Bayraktar Bayraklı | |
---|---|
ق ۚ وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ Kaf vel kur’anil mecid |
|
بَلْ عَجِبُوا أَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَٰذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ Bel acibu en caehum munzirum minhum fe kalel kafirune haza şey’un acib |
|
3. “Biz, ölüp toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Bu, akla uzak bir dönüştür.” |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ۖ ذَٰلِكَ رَجْعٌ بَعِيدٌ E iza mitna ve kunna turaba zalike rac’um beıyd |
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ ۖ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ Kad alimna ma tenkusul erdu minhum ve ındena kitabun hafıyz |
|
5. Doğrusu onlar, hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Şimdi onlar şaşırmış bir haldedirler. |
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَرِيجٍ Bel kezzebu bil hakkı lemma caehum fe hum fi emrim meric |
أَفَلَمْ يَنْظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ E fe lem yenzuru iles semai fevkahum keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc |
|
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ Vel erda medednaha ve elkayna fiha ravasiye ve embetna fiha min kulli zevcim behic |
|
8. Bunları, yönelen her kul için bir aydınlatma ve öğüt yaptık. |
تَبْصِرَةً وَذِكْرَىٰ لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ Tebsıratev ve zikra li kulli abdim munib |
9. Gökten bereketli bir su indirip, onunla bahçeler ve biçilecek ekinler bitirdik. |
وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُبَارَكًا فَأَنْبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ Ve nezzelna mines semai maem mubaraken fe embetna bihi cennativ ve habbel hasıyd |
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَضِيدٌ Ven nahle basikatil leha tal’un nedıyd |
|
رِزْقًا لِلْعِبَادِ ۖ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا ۚ كَذَٰلِكَ الْخُرُوجُ Rizkal lil ıbadi ve ahyeyna bihi beldetem meyta kezalikel huruc |
|
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُ Kezzebet kablehum kavmu nuhıv ve ashabur rassi ve semud |
|
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ Ve aduv ve fir’avnu ve ıhvanu lut |
|
وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ ۚ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ Ve ashahub eyketi ve kavmu tubba kulun kezzeber rusule fe hakka veıyd |
|
15. İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır; onlar, yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler. |
أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ ۚ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ E fe ayına bil halkıl evvel bel hum fi lebsim min halkın cedid |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ ۖ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ Ve le kad halaknel insane ve na’lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid |
|
17. İki melek onun sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır. |
إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemini ve aniş şimali kaıyd |
18. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın. |
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ Ma yelfizu min kavlin illa ledeyhi rakıybun atid |
وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ۖ ذَٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ Ve caet sekratul mevti bil hakk zalike ma kunte minhu tehıyd |
|
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ Ve nufiha fis sur zalike yevmul veıyd |
|
وَجَاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَائِقٌ وَشَهِيدٌ Ve caet kullu nefsim meaha saikuv ve şehid |
|
لَقَدْ كُنْتَ فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ Le kad kunte fi ğafletim min haza fe keşefna anke ğıtaeke fe besarukel yevme hadid |
|
وَقَالَ قَرِينُهُ هَٰذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ Ve kale karinuhu haza ma ledeyye atid |
|
أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ Elkıya gı cehenneme kulle keffarin anid |
|
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُرِيبٍ Mennaıl lil hayri mu’teim murib |
|
الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ Ellezi ceale meallahi ilahen ahar fe elkiyahu fil azabiş şedid |
|
27. “Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Onun kendisi, dönüşü olmayan bir sapıklık içindeydi.” |
قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَٰكِنْ كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ Kale karinuhu rabbena ma atğaytuhu ve lakin kane fi dalalim beıyd |
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُمْ بِالْوَعِيدِ Kale la tahtesımu ledeyye ve kad kaddemtu ileykum bil veıyd |
|
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ Ma yubeddelul kavlu ledeyye ve ma enen bi zallamil lil abid |
|
30. O gün, cehenneme “Doldun mu?” deriz. O da, “Daha var mı?” der. |
يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ Yevme nekulu li cehenneme helimtele’ti ve tekulu hel mim mezid |
31. Cennet de, takvâ sahiplerine uzak olmayarak iyice yaklaştırılacaktır. |
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ Ve uzlifetil cennetu lil muttekıyne ğayra beıyd |
32. Size, hatasından dönen ve verdiği sözü tutan herkese, vaad edilen budur. |
هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ Haza ma tuadune li kulli evvabin hafıyz |
33. Görmediği halde Rahmân`a saygı duyan ve yönelmiş bir kalple gelen herkese mahsustur. |
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَاءَ بِقَلْبٍ مُنِيبٍ Men haşiyer rahmane bil ğaybi ve cae bi kalbim munib |
34. Oraya esenlikle giriniz. İşte bu, süreli yaşamın başladığı gündür. |
ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ۖ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ Udhuluha bi selam zalike yevmul hulud |
35. Diledikleri her şey orada vardır. Katımızda dahası da vardır. |
لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ Lehum ma yeşaune fiha ve ledeyna mezid |
وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِنْ مَحِيصٍ Ve kem ehlekna kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nekkabu fil bilad hel mim mehıys |
|
37. Şüphesiz ki bunda, aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır. |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ İnne fi zalike le zikra li men kane lehu kalbun ev elkas sem’a ve huve şehid |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ Ve le kad halaknes semavati vel erda ve ma beynehuma fi sitteti eyyamiv ve ma messena mil luğub |
|
فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ Fasbr ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kablel ğurub |
|
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ Ve minel leyli fe sebbıhhu ve edbaras sucud |
|
وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَرِيبٍ Vestemı’yevme yunadil munadi mim mekanin karib |
|
42. O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür. |
يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ Yevme yesmeunes sayhate bil hakk zalike yevmul huruc |
43. Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş ancak bizedir. |
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ İnna nahnu nuhyi ve numitu ve ileynel mesıyr |
يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ۚ ذَٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ Yevme teşekkalul erdu anhum siraa zalike haşrun aleyna yesir |
|
نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ ۖ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ ۖ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَنْ يَخَافُ وَعِيدِ Nahnu a’lemu bi ma yekulune ve ma ente aleyhim bi cebbarin fe zekkir bil kur’ani mey yehafu veıyd |