Sadık Türkmen | |
---|---|
ق ۚ وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ Kaf vel kur’anil mecid |
|
2. Içlerinden kendilerine bir uyarıcı gelmesine hayret ettiler de, inkârcılar "Bu acayip bir şeydir. |
بَلْ عَجِبُوا أَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَٰذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ Bel acibu en caehum munzirum minhum fe kalel kafirune haza şey’un acib |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ۖ ذَٰلِكَ رَجْعٌ بَعِيدٌ E iza mitna ve kunna turaba zalike rac’um beıyd |
|
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ ۖ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ Kad alimna ma tenkusul erdu minhum ve ındena kitabun hafıyz |
|
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَرِيجٍ Bel kezzebu bil hakkı lemma caehum fe hum fi emrim meric |
|
6. Üstlerindeki göğe bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik ve süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok! |
أَفَلَمْ يَنْظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ E fe lem yenzuru iles semai fevkahum keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc |
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ Vel erda medednaha ve elkayna fiha ravasiye ve embetna fiha min kulli zevcim behic |
|
تَبْصِرَةً وَذِكْرَىٰ لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ Tebsıratev ve zikra li kulli abdim munib |
|
وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُبَارَكًا فَأَنْبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ Ve nezzelna mines semai maem mubaraken fe embetna bihi cennativ ve habbel hasıyd |
|
10. Dizili, kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları! |
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَضِيدٌ Ven nahle basikatil leha tal’un nedıyd |
رِزْقًا لِلْعِبَادِ ۖ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا ۚ كَذَٰلِكَ الْخُرُوجُ Rizkal lil ıbadi ve ahyeyna bihi beldetem meyta kezalikel huruc |
|
12. Onlardan önce Nuh’un kavmi, Ress halkı ve Semud kavmi de yalanladı. |
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُ Kezzebet kablehum kavmu nuhıv ve ashabur rassi ve semud |
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ Ve aduv ve fir’avnu ve ıhvanu lut |
|
وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ ۚ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ Ve ashahub eyketi ve kavmu tubba kulun kezzeber rusule fe hakka veıyd |
|
أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ ۚ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ E fe ayına bil halkıl evvel bel hum fi lebsim min halkın cedid |
|
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ ۖ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ Ve le kad halaknel insane ve na’lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid |
|
17. Onun sağında ve solunda oturan iki kaydedici (melek) de kaydetmektedir. |
إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemini ve aniş şimali kaıyd |
18. Her ne söz söylerse, mutlaka onun yanında hazır bir gözcü vardır. |
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ Ma yelfizu min kavlin illa ledeyhi rakıybun atid |
19. Gerçekten ölüm sarhoşluğu gelir; "İşte kendisinden kaçtığın şey budur!" (denilir). |
وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ۖ ذَٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ Ve caet sekratul mevti bil hakk zalike ma kunte minhu tehıyd |
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ Ve nufiha fis sur zalike yevmul veıyd |
|
21. Her kişi yanında (bir cehennem) sürücüsü ve bir tanık ile gelmiştir. |
وَجَاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَائِقٌ وَشَهِيدٌ Ve caet kullu nefsim meaha saikuv ve şehid |
لَقَدْ كُنْتَ فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ Le kad kunte fi ğafletim min haza fe keşefna anke ğıtaeke fe besarukel yevme hadid |
|
23. Yanındaki yoldaşı (melek) der ki "İşte bu yanımdaki (yaptıklarıyla) hazırdır". |
وَقَالَ قَرِينُهُ هَٰذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ Ve kale karinuhu haza ma ledeyye atid |
أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ Elkıya gı cehenneme kulle keffarin anid |
|
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُرِيبٍ Mennaıl lil hayri mu’teim murib |
|
26. O, Allah ile beraber başka bir ilâh edinmişti. Artık onu şiddetli azabın içine atın." |
الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ Ellezi ceale meallahi ilahen ahar fe elkiyahu fil azabiş şedid |
قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَٰكِنْ كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ Kale karinuhu rabbena ma atğaytuhu ve lakin kane fi dalalim beıyd |
|
28. Buyurdu ki "Huzurumda çekişmeyin. Ben, size önceden uyarı göndermiştim. |
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُمْ بِالْوَعِيدِ Kale la tahtesımu ledeyye ve kad kaddemtu ileykum bil veıyd |
29. Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, asla kullara zulmeden değilim." |
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ Ma yubeddelul kavlu ledeyye ve ma enen bi zallamil lil abid |
30. O gün, cehenneme "Doldun mu?" deriz. Der ki "Daha fazlası var mı?" |
يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ Yevme nekulu li cehenneme helimtele’ti ve tekulu hel mim mezid |
31. Cennet kötülükten sakınanlara yaklaştırılmıştır. Zaten uzak değildi ki! |
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ Ve uzlifetil cennetu lil muttekıyne ğayra beıyd |
32. Size vadedilen şey (cennet) işte budur! (Allah’a) sürekli yönelerek kendini koruyan herkese; |
هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ Haza ma tuadune li kulli evvabin hafıyz |
33. Görmeden rahmân’dan korkanlara ve yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur... |
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَاءَ بِقَلْبٍ مُنِيبٍ Men haşiyer rahmane bil ğaybi ve cae bi kalbim munib |
34. "esenlikle oraya girin! İşte bu, sonsuzluk günüdür" (denilecek). |
ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ۖ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ Udhuluha bi selam zalike yevmul hulud |
35. Orada diledikleri şeyler onlarındır. Katımızda daha fazlası da vardır. |
لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ Lehum ma yeşaune fiha ve ledeyna mezid |
وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِنْ مَحِيصٍ Ve kem ehlekna kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nekkabu fil bilad hel mim mehıys |
|
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ İnne fi zalike le zikra li men kane lehu kalbun ev elkas sem’a ve huve şehid |
|
وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ Ve le kad halaknes semavati vel erda ve ma beynehuma fi sitteti eyyamiv ve ma messena mil luğub |
|
فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ Fasbr ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kablel ğurub |
|
40. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin/namazın ardından da... (O’nu överek tesbih et). |
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ Ve minel leyli fe sebbıhhu ve edbaras sucud |
41. Çağırıcının, yakın bir yerden çağrıda bulunacağı güne kulak ver; |
وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَرِيبٍ Vestemı’yevme yunadil munadi mim mekanin karib |
يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ Yevme yesmeunes sayhate bil hakk zalike yevmul huruc |
|
43. Şüphesiz, biz diriltiriz ve öldürürüz (ölümüne izin veririz). Dönüş de Bizim katımızadır. |
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ İnna nahnu nuhyi ve numitu ve ileynel mesıyr |
44. O gün yer, üzerlerinden sür’atle çatlayıp açılır. İşte bu, toplanmadır. Bize göre kolaydır. |
يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ۚ ذَٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ Yevme teşekkalul erdu anhum siraa zalike haşrun aleyna yesir |
نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ ۖ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ ۖ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَنْ يَخَافُ وَعِيدِ Nahnu a’lemu bi ma yekulune ve ma ente aleyhim bi cebbarin fe zekkir bil kur’ani mey yehafu veıyd |