdu illellah innı ehafü aleyküm azabe yevmin azıym
|
ZARIYAT 51:8
مُخْتَلِفٍ
muḣtelifin
çeşitli
|
Siz, gerçekten birbirini tutmaz bir söz (çelişkili ve aykırı görüşler) içindesiniz.
|
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍ
İnnekum le fi kavlim muhtelif
|
NAHL 16:13
مُخْتَلِفًا
muḣtelifen
çeşitli
|
Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır.
|
وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Ve ma zerae leküm fil erdı muhtelifen elvanüh inne fı zalike le ayetel li kavmiy yezzekkerun
|
NAHL 16:39
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ihtilaf ettiklerini
|
Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve inkar edenlerin kendilerinin yalancı olduklarını bilmesi için (diriltecektir).
|
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِبِينَ
Li yübeyyine lehümüllezı yahtelifune fıhi ve li ya’lemellezıne keferu ennehüm kanu kazibın
|
NAHL 16:64
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
ayrılığa düştükleri
|
Biz kitabı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik.
|
وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ ۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Ve ma enzelna aleykel kitabe illa li tübeyyine lehümüllezıhtelefu fıhi ve hüdev ve rahmetel li kavmiy yü’mininun
|
NAHL 16:69
مُخْتَلِفٌ
muḣtelifun
çeşit çeşit
|
Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.
|
ثُمَّ كُلِي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا ۚ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Sümme külı min külles semarati feslükı sübüle rabbiki zülüla yahrucü mim butuniha şerabüm muhtelifün elvanühu fıhi şifaül linnas inne fı zalike le ayatel li kavmiy yetefekkerun
|
NAHL 16:92
تَخْتَلِفُونَ
teḣtelifūne
ayrılığa düştüğünüz
|
Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha gelişkindir diye, yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru yaparak, ipini kuvvetle eğirdikten sonra bozup-çözen (kadın) gibi olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla imtihan etmektedir. Kıyamet günü hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyi size muhakkak açıklayacaktır.
|
وَلَا تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ أَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ أَنْ تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَىٰ مِنْ أُمَّةٍ ۚ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللَّهُ بِهِ ۚ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Ve la tekunu kelletı nekadat ğazleha mim ba’di kuvvetin enkasa tettehızune eymaneküm dehalem beyneküm en tekune ümmetün hiye erba min ümmeh innema yeblukümüllahü bih ve le yübeyyinenne leküm yevmel kıyameti ma küntüm fıhi tahtelifun
|
NAHL 16:124
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
ayrılığa düşen(ler)
|
Cumartesi, ancak onda ihtilafa düşenlere (farz) kılındı. Şüphesiz Rabbin, onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmedecektir.
|
إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
İnnema cüıles sebtü alellezınahtelefu fıh ve inne rabbeke le yahkümü beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
|
NAHL 16:124
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düştükleri
|
Cumartesi, ancak onda ihtilafa düşenlere (farz) kılındı. Şüphesiz Rabbin, onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmedecektir.
|
إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
İnnema cüıles sebtü alellezınahtelefu fıh ve inne rabbeke le yahkümü beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
|
İBRAHIM 14:22
فَأَخْلَفْتُكُمْ
feeḣleftukum
ama ben sözümden caydım
|
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır."
|
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ ۖ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ إِلَّا أَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي ۖ فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنْفُسَكُمْ ۖ مَا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّ ۖ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُ ۗ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Ve kaleş şeytanü lemma kudıyel emru innellahe veadeküm va’del hakkı ve veadtüküm fe ahleftüküm ve ma kane liye aleyküm min sültanin illa en deavtüküm festecebtüm lı fe la telumunı ve lumu enfüseküm ma ene bi musrihıküm ve ma entüm ib musrihıyy innı kefertü bima eşraktümuni min kabl innez zalimıne lehüm azabün elım
|
İBRAHIM 14:47
|
Allah’ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah Azizdir, intikam sahibidir.
|
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Fe la tahsebennellahe muhlife va’dihı rusüleh innellahe azızün züntikam
|
ENBIYA 21:28
خَلْفَهُمْ
ḣalfehum
arkalarında
|
O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir; onlar şefaat etmezler (kendisinden) hoşnut olunandan başka. Ve onlar, O’nun haşmetinden içleri titremekte olanlardır.
|
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَىٰ وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ
Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yeşfeune illa li menirteda ve hüm min haşyetihı müşfikun
|
MÜ'MINUN 23:80
اخْتِلَافُ
ḣtilāfu
değişmesi
|
O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da O’nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?
|
وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ve hüvellezı yuhyı ve yümiytü ve lehuhtilafül leyli ven nehar e fe la ta’kılun
|
SECDE 32:25
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ayrılığa düştükleri
|
Şüphesiz, senin Rabbin, ihtilafa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü aralarında ’hükmünü verip ayıracaktır’.
|
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
İnne rabbeke hüve yafsılü beynehüm yevmel kıyameti fiyma kanu fıhi yahtelifun
|
NEBE 78:3
مُخْتَلِفُونَ
muḣtelifūne
ayrılığa düşmektedirler
|
Ki kendileri hakkında anlaşmazlık içindedirler.
|
الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ
Elleziy hum fiyhi muhtelifune.
|
RUM 30:6
|
(Bu,) Allah’ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.
|
وَعْدَ اللَّهِ ۖ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Va’dellah la yuhlifüllahü va’dehu ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
|
RUM 30:22
وَاخْتِلَافُ
veḣtilāfu
ve değişik olmasıdır
|
Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.
|
وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِلْعَالِمِينَ
Ve min ayatihı halkus semavati vel erdı vahtilafü elsinetiküm ve elvaniküm inne fı zalike le ayatil lil alimın
|
RA'D 13:11
خَلْفِهِ
ḣalfihi
arkasından
|
O’nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur.
|
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا مَا بِأَنْفُسِهِمْ ۗ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ ۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَالٍ
Lehu müakkıbatüm mim beyni yedeyhi ve min halfihı yüğayyiru ma bi kavmin hatta yüğayyiru ma bi enfüsihim ve iza eradellahü bi kavmin suen fe la meradde leh ve ma lehüm min dunihı mev val
|
RA'D 13:31
|
Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (yine bu Kur’an olurdu). Hayır, emrin tümü Allah’ındır. İman edenler hala anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. İnkar edenler, Allah’ın va’di gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Veya miadını şaşırmaz.)
|
وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَىٰ ۗ بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا ۗ أَفَلَمْ يَيْأَسِ الَّذِينَ آمَنُوا أَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا ۗ وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتَّىٰ يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ
Ve lev enne kur’anen süyyirat bihil cibalü ev kuttıat bihil erdu ev küllime bihil mevta bel lillahil emru cemıa e fe lem yey’esillezıne amenu el lev yeşaüllahü le heden nase cemıa ve la yezalüllezıne keferu tüsıybühüm bi ma saneu kariatün ev tehullü karıbem min darihim hatta ye’tiye va’düllah innellahe la yuhlifül mıad
|
HAC 22:47
|
Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va’dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
|
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ ۚ وَإِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ
Ve yesta’ciluneke bil azabi ve ley yuhlifellahü va’deh ve inne yevmen ınde rabbike ke elfi senetim mimma teuddun
|
HAC 22:69
تَخْتَلِفُونَ
teḣtelifūne
ayrılığa düşüyor
|
"Allah, kıyamet günü, kendisinde ihtilafa düştüğünüz şey hakkında aranızda hükmedecektir."
|
اللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Allahü yahkümü beyneküm yevmel kıyameti fıma küntüm fıhi tahtelifun
|
HAC 22:76
خَلْفَهُمْ
ḣalfehum
arkalarında
|
O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Bütün işler Allah’a döndürülür.
|
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۗ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ
Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve ilellahi türceul ümur
|
BAKARA 2:30
خَلِيفَةً
ḣalīfeten
bir halife
|
Hani Rabbin meleklere "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.
|
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً ۖ قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ ۖ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Ve iz kale rabbüke lil melaiketi innı caılün fil erdı halıfeh kalu e tec’alü fıha mey yüfsidü fıha ve yesfiküd dima’ ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek kale innı a’lemü ma la ta’lemun
|
BAKARA 2:66
خَلْفَهَا
ḣalfehā
ardından gelen
|
Bunu, hem çağdaşlarına, hem sonra gelecek olanlara ’ibret verici bir ceza’, takva sahipleri için de bir öğüt kıldık.
|
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِينَ
Fe cealnaha nekalel li ma beyne yedeyha ve ma halfeha ve mev’ızatel lil müttekıyn
|
BAKARA 2:80
|
Dediler ki "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"
|
وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ إِلَّا أَيَّامًا مَعْدُودَةً ۚ قُلْ أَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللَّهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللَّهُ عَهْدَهُ ۖ أَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Ve kalu len temessenen naru illa eyyamem ma’dudeh kul ettehaztüm ındellahi ahden fe ley yuhlifellahü ahdehu em tekulune alellahi ma la ta’lemun
|
BAKARA 2:113
يَخْتَلِفُونَ
yeḣtelifūne
ihtilaf halinde
|
Yahudiler dediler ki "Hıristiyanlar bir şey (herhangi bir temel) üzere değillerdir"; Hıristiyanlar da "Yahudiler bir şey üzere değillerdir" dediler. Oysa onlar, Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler (bilgisizler) de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Artık Allah, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir.
|
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَىٰ عَلَىٰ شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَىٰ لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ ۗ كَذَٰلِكَ قَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ ۚ فَاللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Ve kaletil yehudü leysetin nesar ala şey’iv ve kaletin nesara leysetil yehudü ala şey’iv ve hüm yetlunel kitab kezalike kalellezıne la ya’lemune misle kavlihim fallahü yahkümü beynehüm yevmel kıyameti fıma kanu fıhi yahtelifun
|
BAKARA 2:164
وَاخْتِلَافِ
veḣtilāfi
ve değişmesinde
|
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
|
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
İnne fı halkıs semavati vel erdı vahtilafil leyli ven nehari vel fülkilletı tecrı fil bahri bima yenfeun nase ve ma enzelellahü mines semai mim main fe ahya bihil erda ba’de mevtiha ve besse fıha min külli dabbetiv ve tasrıfir riyahı ves sehabil müsahhari beynes semai vel erdı le ayatil li kavmiy ya’kılun
|
BAKARA 2:176
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
ayrılığa düşen
|
Bu, Allah’ın Kitabı şüphesiz hak olarak indirmesindendir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise uzak bir ayrılık içindedirler.
|
ذَٰلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ ۗ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ
Zalike bi ennellahe nezzelel kitabe bil hakk ve innellezınahtelefu fil kitabi le fı şikakım beıyd
|
BAKARA 2:213
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
anlaşmazlığa düştükleri
|
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ’azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
|
كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَأَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۖ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ ۗ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
Kanen nasü ümmetev vahıdeten fe beasellahün nebiyyıne mübeşşirıne ve münzirıne ve enzele mealhümül kitabe bil hakkı li yahküme beynen nasi fımahtelefu fıh ve mahtelefe fıhi illellezıne utuhü mim ba’di ma caethümül beyyinatü bağyem beynehüm fe hedellahüllezıne amenu limahtelefu fıhi minel hakkı bi iznih vallahü yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym
|
BAKARA 2:213
اخْتَلَفَ
ḣtelefe
anlaşmazlığa düştü(ler)
|
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ’azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
|
كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَأَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۖ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ ۗ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
Kanen nasü ümmetev vahıdeten fe beasellahün nebiyyıne mübeşşirıne ve münzirıne ve enzele mealhümül kitabe bil hakkı li yahküme beynen nasi fımahtelefu fıh ve mahtelefe fıhi illellezıne utuhü mim ba’di ma caethümül beyyinatü bağyem beynehüm fe hedellahüllezıne amenu limahtelefu fıhi minel hakkı bi iznih vallahü yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym
|
BAKARA 2:213
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
ayrılığa düştükleri
|
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ’azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
|
كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَأَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۖ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ ۗ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
Kanen nasü ümmetev vahıdeten fe beasellahün nebiyyıne mübeşşirıne ve münzirıne ve enzele mealhümül kitabe bil hakkı li yahküme beynen nasi fımahtelefu fıh ve mahtelefe fıhi illellezıne utuhü mim ba’di ma caethümül beyyinatü bağyem beynehüm fe hedellahüllezıne amenu limahtelefu fıhi minel hakkı bi iznih vallahü yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym
|
BAKARA 2:253
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
anlaşmazlığa düştüler
|
İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya apaçık belgeler verdik ve O’nu Ruhu’l-Kudüs’le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır.
|
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۘ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللَّهُ ۖ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ ۚ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ ۗ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ آمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَ ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
Tilker rusülü faddalna ba’dahüm ala ba’d minhüm men kellemellahe ve rafea ba’dahüm deracat ve ateyna ıysebne meryemel beyyinati ve eyyednahü bi ruhıl kudüs ve lev şaellahü maktetelellezıne mim ba’dihim mim ba’di ma caethümül beyyinatü ve lakinıltelefu fe minhüm men amene ve minhüm men kefar ve lev şaellahü maktetelu ve lakinnellahe yef’alü ma yürıd
|
BAKARA 2:255
خَلْفَهُمْ
ḣalfehum
arkalarında
|
Allah... O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür.
|
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۖ وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۖ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا ۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum la te’huzühu sinetüv vela nevm lehu ma fis semavati ve ma fil ard men zellezı yeşfeu ındehu illa bi iznih ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yühıytune bi şey’im min ılmihı illa bi ma şa’ vesia kürsiyyühüs semavati vel ard ve la yeudühu hıfzuhüma ve hüvel alıyyül azıym
|
ENFAL 8:42
لَاخْتَلَفْتُمْ
lāḣteleftum
buluşamazdınız
|
Hani siz vadinin yakın kenarında, onlar uzak yamacındaydılar; kervan ise sizden daha aşağıdaydı. Eğer sözleşseydiniz, kaçınılmaz olarak sözleşme yeri (veya konusu) hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz; ancak Allah, olacağı olan işi gerçekleştirmek için (böyle yaptı). Böylece, helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın. Şüphesiz Allah, gerçekten işitendir, bilendir.
|
إِذْ أَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوَىٰ وَالرَّكْبُ أَسْفَلَ مِنْكُمْ ۚ وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْمِيعَادِ ۙ وَلَٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللَّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولًا لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيَىٰ مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍ ۗ وَإِنَّ اللَّهَ لَسَمِيعٌ عَلِيمٌ
İz entüm bil udvetid dünya ve hüm bil udvetil kusva ver rakbü esfele minküm ve lev tevaadtüm lahteleftüm fil mıadi ve lakil li yakdıyellahü emran kane mef’ulel li yehlike men heleke am beyyinetiv ve yahya men hayye am beyyineh ve innellahe le semıun alım
|
ENFAL 8:57
خَلْفَهُمْ
ḣalfehum
arkalarında ki
|
Bundan dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından gelecek olanlar(ı caydır). Umulur ki ibret alırlar.
|
فَإِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Fe imma teskafennehüm fil harbi fe şerrid bihim men halfehüm leallehüm yezzekkerun
|
ÂL-I İMRAN 3:9
|
"Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez."
|
رَبَّنَا إِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فِيهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ
Rabbena inneke camiun nasi li yevmil la raybe fıh innellahe la yuhlifül mıad
|
ÂL-I İMRAN 3:19
اخْتَلَفَ
ḣtelefe
ayrılığa düşmediler
|
Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkar ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.
|
إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ ۗ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۗ وَمَنْ يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ
İnned dıne indellahil islam ve mahtelefellezıne utül kitabe illa mem ba’di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm ve mey yekfür bi ayatillahi fe innellahe serıul hısab
|
ÂL-I İMRAN 3:55
تَخْتَلِفُونَ
teḣtelifūne
ayrılığa düştüğünüz
|
Hani Allah, İsa’ya demişti ki "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim."
|
إِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَىٰ إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۖ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
İz kalellahü ya ıysa innı müteveffıke ve rafiuke ileyye ve mütahhiruke minellezıne keferu ve caılüllezınettebeuke fevkallezıne keferu ila yevmil kıyameh sümme ileyye merciuküm fe ahkümü beyneküm fıma küntüm fıhi tahtelifun
|
ÂL-I İMRAN 3:105
وَاخْتَلَفُوا
veḣtelefū
ve ihtilaf edenler
|
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.
|
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ ۚ وَأُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Ve la tekunu kellezıne teferraku vahtelefu mim ba’di ma caehümül beyyinat ve ülaike lehüm azabün azıym
|
ÂL-I İMRAN 3:170
خَلْفِهِمْ
ḣalfihim
arkalarından
|
Allah’ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki, onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir.
|
فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Ferihıyne bi ma atahümüllahü min fadlihı ve yestebşirune billezıne lem yelhaku bihim min halfihım ella havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
|
ÂL-I İMRAN 3:190
وَاخْتِلَافِ
veḣtilāfi
ve gidip gelişinde
|
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.
|
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ
İnne fı halkıs semavati vel erdı vahtilafil leyli ven nehari le ayatil li ülil elbab
|
ÂL-I İMRAN 3:194
تُخْلِفُ
tuḣlifu
caymazsın
|
"Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi ’hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dine muhalefet etmeyensin."
|
رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلَىٰ رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ
Rabbena ve atina ma veadtena ala rusülike ve la tuhzina yevmel kıyameh inneke la tuhlifül mıad
|
NISA 4:9
خَلْفِهِمْ
ḣalfihim
arkalarında
|
Arkalarında bıraktıkları zayıf çocuklardan dolayı korku duyanların, (vasiyetleri altında olanlar için de) içleri ürpertiyle titresin. Allah’tan korksunlar ve onlara doğru söz söylesinler.
|
وَلْيَخْشَ الَّذِينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْ فَلْيَتَّقُوا اللَّهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا
Velyahşellezıne lev teraku min halfihim zürriyyeten dıafen hafu aleyhim felyettekullahe velyekulu kavlen sedıda
|
NISA 4:82
اخْتِلَافًا
ḣtilāfen
birbirini tutmaz
|
Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
|
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ ۚ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللَّهِ لَوَجَدُوا فِيهِ اخْتِلَافًا كَثِيرًا
E fe la yetedebberunel kur’an ve lev kane min ındi ğayrullahi le vcedu fıhıhtilafen kesıra
|
NISA 4:157
اخْتَلَفُوا
ḣtelefū
ayrılığa düşenler
|
Ve "Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
|
وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللَّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ ۚ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ ۚ مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ ۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا
Ve kavlihim inna katelnel mesıha ıysebne meryeme raulellah ve ma kateluhü ve ma salebuhü ve lakin şübbihe lehüm ve innellezınahtelefu fıhi le fı şekkim minh ma lehüm bihı min ılmin illettibaaz zann ve ma kateluhü yekıyna
|
NUR 24:55
لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ
leyesteḣlifennehum
onları hükümran kılacaktır
|
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ’güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ’güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.
|
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَىٰ لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا ۚ يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا ۚ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Veadellahüllezıne amenu minküm ve amilus salihüti le yestahlifennehüm fil erdı kemestahlefellezıne min kablihim ve le yümükkinenne lehüm dinehümül lezirteda lehüm ve le yübeddilennehüm mim ba’di havfihim emna ya’büdunenı la yüşrikune ve şey’a ve men kefera ba’de zalike fe ülaike hümül fasikun
|
NUR 24:55
اسْتَخْلَفَ
steḣlefe
hükümran kıldığı
|
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ’güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ’güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.
|
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَىٰ لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا ۚ يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا ۚ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Veadellahüllezıne amenu minküm ve amilus salihüti le yestahlifennehüm fil erdı kemestahlefellezıne min kablihim ve le yümükkinenne lehüm dinehümül lezirteda lehüm ve le yübeddilennehüm mim ba’di havfihim emna ya’büdunenı la yüşrikune ve şey’a ve men kefera ba’de zalike fe ülaike hümül fasikun
|
NUR 24:63
يُخَالِفُونَ
yuḣālifūne
aykırı davranan(lar)
|
Elçinin çağırmasını, kendi aranızda kiminizin kimini çağırması gibi saymayın. Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten bilir. Böylece onun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acı bir azabın çarpmasından sakınsınlar.
|
لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا ۚ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا ۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
La tec’alu düaer rasuli beyneküm ke düai ba’dıküm ba’da kad ya’lemüllahüllezıne yetesellelune minküm livaza fel yahzerillezıne yühalifune an emrihı en tüsıybehüm fitnetün ev yüsıybehüm azabün elım
|
FETIH 48:11
الْمُخَلَّفُونَ
l-muḣallefūne
geri bırakılanlar
|
Bedevilerden geride bırakılanlar, sana diyecekler ki "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile." Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki "Şimdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah’a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir? Hayır, Allah yaptıklarınızı haber alandır."
|
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا ۚ يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ ۚ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا ۚ بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Se yekulü lekel mühallefune minel a’rabi şeğaletna emvalüna ve ehluna festağfir lena yekulune bi elsinetihim ma leyse fi kulubihim Kul fe mey yemlikü leküm minellahi şey’en in erade biküm darran ev erade biküm nefa bel kanellahü bima ta’melune habıra
|
FETIH 48:15
الْمُخَلَّفُونَ
l-muḣallefūne
geri bırakılanlar
|
(Savaştan) Geride bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki "Bizi bırakın da sizi izleyelim." Onlar, Allah’ın kelamını değiştirmek istiyorlar. De ki "Siz, kesin olarak bizim izimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurdu." Bunun üzerine "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir.
|
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انْطَلَقْتُمْ إِلَىٰ مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ ۖ يُرِيدُونَ أَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ ۚ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذَٰلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِنْ قَبْلُ ۖ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا ۚ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلًا
Se yekulül mühallefune izen talaktüm ila meğanime li te’huzuha zeruna nettebı’küm yürıdune ey yübeddilu kelamellah kul len tettebiuna kezaliküm kalellahü min kabl fe se yekulune bel tahsüdunena bel kanu la yefkahune illa kalıla
|
FETIH 48:16
لِلْمُخَلَّفِينَ
lilmuḣallefīne
geride kalanlara
|
Bedevilerden geride bırakılanlara de ki "Siz yakında zorlu savaşçı olan bir kavme çağrılacaksınız; onlarla (ya) savaşırsınız ya da (onlar) Müslüman olurlar. Bu durumda eğer itaat ederseniz, Allah, size güzel bir ecir verir; eğer bundan önce sırt çevirdiğiniz gibi (yine) sırt çevirirseniz, sizi acı bir azap ile azaplandırır."
|
قُلْ لِلْمُخَلَّفِينَ مِنَ الْأَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ إِلَىٰ قَوْمٍ أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ ۖ فَإِنْ تُطِيعُوا يُؤْتِكُمُ اللَّهُ أَجْرًا حَسَنًا ۖ وَإِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Kul lil muhallefıne minel a’rabi se tüd’avne ila kavmin ülı be’sin şedıdin tükatilunehüm ev yüslimun fe in tütıy’u yü’tikümüllahü ecran hasena ve in tetevellev kema tevelleytüm min kablü yüazzibküm azaben elıma
|
MAIDE 5:33
|
Allah’a ve Resûlü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azap vardır.
|
إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا أَنْ يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ أَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْأَرْضِ ۚ ذَٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا ۖ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu ve yes’avne fil erdı fesaden ey yükattelu ev yüsallebu ev tükattaa eydıhim ve ercülühüm min hılafin ev yünfev minel ard zalike lehüm hızyün fid dünya ve lehüm fil ahırati azabün azıym
|
MAIDE 5:48
تَخْتَلِفُونَ
teḣtelifūne
ayrılığa düşmüş
|
Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ’bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
|
وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ ۖ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ ۖ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ ۚ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ ۖ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ ۚ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Ve enzelna ileykel kitabe bil hakkı müsaddikal lima beyne yedeyhi minel kitabi ve mühayminen aleyhi fahküm beynehüm bima enzelellahü ve la tettebı’ ehvaehüm amma caeke minel hakk li küllin cealna minküm şir’atev ve minhaca ve lev şaellahü le cealeküm ümmetev vahıdetev ve lakil li yeblüveküm fı ma ataküm festebikul hayrat ilellahi merciuküm cemıan fe yünebbiüküm bi ma küntüm fıhi tahtelifun
|
HADID 57:7
مُسْتَخْلَفِينَ
musteḣlefīne
hakim
|
Allah’a ve Resûlü’ne iman edin. "Sizi kendilerinde halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği’ şeylerden infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlara büyük bir ecir vardır.
|
آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَفِينَ فِيهِ ۖ فَالَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَأَنْفَقُوا لَهُمْ أَجْرٌ كَبِيرٌ
Aminu billahi ve resulihi ve enfiku mimma ce’alekum mustahlefiyne fiyhi felleziyne amenu minkum ve enfeku lehum ecrun kebiyrun.
|
TEVBE 9:77
أَخْلَفُوا
eḣlefū
döndüklerinden
|
Böylece O da, Allah’a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı (sonuçta köklü bir duygu olarak) yerleşik kıldı.
|
فَأَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا فِي قُلُوبِهِمْ إِلَىٰ يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا أَخْلَفُوا اللَّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Fe a’kabehüm nifakan fı kulubihim ila yevmi yelkavnehu bi ma ahlefüllahe ma veaduhü ve bi ma kanu yekzibun
|
TEVBE 9:81
الْمُخَلَّفُونَ
l-muḣallefūne
muhalefet ederek
|
Allah’ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı.
|
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللَّهِ وَكَرِهُوا أَنْ يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّ ۗ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا ۚ لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Ferihal mühallefune bi mak’adihim hılafe rasulillahi ve kerehu ey yücahidu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillahi ve kalu la tenfiru fil harr kul naru cehenneme eşddü harra lev kanu yefkahun
|
TEVBE 9:81
خِلَافَ
ḣilāfe
geride kalanlar
|
Allah’ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı.
|
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللَّهِ وَكَرِهُوا أَنْ يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّ ۗ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا ۚ لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Ferihal mühallefune bi mak’adihim hılafe rasulillahi ve kerehu ey yücahidu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillahi ve kalu la tenfiru fil harr kul naru cehenneme eşddü harra lev kanu yefkahun
|
TEVBE 9:83
الْخَالِفِينَ
l-ḣālifīne
geri kalanlarla
|
Bundan böyle, Allah seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de, (yine savaşa) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki "Kesin olarak benimle hiçbir zaman (savaşa) çıkamazsınız ve kesin olarak benimle bir düşmana karşı savaşamazsınız. Çünkü siz oturmayı ilk defa hoş gördünüz; öyleyse geride kalanlarla birlikte oturun."
|
فَإِنْ رَجَعَكَ اللَّهُ إِلَىٰ طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا ۖ إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفِينَ
Fe ir raceakellahü ila taifetim minhüm feste’zenuke lil huruci fe kul len tahrucu meıye ebedev ve len tükatilu meıye adüvva inneküm radıytüm bil kuudi evvele merratin fak’udu meal halifın
|
TEVBE 9:87
الْخَوَالِفِ
l-ḣavālifi
geride kalan kadınlarla
|
(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar.
|
رَضُوا بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
Radu bi ey yekunu meal havalifi ve tubia ala kulubihim fehüm la yefkahun
|
TEVBE 9:93
الْخَوَالِفِ
l-ḣavālifi
geri kalan kadınlarla
|
Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler.
|
إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ أَغْنِيَاءُ ۚ رَضُوا بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطَبَعَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
İnnemes sebılü alellezıne yeste’zinuneke ve hüm ağniya’ radu bi ey yekunu meal havalifi ve tabeallahü ala kulubihim fehüm la ya’lemun
|
TEVBE 9:118
خُلِّفُوا
ḣullifū
geri bırakılan
|
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
|
وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّىٰ إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا أَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللَّهِ إِلَّا إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا ۚ إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Ve ales selasetillezıne hulifu hatta iza dakat aleyhimül erdu bi ma rahubet ve dakat aleyhim enfüsühüm ve zannu el la melcee minallahi illa ileyh sümme tabe aleyhim li yetubu innellahe hüvet tevvabür rahıym
|
TEVBE 9:120
يَتَخَلَّفُوا
yeteḣallefū
geri kalmaları
|
Medine halkına ve çevresindeki bedevilere, Allah’ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, ’dayanılmaz bir açlık’ (çekmeleri), kafirleri ’kin ve öfkeyle ayaklandıracak’ bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.
|
مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ أَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللَّهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِأَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِهِ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ لَا يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَطَئُونَ مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا إِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
Ma kane li ehlil medıneti ve men havlehüm minel a’rabi ey yetehallefu ar rasulillahi ve la yerğabu bi enfüsihim an nefsih zalike bi ennehüm la yüsıybühüm zameüv ve la nesabü v ve la mahmesatün fı sebılillahi ve la yetaune mevtıey yeğıyzul küffara ve la yenalune min adüvvin neylen illa kütibe lehüm bihı amelün salıh innellahe la yüdıy’u ecral muhsinın
|