Süleyman Ateş 

1. Elif lâm râ. (Bu,) bir Kitaptır ki, hikmet sâhibi, herşeyden haberi olan (Allâh) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış ve güzelce açıklanmıştır.

2. Tâ ki Allah’tan başkasına tapmayasınız. Ben de, O’ndan size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.

3. Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lutuf sâhibine lutfetsin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin için büyük bir günün azâbından korkarım.

4. Dönüşünüz Allaha’dır. O, herşeyi yapacak güçtedir.

5. İyi bilin ki, onlar O’ndan gizlenmek için göğüslerini bükerler. Yine iyi bilin ki onlar, örtülerine büründükleri zaman dahi (Allâh onların) içlerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü bilendir.

6. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a âit olmasın. (Allâh) onun durduğu ve emânet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.

7. Gökleri ve yeri altı günde yaradan O’dur. O zaman Arş’ı su üzerinde idi. (Bu kâinâtı yarattı) Ki, hanginizin daha güzel iş yaptığınızı denesin. Böyle iken yine sen "Öldükten sonra diriltileceksiniz" desen, inkâr edenler, mutlaka "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." derler.

8. Andolsun onlardan azâbı sayılı bir ümmete (belli bir süreye) ertelesek, "Onu tut(up bize gelmesine engel ol)an nedir?" derler. İyi bilin ki, o (azâb) başlarına geldiği gün, bir daha onlardan geri çevrilmez ve alay ettikleri şey, kendilerini kuşatmış olur.

9. Eğer biz insana, bizden bir rahmet taddırsak da sonra onu kendisinden çekip alsak, hemen o, umutsuzluğa düşer, nankör olur.

10. Ve eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir ni’met taddırsak, mutlaka "Kötülükler benden gitti" der, sevinir, övünür.

11. Ancak sabredip iyi işler yapanlar böyle değildir. İşte onlar için mağfiret ve büyük mükâfât vardır.

12. Herhalde sen "Ona bir hazine indirilmeli veya beraberinde bir melek gelmeli değil miydi?" demelerinden ötürü, sana vahyolunanın bir kısmını bırakacaksın ve bununla göğsün sıkılacak; ama sen sadece bir uyarıcısın (böyle sözlere aldırma), her şeye vekil olan Allah’tır.

13. Yoksa, "O’nu uydurdu" mu diyorlar? De ki "Öyleyse siz de onun benzeri on uydurulmuş sûre getirin; eğer doğru iseniz Allah’tan başka, çağırabildiklerinizi de (yardıma) çağırın (da bunu yapın)!"

14. Eğer size cevap veremedilerse bilin ki (o) Allâh’ın bilgisiyle indirilmiştir ve O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl, artık müslüman oldunuz mu?

15. Kimler dünyâ hayâtını ve süsünü isterse onlara oradaki amellerin(in karşılığın)ı tam veririz ve onlar orada hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.

16. Ama onlar öyle kimselerdir ki âhirette onlar için ateşten başka bir şey yoktur ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır, amelleri hep bâtıl olmuştur!

17. Hiç böyleleri, şu kimse gibi olur mu ki, o Rabbinden bir delil üzerinde bulunur, ayrıca O’ndan bir şâhid de onu takib eder. O(Hak şâhidi Kur’a)n’dan önce de bir önder ve rahmet olarak Mûsâ’nın Kitabı var. İşte onlar O(Kur’â)n’a inanırlar. Topluluklardan kim onu inkâr ederse, onun yeri ateştir! O(Kur’â)n’dan hiç kuşkun olmasın. Muhakkak o, Rabbinden gelen gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmazlar.

18. Allah’a yalan uyduranlardan daha zâlim kim olabilir? Onlar Rablerine sunulacaklar. Şâhidler de "İşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır!" diyecekler. İyi bilin ki Allâh’ın la’neti zâlimlerin üzerinedir.

19. Onlar ki Allâh’ın yoluna engel olurlar ve onu eğriltmek isterler ve onlar, (evet) onlar, âhireti de tanımazlar.

20. Onlar dünyâda Allâh’ı âciz bırakacak değillerdir. Ve onların Allah’tan başka dostları da yoktur. Onlar için azâb kat kat yapılır. Çünkü (gerçeği) işitmeğe tahammül edemezlerdi ve (onu) görmezlerdi.

21. İşte onlar canlarını ziyana sokan kimselerdir. Ve uydurdukları şeyler, kendilerinden kaybolup gitmiştir.

22. Elbette âhirette en çok ziyana uğrayanlar onlardır.

23. İnanıp iyi işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince; işte onlar da cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır.

24. Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunlar bir olur mu hiç? Hâlâ ibret almaz mısınız?

25. Andolsun biz Nûh’u da kavmine gönderdik "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım."

26. "Allah’tan başkasına tapmayın. Gerçekten ben, sizin, acı bir günün azâbına uğramanızdan korkuyorum." (dedi).

27. Kavminden ileri gelen inkârcı grup dedi ki "Biz seni de bizim gibi insan görüyoruz ve sana bizim basit görüşlü ayak takımlarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz; tersine sizi yalancı sanıyoruz!"

28. Dedi ki "Ey kavmim, bakın, ya ben Rabbimden bir delil üzerinde isem ve (O), kendi katından bana bir rahmet vermiş de, o (rahmet) sizin gözlerinizden gizli bırakılmış ise? Şimdi siz onu istemezken, biz sizi o(Tanrı rahmeti)ne zorla mı sokacağız?"

29. "Ey kavmim, buna karşı ben sizden bir mal istemiyorum, benim ücretim Allah’a âittir. Ve (siz istemiyor, hor görüyorsunuz diye) ben, inananları (yanımdan) kovacak değilim. Çünkü onlar Rablerinin huzûruna gidecek(yaptıklarının hesabını verecek)lerdir. (Herkes kendi amelinden sorumludur. Onları niçin kovayım?) Fakat ben sizi, câhillik eden bir kavim görüyorum."

30. "Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah’a karşı beni kim savunur? Düşünmüyor musunuz?"

31. Ben size "Allâh’ın hazineleri benim yanımdadır." demiyorum. Gaybı da bilmem. "Ben meleğim," de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için "Allâh onlara bir hayır vermeyecek" de demem. Allâh, onların içlerinde olanı daha iyi bilir. Böyle bir şey yaptığım takdirde ben, mutlaka zâlimlerden olurum."

32. Dediler ki "Ey Nûh, bizimle mücâdele ettin. Hem bizimle mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen haydi bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!"

33. Dedi "Onu, ancak Allâh dilerse size getirir; siz engel olamazsınız!"

34. "Eğer Allâh, sizi azdırmak diliyorsa, ben size öğüt de etmek istesem, öğütüm size yarar sağlamaz. Rabbiniz O’dur ve siz O’na döndürüleceksiniz."

35. Yoksa "O(Kur’â)n’ı uydurdu" mu diyorlar? De ki "Eğer O’nu uydurmuşsam, suçum banadır. Ama ben sizin işlediğiniz suçlardan uzağım."

36. Nûh’a vahyolundu ki "Kavminden, inanmış olanlardan başka kimse inanmayacak, onların yaptıklarından dolayı üzülme!"

37. "Gözlerimizin önünde ve vahyimiz gereğince gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana hitâbetme (onların kurtuluşu için bana yalvarma); onlar mutlaka boğulacaklardır!"

38. Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. "Siz bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz?" dedi.

39. "Yakında bileceksiniz İnsanı rezil eden azâb kime geliyor, sürekli azâb kimin başına konuyor?"

40. Nihâyet emrimiz gelip de tandır kaynayınca (iş ciddileşip sular kaynamağa başlayınca, Nûh’a) dedik ki "Her şeyden ikişer çifti ve aleyhlerinde hüküm verdiklerimiz hâric olmak üzere âileni ve inananları gemiye yükle!" Zaten onunla beraber inanan pek azdı.

41. "Haydi, gemiye binin, dedi. Onun akıp gitmesi de durması da Allâh’ın adıyledir. Rabbim, elbette bağışlayandır, esirgeyendir!"

42. Gemi, onları dağlar gibi dalga(lar) arasından geçirirken Nûh, bir kenarda duran oğluna. "Yavrum, bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi.

43. (Oğlu) "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım," dedi. (Nûh) "Bugün, Allâh’ın emrinden koruyacak hiçbir şey yoktur, ancak O’nun acıdığı (kurtulur)." dedi. Ve aralarına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu.

44. "Ey yer, suyunu yut ve ey gök tut!" denildi. Su azaldı, iş bitirildi. (Gemi) Cudi’ye oturdu. "Haksızlık yapan kavim yok olsun!" denildi.

45. Nûh Rabbine seslendi "Rabbim, dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin!"

46. (Rabbi) "Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. O, yaramaz iş yaptı. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana câhillerden olmamanı öğütlerim!"

47. (Nûh) dedi ki "Rabbim, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan ziyana uğrayanlardan olurum!"

48. "Ey Nûh, denildi, sana ve seninle beraber bulunan ümmetlerden bir bölüme bizden selâmet ve bolluklarla (gemiden) in. Ama öyle ümmetler de var ki, onları bir süre yaşatacağız, sonra onlara bizden acı bir azâb dokunacaktır!"

49. (Ey Muhammed), bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Ne sen, ne de kavmin, daha önce bunları bilmiyordunuz. O halde sabret, sonuç korunanlarındır.

50. Âd(kavmin)e de kardeşleri Hûd’u (gönderdik) "Ey kavmim, dedi, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur. Siz sadece uyduruyorsunuz!"

51. "Ey kavmim, ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratana düşer. Aklınızı kullanmıyor musunuz?"

52. "Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin (O’na yönelin) ki gökten üzerinize bol bol rahmet göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suç işleyerek (Allah’tan) yüz çevirmeyin!"

53. Dediler ki "Ey Hûd, bize bir mu’cize getirmedin. Biz senin sözünle tanrılarımızı terk edecek değiliz ve biz sana inanacak değiliz!"

54. "(Senin hakkında)" seni tanrılarımızdan biri fena çarpmış!" demekten başka bir söz bulamıyoruz" Dedi ki "Ben Allâh’ı şâhid tutuyorum, siz de şâhid olun ki, ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım."

55. O(Allâh)’dan başka (taptığınız tanrılardan). Haydi hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın (elinizden ne gelirse yapın)!"

56. "Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Hiçbir canlı yoktur ki O, onun perçeminden tutmuş olmasın (onu dilediği gibi yönetmesin). Gerçekten Rabbim, doğru bir yol üzerindedir (O âdildir, yanında kimse zulme uğramaz)."

57. "Eğer yüz çevirirseniz, artık ben size sunmakla görevlendirildiğim mesajı size duyurdum. Rabbim, sizin yerinize başka bir kavim de getirebilir. Siz O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, herşeyi koruy(up gözet)endir."

58. Emrimiz gelince Hûd’u ve onunla beraber inanmış olanları bizden bir rahmetle kurtardık; onları katı bir azâbdan kurtardık.

59. İşte Âd (kavmi), Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler, peygamberlerine karşı geldiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular.

60. Böylece hem bu dünyâda, hem de kıyâmet gününde peşlerine la’net takıldı. İyi bilin, ’Âd (kavmi) Rablerini inkâr ettiler; iyi bilin Hûd’un kavmi ’Âd, (Allâh’ın rahmetinden) uzak olsun (yok olup gitsin)!

61. Semûd(kavmin)e de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Dedi ki "Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur! Sizi yerden inşâ eden ve orada yaşatan O’dur; O’ndan mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim yakındır, (du’âları) kabul edendir."

62. Dediler ki "Ey Sâlih, sen bundan önce bizim aramızda ümit beslenen kişi idin. Şimdi atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi men mi ediyorsun? Biz senin bizi çağırdığın şeyden şüphe içindeyiz, kuşkulanıyoruz!"

63. "Ey kavmim, dedi, bakın ya ben Rabbimden bir kanıt üzerinde isem ve O, bana kendinden bir rahmet vermişse? Peki bu durumda O’na karşı gelirsem beni Allah’tan kim kurtarır? Sizin bana, ziyanımı artırmaktan başka bir katkınız olamaz!"

64. "Ey kavmim, işte şu, Allâh’ın devesi, size bir mu’cizedir. Bırakın onu, Allâh’ın arzında yesin, ona bir kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azâb yakalar!"

65. Fakat onu kesip devirdiler. (Sâlih) dedi ki "Yurdunuzda üç gün yaşayın, (sonra mahvolacaksınız); bu, yalan olmayan bir uyarıdır!"

66. Nihâyet emrimiz gelince Sâlih’i ve onunla beraber inanmış olanları, bizden bir rahmetle kurtardık, (onları) o günün zilletinden (kurtardık). İşte Rabbin öyle güçlü, öyle gâliptir.

67. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında çöküp kaldılar.

68. Orada hiç şenlik kurmamış gibi oldular. İyi bilin ki Semûd (kavmi), Rablerini inkâr ettiler ve iyi bilin ki Semûd (kavmi) def olup gittiler!

69. Elçilerimiz, İbrâhim’e müjde getirip "selâm!" demişlerdi. O da "selâm!" dedi; çok durmadan hemen (elçilere) kızarmış bir buzağı getirdi.

70. Ellerinin buzağıya uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve onlardan ötürü içinde bir korku duydu. "Korkma, dediler, biz Lût kavmine gönderildik."

71. Ayakta durmakta olan karısı, güldü. Biz de ona İshak’ı müjdeledik. İshak’ın ardından da Ya’kûb’u.

72. "Vay, dedi, ben bir kocakarı, bu kocam da bir pir iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şey!"

73. Dediler ki "Allâh’ın işine mi şaşıyorsun? Allâh’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı! O, övülmeğe lâyıktır, iyiliği boldur."

74. İbrâhim’den korku gidip kendisine sevinç gelince, Lût kavmi hakkında bizimle tartışmağa başladı (onlardan azâbı kaldırmamızı veya hafifletmemizi ricâ ediyordu).

75. Çünkü İbrâhim, gerçekten halimdir, içlidir, (Allah’a) yüz tutup yalvarandır.

76. (Melekler) "Ey İbrâhim, dediler, bundan vazgeç (boşuna uğraşma). Zira Rabbinin emri gelmiştir. Mutlaka onlara, geri çevrilmez azâb gelecektir!"

77. Elçilerimiz Lût’a gelince onlar yüzünden kaygılandı. onlar için arşını daraldı (ne yapacağını şaşırdı) "Bu, çetin bir gündür!" dedi.

78. Daha önce de kötü işler yapmakta olan kavmi koşarak ona geldiler. (Lût) "Ey kavmim, dedi, işte kızlarım, onlar sizin için daha (güzel, daha) temiz! Allah’tan korkun, konuklarımın içinde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?"

79. Dediler ki "Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını bilmişsindir. Ve sen bizim ne istediğimizi de pekâlâ bilirsin!"

80. (Lût) "Keşke sizi savacak gücüm olsaydı, yahut da çok sarp bir kaleye sığınabilseydim!" dedi.

81. (Melekler) dediler ki "Ey Lût, biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Gecenin bir kısmında âileni yürüt; içinizden karından başka hiç kimse geri dönüp bakmasın. Çünkü ötekilerine erişen (azâb) ona da erişecektir. Başlarına gelecek azâb zamanı, sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?"

82. (Azâb) emrimiz gelince oranın üstünü altına getirdik, üzerine de taş yağdırdık Çamurdan pişmiş, (azâb için) hazırlanmış, istif edilmiş.

83. Rabbinin katında işâretlenmiş (taşlar). O, zâlimlerden uzak değildir.

84. Medyen’e de kardeşleri Şu’ayb’i (gönderdik) "Ey kavmim, dedi, Alah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur; ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir günün azâbından korkuyorum!"

85. "Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı tam dengeli yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak kötülük etmeyin!"

86. "Eğer inanan insanlar iseniz, Allâh’ın bıraktığı (kâr), sizin için daha hayırlıdır. Fakat ben sizin üzerinize bekçi değilim!"

87. "Ey Şu’ayb, dediler, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden, yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor? Oysa sen, yumuşak huylu, akıllı(bir insan)sın!"

88. "Ey kavmim, dedi, bakın, ya ben Rabbimden bir kanıt üzerinde isem ve (O), bana kendinden güzel bir rızık vermişse? Ben size menettiğim şeylerde size aykırı davranmak istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allâh(ın yardımı) iledir. Yalnız O’na dayandım ve yalnız O’na yönelirim!"

89. "Ey kavmim, bana karşı gelmeniz, sakın sizi Nûh kavminin yahut Hûd kavminin veyahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi bir felâkete uğratmasın! Lût kavmi henüz sizden uzak değildir."

90. "Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin! Doğrusu Rabbim çok esirgeyen, çok sevendir."

91. Dediler ki "Ey Şu’ayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı seni mutlaka taşla(yarak öldürü)rdük! Senin bizim yanımızda hiçbir değerin yoktur!"

92. "Ey kavmim, dedi, size göre kabilem Allah’tan daha mı değerli ki O’nu arkanıza at(ıp unut)tunuz? Şüphesiz Rabbim yaptıklarınızı kuşatıcıdır (herşeyinizi bilmektedir)."

93. "Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime azâbın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim!"

94. Emrimiz gelince, Şu’ayb’i ve onunla beraber inanmış olanları bizden bir acıma ile kurtardık; zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında çöküp kaldılar.

95. Sanki orada hiç şenlik kurmamışlardı! İyi bilin ki, Semûd (kavmi) nasıl uzaklaşıp gittiyse Medyen halkı da öyle uzaklaşıp gitti.

96. Andolsun, Mûsâ’yı da âyetlerimizle ve açık bir delil ile gönderdik.

97. Fir’avn’a ve adamlarına. (Ama o insanlar), Fir’avn’ın buyruğuna uydular. Oysa, Fir’avn’ın buyruğu, doğruya iletici değildi.

98. (Fir’avn), kıyâmet günü kavminin önünde gidiyor. İşte onları ateşe getirdi. O varılan yer de ne fenâ bir yerdir!

99. Bu dünyâda da (onların) ardına la’net takılmıştır, kıyâmet gününde de (burada da la’netle anılacaklardır, âhirette de)! Bu vergi, ne kötü bir vergidir!

100. (Ey Muhammed), bu sana anlattıklarımız, o kentlerin haberlerinden(başlarına gelen olaylardan)dır. Onlardan kimi hâlâ ayakta, kimi de biçilmiştir.

101. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı. Rabbinin emri geldiği zaman, Allah’tan başka yalvardıkları tanrıları, kendilerinden hiçbir şeyi savamadı ve onların ziyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı!

102. İşte Rabbin zulmeden kentleri yakaladığı zaman böyle yakalar. Doğrusu O’nun yakalaması, çok acı ve çok çetindir.

103. Şüphesiz âhiret azâbından korkanlar için, bunda elbette ibret vardır. O, bütün insanların toplandığı bir gündür ve o, görülecek bir gündür.

104. Biz onu, sadece sayılı bir süre için erteliyoruz.

105. O geldiği gün, hiç kimse O’nun izni olmadan konuşamaz. O(raya toplana)nlardan kimi şaki (bahtsız), kimi sa’id(mutlu)dur.

106. Bahtsızlar ateştedirler. Onların orada (o bunaltıcı ateş içinde) bir soluk alıp verişleri vardır ki!...

107. Gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Meğer Rabbin, çıkmalarını dilemiş olsun. Çünkü Rabbin, istediğini yapandır.

108. Mutlu kılınanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Meğer Rabbin, çıkmalarını dilemiş olsun. Bu, kesintisiz bir vergidir!.

109. Şunların taptıkları şeyler(in, yararsızlığın)dan hiç kuşkun olmasın. Onlar da önceden atalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların da paylarını eksiksiz vereceğiz!

110. Andolsun, Mûsâ’ya Kitabı verdik, onda da ayrılığa düşüldü. Rabbin, (süre tanıyacağına) söz vermemiş olsaydı, derhal aralarında hüküm verilmiş, (hak eden, cezâsını bulmuş) olurdu. Onlar, bu(Kur’â)n’dan kuşkulu bir şüphe içindedirler.

111. Şüphesiz Rabbin, hepsinin işlerini(n karşılığını) tam verecektir. Çünkü Allâh, yaptıklarını bilmektedir.

112. Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenler de (doğru olsunlar), aşırı gitmeyiniz! Zira O, yaptıklarınızı görmektedir.

113. Sakın zulmedenlere dayanmayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım edilmez.

114. Gündüzün iki tarafında (sabah, akşam) ve geceye yakın sâ’atlerde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.

115. Sabret, çünkü Allâh güzel davrananların ecrini zayi etmez.

116. Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men’etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar.

117. Halkı uslu kimseler olsaydı, Rabbin o kentleri, zulüm ile helâk edecek değildi.

118. Rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet yapardı. Ama ihtilâf edip durmaktadırlar.

119. Yalnız Rabbinin acıdıkları (bu ihtilâfın dışında kalmışlardır). Zaten (Allâh) onları bunun için yaratmıştır. Rabbinin "Andolsun, ben cehennemi hep cinlerden ve insanlardan bir kısmıyle dolduracağım!" sözü tam yerine gelmiştir.

120. Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir.

121. İnanmayanlara de "Olduğunuz yerde yapacağınızı yapın, biz de yapıyoruz!"

122. "Bekleyin, biz de bekliyoruz!"

123. Göklerin ve yerin gaybı (görünmez bilgisi), Allah’a âittir. Bütün işler hep Allah’a döndürülüp götürülür. O’na kulluk et ve O’na dayan. Rabbin sizin yaptıklarınızdan gâfil değildir.