Hasan Basri Çantay | |
---|---|
اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ Ikterabetis saatu venşakkal kamer |
|
2. Onlar bir mu’cize görürlerse yüz çevirirler ve «Müstemir bir büyüdür» derler. |
وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ Ve iyyerav ayetey yu’ridu ve yekulu sıhrun mustemir. |
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr |
|
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ Ve le kad caehum minel embai ma fihi muzdecer |
|
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ Hıkmetum baliğatun fema tuğnin nuzur |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُكُرٍ Fe tevelle anhum yevme yed’ud daı ila şey’in nukur |
|
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ Huşşean ebsarıhum yahrucune minel ecdasi keennehum ceradum munteşir |
|
مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ Muhtıyne iled a’ yekulul kafirune haza yevmun azir |
|
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ Kezzebet kablehum kavmu nuhın fekezzebu abdena ve kalu mecnunuv vezducir |
|
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ Fe dea rabbehu enni mağlubun fentesır |
|
11. Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açdık. |
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ Fe fetahna ebvabes semai bimaim munhemir |
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ Ve feccernel erda uyunen feltekal mau ala emrin kad kudir |
|
13. Onu (Nuuhu) levhalar ve mıhlarla yapılmış (gemiy) e yükledik, |
وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ Ve hamelnahu ala zati elvahıv ve dusur |
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ Tecri bi a’yunina cezael li men kane kufir |
|
15. Andolsun ki biz bunu bir âyet olarak bırakmışızdır. O halde bir düşünüb ibret alan var mı? |
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad teraknaha ayeten fe hel mim muddekir |
16. Ki benim azabım ve (bundan evvel) tehdîdlerim nice imiş (düşünün). |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
17. Andolsun ki biz Kur’ânı düşünmek için kolaylaşdırmışızdır. O halde bir düşünen var mı? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernal kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Kezzebet adun fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ İnna erselna aleyhim rihan sarsaran fi yevmi nahsim mustemir |
|
تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ Zenziun nase ke ennehum a’cazu nahlim munkaır |
|
21. İşte benim azabım ve (bundan evvel) tehdîdlerim nice imiş(düşünün). |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
22. Andolsun ki biz Kur’ânı düşünmek için kolaylaşdırmışızdır. O halde var mı bir düşünen? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
23. Semud (kavmi, kendilerini azâb ile) korkutan (emir) leri yalan saydı (lar) da, |
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ Kezzebet semudu bin nuzur |
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ Fe kalu ebeşeram minna vahıden nettebiuhu inna izel lefi dalaliv ve suur |
|
25. «Bizim aramızdan vahy ona mı verildi? Hayır, o, şımarık, aşırı bir yalancıdır». |
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ Eulkıyez zikru aleyhi mim beynina bel huve kezzabun eşir |
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ Seya’lemune ğadem menil kezzabul eşir |
|
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ İnna murslun nakati fitnetel lehum fertekıbhum vastabir |
|
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ Ve nebbi’hum ennel mae kısmetun beynehum kullu şirbim muhtedar |
|
29. Binnetîce, arkadaşlarını çağırdılar. O da (kılıca) sarılarak (deveyi) kesdi. |
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ Fe nadev sahıbehum fe teata fe akar |
30. İşte benim azabım ve (bundan evvel) tehdîdlerim nice imiş (düşünün). |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ İnna erselna aleyhim sayhatev vahıdeten fe kanu ke heşimil muhtezir |
|
32. Andolsun ki biz Kur’ânı düşünmek için kolaylaşdırmışızdır. O halde bir düşünen var mı? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel min muddekir |
33. Lût kavmi (kendilerini azâb ile) korkutan (emir) leri yalan saydılar. |
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ Kezzebet kavmu lutım bin nuzur |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ İnna erselna aleyhim hasıben illa ale lutnecceynahum bi sehar |
|
35. Tarafımızdan bir ni’met olarak. İşte şükredenleri biz böyle mükâfatlandırırız. |
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ Nı’metem min ındina kezalike neczi men şeker |
وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ Ve le kad enzerahum batşetena fe temarav bin nuzur |
|
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Ve le kad raveduhu an dayfihi fe tamesna a’yunehum fe zuku azabi ve nuzur |
|
38. Andolsun ki onlara bir sabah, (yakalarını) asla bırakmayacak olan bir azâb baskın yapdı. |
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ Ve le kad sabbehahum bukraten azabum mustekirr |
39. «İşte tadın benim azabımı ve tehdîdlerimi (n akıbetini)». |
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Fe zuku azabi ve nuzur |
40. Andolsun ki biz Kur’ânı düşünmek için kolaylaşdırmışızdır. O halde var mı düşünen? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ Ve le kad cae ale fir’avnen nuzur |
|
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ Kezzebu bi ayatina kulliha fe ehaznahum ahze azizim muktedir |
|
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ E kuffarukum hayrun min ulaikum em lekum beraetun fiz zubur |
|
44. Yoksa onlar «Biz (peygamberlerden) intikaam olmıya muktedir bir cem’iyyet iz» mi diyorlar?. |
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ Em yekulune nahnu cemium muntesır |
45. Yakında o cem’iyyet bozulacak, onlar arkalarını dönüb kaçacaklardır. |
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ Seyuhzemul cem’u ve yuvelluned dubur |
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ Belis saatu mev’ıduhum ves saatu edha ve emerr |
|
47. Şübhe yok ki günahkârlar (dünyâda) sapıklık ve (âhiretde) çılgın ateşler içindedirler. |
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ İnnel mucrimine fi dalaliv ve suur |
48. O gün onlar yüzleri üstü ateşde sürüklenirler. (Onlara) «Tadın cehennemin dokunuşunu» (denilir). |
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ Yevme yushabune fin nari ala vucuhihim zuku messe sekar |
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ İnna kulle şey’in halaknahu bi kader |
|
50. Ve bizim emrimiz (başka değil), birdir, bir göz kırpması gibi (sür’atli) dir. |
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ Ve ma emruna illa vahıdetun ke lemhım bil besar |
51. Andolsun ki biz, sizin benzerlerinizi helak etmişizdir. O halde bir düşünen var mı? |
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad ehlekna eşyaakum fe hel mim muddekir |
52. Bununla beraber işledikleri her şey defterlerde (kayıdlı) dır. |
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ Ve kullu şey’in fealuhu fiz zubur |
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ Ve kullu sağıyriv ve kebirim mustetar |
|
54. Şübhesiz ki takva saahibleri cennetlerde, ırmaklar (kenarların) da, |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve neher |
55. Hak meclisinde (ve) kudret saahibi, mülkü çok yüce olan (Allah) ın yanındadırlar. |
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ Fi mak’adi sıdkın ınde melikim muktedir |