BAKARA 2:6
|
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.
|
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
İnnellezıne keferu sevaün aleyhim e enzertehüm em lem tünzirhüm la yü’minun
|
BAKARA 2:29
|
Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, herşeyi bilendir.
|
هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Hüvellezı haleka leküm ma fil erdı cemıan sümmesteva iles semai fe sevvahünne seb’a semavat ve hüve bi külli şey’in alım
|
BAKARA 2:29
فَسَوَّاهُنَّ
fe sevvāhunne
onları düzenledi
|
Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, herşeyi bilendir.
|
هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Hüvellezı haleka leküm ma fil erdı cemıan sümmesteva iles semai fe sevvahünne seb’a semavat ve hüve bi külli şey’in alım
|
BAKARA 2:108
|
Yoksa daha önce Musa’nın sorguya çekildiği gibi, siz de Resulünüzü sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim imanı inkar ile değişirse, artık o, dümdüz yoldan sapmış olur.
|
أَمْ تُرِيدُونَ أَنْ تَسْأَلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسَىٰ مِنْ قَبْلُ ۗ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ
Em türıdune en tes’elu rasuleküm kema süile musa min kabl ve mey yetebeddelil küfra bil ımani fe kad dalle sevaes sbil
|
ÂL-I İMRAN 3:64
سَوَاءٍ
sevā'in
eşit olan
|
De ki "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız."
|
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَىٰ كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ ۚ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
Kul ya ehlel kitabi tealev ila kelimetin sevaim beynena ve beyneküm ella na’büde ilellahe ve la nüşrike bihı şey’ev ve la yettehıze ba’duna ba’dan erbabem min dunillah fe in tevellev fe kulüşhedu bi enna müslimun
|
ÂL-I İMRAN 3:113
|
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.
|
لَيْسُوا سَوَاءً ۗ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَائِمَةٌ يَتْلُونَ آيَاتِ اللَّهِ آنَاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ
Leysu sevaa min ehlil kitabi ümmetün kaimetüy yetlune ayatillahi anael leyli ve hüm yecüdun
|
NISA 4:42
تُسَوَّىٰ
tusevvā
bir olmayı
|
O gün, küfre sapıp da elçiye isyan edenler, yerle bir olmayı ’severek-isteyecekler.’ Oysa Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler.
|
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّىٰ بِهِمُ الْأَرْضُ وَلَا يَكْتُمُونَ اللَّهَ حَدِيثًا
Yevmeiziy yeveddüllezıne keferu ve asavür rasule lev tüsevva bihimül ard ve la yüktümunellahe hadısa
|
NISA 4:89
|
Onlar, kendilerinin inkara sapmaları gibi sizin de inkara sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı.
|
وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَاءً ۖ فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ أَوْلِيَاءَ حَتَّىٰ يُهَاجِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۚ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ ۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Veddu lev tekfürune kema keferu fe tekunune sevaen fe la tettehızu minhüm evliyae hatta yühaciru fı sebılillah fe in tevellev fe huzuhüm vaktüluhüm haysü vecedtümuhüm ve la tettehızu minhüm veliyyev ve la nesıyra
|
NISA 4:95
|
Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va’detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
|
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُولِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ ۚ فَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً ۚ وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَفَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
La yestevil kaıdune minel mü’minıne ğayru ülid darari vel mücahidune fı sebılillahi bi emvalihim ve enfüsihim feddalellahül mücahidıne bi emvalihim ve enfüsihim alel kaıdıne deraceh ve küllev veadellahül husna ve feddalellahül mücahidıne alel kaıdıne ecran azıyma
|
MAIDE 5:12
|
Andolsun, Allah İsrailoğulları’ndan kesin söz (misak) almıştı. Onlardan on iki güvenilir- gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara "Gerçekten Ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır."
|
وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا ۖ وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ ۖ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ
Ve le kad ehazellahü mısaka benı israıl ve beasna minhümüsney üşera nekıyba ve kalellahü innı meaküm lein ekamtümüs salate ve ateytümüz zekate ve amentüm bi rusülı ve azzertümuhüm ve akradtümüllahe kardan hasenel le ükeffiranne anküm seyyiatiküm ve le üdhılenneküm cennatin tecrı min tahtihel enhar fe men kefera ba’de zalike minkümfe kad dalle sevaes sebıl
|
MAIDE 5:60
|
De ki "Allah Katında, ’kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır."
|
قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذَٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللَّهِ ۚ مَنْ لَعَنَهُ اللَّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ ۚ أُولَٰئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَأَضَلُّ عَنْ سَوَاءِ السَّبِيلِ
Kul hel ünebbiüküm bi şerrim min zalike mesubeten ındellah mel leanehüllahü ve ğadıbe aleyhi ve ceale minhümül kıradete vel hanazıra ve abedet tağut ülaike şerrum mekanev ve edallü an sevais sebıl
|
MAIDE 5:77
|
De ki "Ey Kitap Ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce sapmış, birçoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek ve tutku)larına uymayın."
|
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُوا أَهْوَاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَأَضَلُّوا كَثِيرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَاءِ السَّبِيلِ
Kul ya ehlel kitabi la tağlu fı dıniküm ğayral hakkı ve la tettebiu ehvae kavmin kad dallu min kablü ve edallu kesırav ve dallu an sevais sebıl
|
MAIDE 5:100
|
De ki "Murdar ile temiz -murdarın çokluğu hoşuna gitse de- bir olmaz. Ey temiz akıl sahipleri, Allah’tan korkup-sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.
|
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ ۚ فَاتَّقُوا اللَّهَ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Kul la yestevil habisü vet tayyibü ve lev a’cebeke kesratül habıs fettekullahe ya ülil elbabi lealleküm tüflihun
|
EN'ÂM 6:50
|
De ki "Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"
|
قُلْ لَا أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ ۖ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ ۚ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ
Kul la ekulü leküm ındı hazainüllahi ve la a’lemül ğaybe ve la ekulü leküm innı melek in ettebiu illa ma yuha ileyy kul hel yestevil a’ma vel besıyr e fe la tetefekkerun
|
A'RAF 7:54
اسْتَوَىٰ
stevā
istiva etti
|
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.
|
إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ ۗ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ ۗ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
İnne rabbekümüllahüllezı halekas semavati vel erda fı sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasısev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül alemın
|
A'RAF 7:193
|
Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.
|
وَإِنْ تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ لَا يَتَّبِعُوكُمْ ۚ سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ أَدَعَوْتُمُوهُمْ أَمْ أَنْتُمْ صَامِتُونَ
Ve in ted’uhüm ilel hüda la yettebiuküm sevaün aleyküm e deavtümuhüm em entüm samitun
|
ENFAL 8:58
سَوَاءٍ
sevā'in
aynı şekilde
|
Eğer bir kavmin ihanet edeceğinden kesin olarak korkarsan, sen de açık ve adil bir tutumla (onlarla olan anlaşma metnini ve diplomatik ilişkiyi) at. Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez.
|
وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْخَائِنِينَ
Ve imma tehafenne min kavmin hıyaneten fembiz ileyhim ala seva’ innellahe la yühıbbül hainın
|
TEVBE 9:19
يَسْتَوُونَ
yestevūne
eşit
|
Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.
|
أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۚ لَا يَسْتَوُونَ عِنْدَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
E cealtüm sikayetel hacci ve ımaratel mescidil harami ke men amen billahi vel yevmil ahıri ve cahede fı sebılillah la yestevune ındellah vallahü la yehdil kavmez zalimın
|
YUNUS 10:3
|
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah’tır. O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O’na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?
|
إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ ۖ مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلَّا مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
İnne rabbe kümüllahüllezı halekas semavati vel erda fı sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yüdebbirul emr ma min şefıın illa mim ba’di iznih zalikümüllahü rabbüküm fa’büduh efela tezekkerun
|
HUD 11:24
يَسْتَوِيَانِ
yesteviyāni
ikisi eşit
|
Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?
|
مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالْأَعْمَىٰ وَالْأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ ۚ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Meselül ferıkayni kel a’ma vel esammi vel baıyri ves semiy’ hel yesteviyani mesela e fe la tezekkerun
|
HUD 11:44
وَاسْتَوَتْ
vestevet
ve oturdu
|
Denildi ki "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da "Uzak olsunlar" denildi.
|
وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ ۖ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Ve kıyle ya erdubleıy maeki ve ya semaü akliıy ve ğıdal maü ve kudıyel emru vestevet alel cudiyyi ve kıyle bu’del lil kavmiz zalimın
|
RA'D 13:2
اسْتَوَىٰ
stevā
istiva etti
|
Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.
|
اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۚ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Allahüllezı rafeas semavati bi ğayri amedin teravneha sümmesteva alel arşi ve sehharaş şemse vel kamer yüdebbirul emra yüfassılül ayati lealleküm bi likai rabbiküm tukınun
|
RA'D 13:10
|
Sizden sözü saklı tutan da, onu açığa vuran da, geceleyin gizlenen de ve gündüzün ortaklıkta gezen de (O’nun Katında bilme bakımından) birdir.
|
سَوَاءٌ مِنْكُمْ مَنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
Sevaüm minküm men eserral kavle ve men cehera bihı ve men hüve müstahfim bil leyli ve saribüm bin nehar
|
RA'D 13:16
يَسْتَوِي
yestevī
bir olur mu?
|
De ki "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki "Allah’tır." De ki "Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki "Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki "Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır ve O, tektir, kahredici olandır."
|
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ ۚ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِأَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ ۗ أَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ ۚ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Kul mer rabbüs semavati vel erdı kulillah kul e fettehaztüm min dunihı evliyae la yemlikune li enfüsihim nef’av ve la darra kul hel yestevil a’ma vel besıyru em hel testeviz zulümanüt ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkıhı fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey’iv ve hüvel vahıdül kahhar
|
RA'D 13:16
تَسْتَوِي
testevī
bir olur mu?
|
De ki "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki "Allah’tır." De ki "Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki "Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki "Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır ve O, tektir, kahredici olandır."
|
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ ۚ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِأَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ ۗ أَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ ۚ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Kul mer rabbüs semavati vel erdı kulillah kul e fettehaztüm min dunihı evliyae la yemlikune li enfüsihim nef’av ve la darra kul hel yestevil a’ma vel besıyru em hel testeviz zulümanüt ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkıhı fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey’iv ve hüvel vahıdül kahhar
|
İBRAHIM 14:21
سَوَاءٌ
sevā'un
artık birdir
|
Onların tümü-toplanıp (kıyamette) Allah’ın huzuruna çıktılar da zayıflar (müstaz’aflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki "Şüphesiz, biz size tabi idik; şimdi siz, bizden Allah’ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?" Dediler ki "Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de fark etmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur."
|
وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ ۚ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ ۖ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ
Ve berazu lillahi cemıan fe kaled duafaü lillezınestekberu inna künna leküm tebean fe hel entüm muğnune anna min azabillahi min şey’ kalu lev hedanellahü le hedeynaküm sevaün aleyna ecezı’na em saberna ma lena mim mehıys
|
HICR 15:29
سَوَّيْتُهُ
sevveytuhu
onu düzenlediğim
|
"Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhum’dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın."
|
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
Fe iza sevveytühu ve nefahtü fıhi mir ruhıy fekau lehu sacidın
|
NAHL 16:71
سَوَاءٌ
sevā'un
eşit olacak şekilde
|
Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nimetini inkar mı ediyorlar?
|
وَاللَّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ فِي الرِّزْقِ ۚ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُوا بِرَادِّي رِزْقِهِمْ عَلَىٰ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاءٌ ۚ أَفَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ
Vallahü faddale ba’daküm ala ba’dın fir rızk femellezıne füddılu bi raddı rizkıhim ala ma meleket eymanühüm fe hüm fıhi seva’ ife bi nı’metillahi yechadun
|
NAHL 16:75
يَسْتَوُونَ
yestevūne
bunlar eşit
|
Allah, (Kendisi’ne ortak koştuğunuz ilahlar konusunda) hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infak eden kimseyi örnek olarak gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’ındır; fakat onların çoğu bilmezler.
|
ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا عَبْدًا مَمْلُوكًا لَا يَقْدِرُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا ۖ هَلْ يَسْتَوُونَ ۚ الْحَمْدُ لِلَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Darabellahü meselen abdem memlukel la yakdiru ala şey’iv ve mer razaknahü minna zirkan hasenen fe hüve yünfiku minhü sirrav ve cehra hel yestevun elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya’lemun
|
NAHL 16:76
يَسْتَوِي
yestevī
gibi olur mu?
|
Allah şu örneği verdi İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?
|
وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَىٰ مَوْلَاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ ۖ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ ۙ وَهُوَ عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
Ve darabellahü meseler racüleyni ehadühüma ebkemü la yakdiru ala şey’iv ve hüve kellün ala mevlahü eynema yüveccihhü la ye’ti bi hayr hel yestevı hüve ve mey ye’müru bil adli ve hüve ala sıratım müstekıym
|
KEHF 18:37
سَوَّاكَ
sevvāke
seni biçimlendireni
|
Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?"
|
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا
Kale lehu sahıbühu ve hüve yühavirruhu e keferte billezı halekake min türabin sümme min nutfetin sümme sevvake racüla
|
KEHF 18:96
سَاوَىٰ
sāvā
aynı seviyeye getirince
|
"Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra) dedi ki "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim."
|
آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا سَاوَىٰ بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُوا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا
Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra
|
MERYEM 19:10
سَوِيًّا
seviyyen
sapasağlam olduğun halde
|
Dedi ki "Rabbim, bana bir alamet (ayet) ver." Dedi ki "Senin alametin, sapasağlam iken, üç tam gece insanlarla konuşmamandır."
|
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً ۚ قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَ لَيَالٍ سَوِيًّا
Kale rabbic’al lı ayeh kale ayetüke ella tükellimen nase selase leyalin seviyya
|
MERYEM 19:17
|
Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril’i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
|
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
Fettehazet min dunihim hıcaben fe erselna ileyha ruhana fe temessele leha beşaren seviyya
|
MERYEM 19:43
|
"Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım."
|
يَا أَبَتِ إِنِّي قَدْ جَاءَنِي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْنِي أَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا
Ya ebeti innı kad caenı minel ılmi ma lem ye’tike fettebı’nı ehdike sıratan seviyya
|
TA-HA 20:5
اسْتَوَىٰ
stevā
istiva etmiş(kurulmuş)tur
|
Rahman (olan Allah) arşa istiva etmiştir.
|
الرَّحْمَٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَىٰ
Errahmanü alel arşisteva
|
TA-HA 20:58
|
"Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ’buluşma zamanı ve yeri’ tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun" dedi.
|
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنْتَ مَكَانًا سُوًى
Fe le ne’tiyenneke bi sıhrim mislihı fec’al beynena ve belneke mev’ıdel la nuhlifühu nahnü ve la ente mekanen süva
|
TA-HA 20:135
السَّوِيِّ
s-seviyyi
düzgün
|
De ki "Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun. Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri kimlermiş ve doğru yola ulaşan kimlermiş, pek yakında öğreneceksiniz."
|
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَىٰ
Kul küllüm müterabbisun fe terabbesu fe se ta’lemune men ashabüs sıratıs seviyyi ve menihteda
|
ENBIYA 21:109
سَوَاءٍ
sevā'in
eşit biçimde
|
Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki "Size eşitlik üzere açıklamada bulundum. Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azap günü) yakın mı, uzak mı, bilemem."
|
فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنْتُكُمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ ۖ وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَمْ بَعِيدٌ مَا تُوعَدُونَ
Fe in tevellev fe kul azentüküm ala seva’ ve in edrı e karıbün em beıydüm ma tuadun
|
HAC 22:25
سَوَاءً
sevā'en
eşit (ibadet yeri)
|
Gerçek şu ki, inkar edip Allah yolundan ve yerlilerle dışarıdan gelenler için eşit olarak (haram ve kıble) kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlara, orada zulmederek adaletten ayrılanlara acı bir azap taddırırız.
|
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ ۚ وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ
İnnellezıne keferu ve yesuddune an sebılillahi vel mescidil haramillezı cealnahü lin nasi sevaenil akifü fıhi vel bad ve mey yürid fıhi bi ilhadim bi zulmin nüzıkhü min azabin elım
|
MÜ'MINUN 23:28
اسْتَوَيْتَ
steveyte
yerleştiğiniz
|
"Böylece sen, beraberinde olanlarla gemiye bindiğinde o zaman de ki "Bizi o zulmeden kavimden kurtaran Allah’a hamd olsun."
|
فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Fe izesteveyte ente ve mem meake alel fülki fe kulil hamdü lillahillezı neccana minel kavmiz zalimın
|
FURKAN 25:59
|
O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva edendir. Rahman (olan Allah)dır. Bunu (bundan) haberi olana sor.
|
الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۚ الرَّحْمَٰنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا
Ellezı halekas semavati vel erda ve ma beynehüma fı sitteti eyyamin sümmesteva alel arşir rahmanü fes’el bihı habıra
|
ŞU'ARA 26:98
نُسَوِّيكُمْ
nusevvīkum
sizi eşit tutuyorduk
|
"Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
|
إِذْ نُسَوِّيكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
İz nüsevvıküm bi rabbil alemın
|
ŞU'ARA 26:136
|
Dediler ki "Bizim için fark etmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da."
|
قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظِينَ
Kalu sevaün aleyna e veazte em lem teküm minel vaızıyn
|
KASAS 28:14
وَاسْتَوَىٰ
vesteve
ve olgunlaşınca
|
O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir ’hüküm ve hikmet’ ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz.
|
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَىٰ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Ve lemma beleğa eşüddehu vesteva ateynahü hukmev ve ılma ve kezalike neczil muhsinın
|
KASAS 28:22
|
Medyen’e doğru yöneldiğinde de "Umarım Rabbim, beni doğru bir yola yöneltip iletir" dedi.
|
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسَىٰ رَبِّي أَنْ يَهْدِيَنِي سَوَاءَ السَّبِيلِ
Ve lemma teveccehe tilkae medyene kale asa rabbı ey yehdiyenı sevaes sebıl
|
RUM 30:28
سَوَاءٌ
sevā'un
eşit olan
|
Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? "İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.
|
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ أَنْفُسِكُمْ ۖ هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنْتُمْ فِيهِ سَوَاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Darabe leküm meselem min enfüsiküm hel leküm mim ma meleket eymanüküm min şürakae fı ma razaknaküm fe entüm fıhi sevaün tehafunehüm ke hıyfetiküm enfüseküm kezalike nüfassılül ayati li kavmiy ya’kılun
|
SECDE 32:4
اسْتَوَىٰ
stevā
istiva etti
|
Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?
|
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ ۚ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Allahüllezı halekas semavati vel erda ve ma beynehüma fı sitteti eyyamin sümmesteva alel arş ma leküm min dunihı miv veliyyiv ve la şefiy’ efela tetezekkerun
|
SECDE 32:9
سَوَّاهُ
sevvāhu
ona biçim verdi
|
Sonra onu ’düzeltip bir biçime soktu’ ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?
|
ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ ۖ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ
Sümme sevvahü ve nefeha fiyhi mir ruhıhı ve ceale lekümüs sem’a vel ebsara vel efideh kaliylem ma teşkürun
|
SECDE 32:18
يَسْتَوُونَ
yestevūne
bir olmazlar
|
Öyleyse, iman eden kimse, fasık olan gibi olur mu? Bunlar eşit olmazlar.
|
أَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًا ۚ لَا يَسْتَوُونَ
E femen kane mü’minen ke men kane fasika la yestevun
|
FATIR 35:12
|
İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O’nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.
|
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَٰذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ ۖ وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا ۖ وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve ma yestevil bahrani haza azbün füratün saiğun şerabühu ve haza milhun ücacve min küllin te’külune lahmen tariyyev ve testahricune hılyeten telbesuneha ve teral fülke fıhi mevahıra li tebteğu min fadlihı ve lealleküm teşkürun
|
FATIR 35:19
|
Kör olanla (basiretle) gören bir değildir;
|
وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ
Ve ma yesteil a’ma vel besıyr
|
FATIR 35:22
|
Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.
|
وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاءُ وَلَا الْأَمْوَاتُ ۚ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ ۖ وَمَا أَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
Ve ma yestevil ahyaü ve lel emvat innellahe yüsmiu mey yeşa’ ve ma ente bi müsmiım men fil kubur
|
YASIN 36:10
وَسَوَاءٌ
ve sevā'un
birdir
|
Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar.
|
وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Ve sevaün aleyhim e enzertehüm em lem tünzirhüm la yü’minun
|
SAFFAT 37:55
|
Derken, bakıverdi, onu ’çılgınca yanan ateşin’ tam ortasında gördü.
|
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ
Fattalea fe raahü fı sevail cehıym
|
SAD 38:22
سَوَاءِ
sevā'i
ortasına (adalete)
|
Davud’a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; dediler ki "Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet."
|
إِذْ دَخَلُوا عَلَىٰ دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَىٰ سَوَاءِ الصِّرَاطِ
İz dehalu ala davude fe fezia minhüm kalu la tehaf hasmani beğa ba’duna ala ba’dın fahküm beynena bil hakkı ve la tüştıt vehdina ila sevais sırat
|
SAD 38:72
سَوَّيْتُهُ
sevveytuhu
onu biçimlendirdiğim
|
"Onu bir biçime sokup, ona Ruhum’dan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın."
|
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
Fe iza sevveytühu ve nefahtü fıhi mir ruhıy fekau lehu sacidın
|
ZÜMER 39:9
|
Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler."
|
أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ ۗ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ ۗ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ
Emmen hüve kanitün anael leyli sacidev ve kaimey yahzerul ahırate ve yercu rahmete rabbih kul hel yestevillezıne ya’lemune vellezıne la ya’lemun innema yetezekkeru ülül elbab
|
ZÜMER 39:29
يَسْتَوِيَانِ
yesteviyāni
eşit
|
Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar.
|
ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَجُلًا فِيهِ شُرَكَاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِرَجُلٍ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا ۚ الْحَمْدُ لِلَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Darabellahü meseler racülen fıhi şürakaü müteşakisune ve racülen selemel li racül hel yesteviyani mesela elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya’lemun
|
MÜ'MIN 40:58
|
Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz.
|
وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُسِيءُ ۚ قَلِيلًا مَا تَتَذَكَّرُونَ
Ve ma yestevil a’ma vel besıyru vellezıne amenu ve amilus salihati ve lel müsi’ kalılem ma tetezekkerun
|
FUSSILET 41:10
سَوَاءً
sevā'en
eşit olarak
|
Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.
|
وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاءً لِلسَّائِلِينَ
Ve ceale fıha ravasiye min fevkıha ve barake fıha ve kaddera fıha akvateha fı erbeati eyyam sevael lis sailın
|
FUSSILET 41:11
|
Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.
|
ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ
Sümmesteva iles semai ve hiye dühanün fe kale leha ve lil erdı’tiya tav’an ev kerha kaleta eteyna taiıyn
|
FUSSILET 41:34
|
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
|
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ۚ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ
Ve la testevil hasenetü ve les seyyieh idfa’ billetı hiye ahsenü fe izellezı beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamım
|
ZUHRUF 43:13
لِتَسْتَوُوا
litestevū
binmeniz için
|
Onların sırtlarına binip-doğrulmanız, sonra doğrulduğunuz zaman, Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve "Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne Yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık" demeniz için.
|
لِتَسْتَوُوا عَلَىٰ ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ
Li testevu ala zuhurihı sümme tezküru nı’mete rabbiküm izesteveytüm aleyhi ve tekulu sübhanellezı sehhara lena haza ve ma künna lehu mukrinın
|
ZUHRUF 43:13
اسْتَوَيْتُمْ
steveytum
bindiğiniz
|
Onların sırtlarına binip-doğrulmanız, sonra doğrulduğunuz zaman, Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve "Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne Yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık" demeniz için.
|
لِتَسْتَوُوا عَلَىٰ ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ
Li testevu ala zuhurihı sümme tezküru nı’mete rabbiküm izesteveytüm aleyhi ve tekulu sübhanellezı sehhara lena haza ve ma künna lehu mukrinın
|
DUHAN 44:47
|
"Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin."
|
خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَاءِ الْجَحِيمِ
Huzuhü fa’tiluhü ila sevail cehıym
|
CASIYE 45:21
سَوَاءً
sevā'en
bir olacak (öyle mi?)
|
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.
|
أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ ۚ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Em hasibel lezınecterahus seyyiati en nec’alehüm kellezıne amenu ve amilus salihati sevaem mahyahüm ve mematühüm sae ma yahkümun
|
FETIH 48:29
فَاسْتَوَىٰ
festevā
derken dikilen
|
Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur İncil’deki vasıfları ise Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.
|
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ ۚ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ ۖ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا ۖ سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِمْ مِنْ أَثَرِ السُّجُودِ ۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ ۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنْجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ ۗ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Muhammedür rasulüllah vellezıne meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve rıdvana sımahüm fı vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incıl ke zer’ın ahrace şat’ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukıhı yu’cibüz zürraa li yeğıyza bihimül küffar veadellahüllezıne amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran azıyma
|
TUR 52:16
|
"Girin ona; artık ister sabredin, ister sabretmeyin. Sizin için birdir. Siz ancak, yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz."
|
اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ ۖ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Islavha fasbiru ev la tasbiru sevaun aleykum innema tüczevne ma kuntum ta’melun
|
NECM 53:6
فَاسْتَوَىٰ
festevā
ve doğruldu
|
(Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.
|
ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَىٰ
Zu mirrah festeva
|
HADID 57:4
|
Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir.
|
هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۚ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۖ وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ ۚ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Huvelleziy halekassemavati vel’arda fiy sitteti eyyamin summesteva ’alel’arşi ya’lemu ma yelicu fiylardı ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu minessemai ve ma ya’rucu fiyha ve huve me’akum eyne ma kuntum vallahu bima ta’melune besıyrun.
|
HADID 57:10
يَسْتَوِي
yestevī
bir olmaz
|
Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va’detmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
|
وَمَا لَكُمْ أَلَّا تُنْفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلِلَّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ لَا يَسْتَوِي مِنْكُمْ مَنْ أَنْفَقَ مِنْ قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ ۚ أُولَٰئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِنَ الَّذِينَ أَنْفَقُوا مِنْ بَعْدُ وَقَاتَلُوا ۚ وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
Ve malekum ella tunfiku fiy sebiylellahi ve lillahi miyrasussemavati vel’ardı la yesteviy minkum men enfeka min kablilfethı ve katele ulaike a’zamu dereceten minelleziyne enfeku min ba’du ve katelu ve kullen ve’adallahulhusna vallahu bima ta’melune habiyrun.
|
HAŞR 59:20
|
Ateş halkı ile cennet halkı bir olmaz. Cennet halkı ’umduklarına kavuşup mutluluk içinde olanlardır.’
|
لَا يَسْتَوِي أَصْحَابُ النَّارِ وَأَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۚ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ
La yesteviy ashabunnari ve ashabulcenneti ashabulcenneti humulfaizune.
|
MÜMTEHINE 60:1
|
Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hala sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur.
|
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ ۙ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي ۚ تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ ۚ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ
Ya eyyuhelleziyne amenu la tettehızu ’aduvviy ve ’aduvvekum evliyae tulkune ileyhim bilmeveddeti ve kad keferu bima caekum minelhakkı yuhricunerresule ve iyyakum en tu’minu billahi rabbikum in kuntum harectum cihaden fiy sebiyliy vebtiğae merdatiy tusirrune ileyhim bilmeveddeti ve ene a’lemu bima ahfeytum ve ma a’lentum ve men yef’alhu minkum fekad dalle sevaessebiyli.
|
MUNAFIKUN 63:6
|
Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık bir kavme hidayet vermez.
|
سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ أَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ لَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Sevun ’aleyhim estağferte lehum em lem testağfir lehum len yağfirallahu lehum innallahe la yehdiylkavmelfasikıyne.
|
MÜLK 67:22
|
Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı?
|
أَفَمَنْ يَمْشِي مُكِبًّا عَلَىٰ وَجْهِهِ أَهْدَىٰ أَمَّنْ يَمْشِي سَوِيًّا عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
Efemen yemşiy mukibben ’ala vechihi ehda emmen yemşiy seviyyen ’ala sıratın mustekıymin.
|
KIYAMET 75:4
نُسَوِّيَ
nusevviye
düzenlemeğe
|
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.
|
بَلَىٰ قَادِرِينَ عَلَىٰ أَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ
Bela kadiriyne ’ala en nusevviye benanehu.
|
KIYAMET 75:38
فَسَوَّىٰ
fe sevvā
ve düzenledi
|
Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ’düzen içinde biçim verdi.’
|
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّىٰ
Summe kane ’alekaten fehaleka fesevva.
|
NAZI'AT 79:28
فَسَوَّاهَا
fe sevvāhā
onu düzenledi
|
Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
|
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا
Refe’a semkeha fesevvaha.
|
İNFITAR 82:7
فَسَوَّاكَ
fesevvāke
seni düzenledi
|
Ki O, seni yarattı, ’sana bir düzen içinde biçim verdi’ ve seni bir itidal üzere kıldı.
|
الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
Elleziy halekake fesevvake fe’adeleke.
|
A'LA 87:2
فَسَوَّىٰ
fesevvā
düzenledi
|
Ki O, yarattı, ’bir düzen içinde biçim verdi’,
|
الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّىٰ
Elleziy haleka fesevva.
|
ŞEMS 91:7
سَوَّاهَا
sevvāhā
onu biçimlendirene
|
Nefse ve ona ’bir düzen içinde biçim verene’,
|
وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
Ve nefsin ve ma sevvaha.
|
ŞEMS 91:14
فَسَوَّاهَا
fe sevvāhā
ve orayı dümdüz etti
|
Fakat, onu yalanladılar, deveyi yere yıkıp öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla ’onları yerle bir etti, kırıp geçirdi’; orasını da dümdüz etti.
|
فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوَّاهَا
Fekezzebuhü fe’akaruha fedemdeme ’aleyhim rabbühüm bizenbihim fesevvaha.
|