Ahmet Varol | |
---|---|
اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ Ikterabetis saatu venşakkal kamer |
|
وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ Ve iyyerav ayetey yu’ridu ve yekulu sıhrun mustemir. |
|
3. Yalanladı ve kendi arzularına uydular. Oysa her iş yerini bulacaktır. |
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr |
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ Ve le kad caehum minel embai ma fihi muzdecer |
|
5. (Bunlar) üstün bir hikmettir. Ancak uyarılar yarar sağlamıyor. |
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ Hıkmetum baliğatun fema tuğnin nuzur |
6. O halde onlardan yüz çevir. O çağırıcının tanınmamış bir şeye çağıracağı gün |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُكُرٍ Fe tevelle anhum yevme yed’ud daı ila şey’in nukur |
7. Gözleri düşkün (zillet içinde), sanki yayılan çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. |
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ Huşşean ebsarıhum yahrucune minel ecdasi keennehum ceradum munteşir |
مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ Muhtıyne iled a’ yekulul kafirune haza yevmun azir |
|
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ Kezzebet kablehum kavmu nuhın fekezzebu abdena ve kalu mecnunuv vezducir |
|
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ Fe dea rabbehu enni mağlubun fentesır |
|
11. Biz de bardaktan boşanırcasına dökülen bir suyla göğün kapılarını açtık. |
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ Fe fetahna ebvabes semai bimaim munhemir |
12. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık. Böylece su(lar) takdir edilmiş bir iş için birleşti. |
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ Ve feccernel erda uyunen feltekal mau ala emrin kad kudir |
13. Onu (Nuh’u) da, (tahta) levhalardan ve çivilerden yapılmış olan (gemi)de taşıdık. |
وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ Ve hamelnahu ala zati elvahıv ve dusur |
14. O (gemi) inkar edilen kişiye bir mükafat olarak gözlerimizin önünde akıp gidiyordu. |
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ Tecri bi a’yunina cezael li men kane kufir |
15. Andolsun ki, bunu bir ibret olarak bıraktık. Fakat öğüt alan var mı? |
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad teraknaha ayeten fe hel mim muddekir |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
17. Andolsun ki, Kur’an’ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernal kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
18. Ad (kavmi) de yalanladı. İşte (bakın) benim azabım ve uyarılarım nasılmış? |
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Kezzebet adun fe keyfe kane azabi ve nuzur |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ İnna erselna aleyhim rihan sarsaran fi yevmi nahsim mustemir |
|
تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ Zenziun nase ke ennehum a’cazu nahlim munkaır |
|
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
22. Andolsun ki, Kur’an’ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ Kezzebet semudu bin nuzur |
|
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ Fe kalu ebeşeram minna vahıden nettebiuhu inna izel lefi dalaliv ve suur |
|
25. Zikir (kitap, vahiy) aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır, o kendini beğenmiş yalancının biridir.’ |
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ Eulkıyez zikru aleyhi mim beynina bel huve kezzabun eşir |
26. Yarın kimin kendini beğenmiş yalancı olduğunu bilecekler. |
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ Seya’lemune ğadem menil kezzabul eşir |
27. Biz onlara bir imtihan olarak o dişi deveyi göndereceğiz. Sen onları gözetle ve sabret. |
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ İnna murslun nakati fitnetel lehum fertekıbhum vastabir |
28. Onlara, suyun aralarında pay edildiğini haber ver. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun. |
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ Ve nebbi’hum ennel mae kısmetun beynehum kullu şirbim muhtedar |
29. Derken arkadaşlarını çağırdılar. O da (kılıca) sarılarak (deveyi) kesti. |
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ Fe nadev sahıbehum fe teata fe akar |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
31. Biz onların üzerlerine bir tek çığlık gönderdik. Bunun üzerine ağılın çalı çırpısı gibi oldular. |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ İnna erselna aleyhim sayhatev vahıdeten fe kanu ke heşimil muhtezir |
32. Andolsun ki, Kur’an’ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel min muddekir |
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ Kezzebet kavmu lutım bin nuzur |
|
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ İnna erselna aleyhim hasıben illa ale lutnecceynahum bi sehar |
|
35. Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte şükredeni böyle mükafatlandırırız. |
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ Nı’metem min ındina kezalike neczi men şeker |
وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ Ve le kad enzerahum batşetena fe temarav bin nuzur |
|
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Ve le kad raveduhu an dayfihi fe tamesna a’yunehum fe zuku azabi ve nuzur |
|
38. Andolsun ki, bir sabah erkenden kalıcı bir azap üzerlerine çöküverdi. |
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ Ve le kad sabbehahum bukraten azabum mustekirr |
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Fe zuku azabi ve nuzur |
|
40. Andolsun ki, Kur’an’ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ Ve le kad cae ale fir’avnen nuzur |
|
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ Kezzebu bi ayatina kulliha fe ehaznahum ahze azizim muktedir |
|
43. Sizin kâfirleriniz onlardan daha hayırlı mıdırlar yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mı var? |
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ E kuffarukum hayrun min ulaikum em lekum beraetun fiz zubur |
44. ’Bizim yardım edenlerimiz var, biz intikam almaya gücü yeten bir topluluğuz.’ mu diyorlar. |
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ Em yekulune nahnu cemium muntesır |
45. Yakında o topluluk bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. |
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ Seyuhzemul cem’u ve yuvelluned dubur |
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ Belis saatu mev’ıduhum ves saatu edha ve emerr |
|
47. Şüphesiz suçlular bir sapıklık ve çılgınlık içindedirler. |
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ İnnel mucrimine fi dalaliv ve suur |
48. O gün yüzleri üstüne ateşe sürüklenecekler. ’Cehennemin dokunuşunu tadın.’ |
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ Yevme yushabune fin nari ala vucuhihim zuku messe sekar |
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ İnna kulle şey’in halaknahu bi kader |
|
50. Bizim buyruğumuz sadece bir tektir. Bir göz kırpmak gibidir. |
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ Ve ma emruna illa vahıdetun ke lemhım bil besar |
51. Andolsun sizin benzerlerinizi helak ettik. Fakat öğüt alan var mı? |
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad ehlekna eşyaakum fe hel mim muddekir |
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ Ve kullu şey’in fealuhu fiz zubur |
|
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ Ve kullu sağıyriv ve kebirim mustetar |
|
54. Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmak (kenarların)dadırlar. |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve neher |
55. Çok güçlü, geniş mülk sahibi (Allah)’ın huzurunda doğruluk makamındadırlar. |
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ Fi mak’adi sıdkın ınde melikim muktedir |