Mustafa İslamoğlu | |
---|---|
اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ Ikterabetis saatu venşakkal kamer |
|
وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ Ve iyyerav ayetey yu’ridu ve yekulu sıhrun mustemir. |
|
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr |
|
4. Doğrusu onlara, içerisinde (gerçeği) gözlere zorla sokan haberler bulunan bir mesaj gelmiştir |
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ Ve le kad caehum minel embai ma fihi muzdecer |
5. hedefe tam ulaştıracak çapta bir hikmet; fakat uyarının hiçbir yararı olmadı. |
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ Hıkmetum baliğatun fema tuğnin nuzur |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُكُرٍ Fe tevelle anhum yevme yed’ud daı ila şey’in nukur |
|
7. onlar yılgın ve bitkin gözlerle, savrulmuş çekirge sürüleri gibi mevzilerinden çıkacaklar; |
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ Huşşean ebsarıhum yahrucune minel ecdasi keennehum ceradum munteşir |
مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ Muhtıyne iled a’ yekulul kafirune haza yevmun azir |
|
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ Kezzebet kablehum kavmu nuhın fekezzebu abdena ve kalu mecnunuv vezducir |
|
10. Derken, o Rabbine şöyle yalvardı "Ben artık bittim, şimdi Sen yardım et!" |
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ Fe dea rabbehu enni mağlubun fentesır |
11. Biz de bardaktan boşanırcasına dökülen bir su ile semanın kapılarını açtık; |
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ Fe fetahna ebvabes semai bimaim munhemir |
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ Ve feccernel erda uyunen feltekal mau ala emrin kad kudir |
|
13. Ama onu (malzemesi) ahşap ve çiviler olan bir (gemi ile) taşıdık |
وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ Ve hamelnahu ala zati elvahıv ve dusur |
14. o (gemi) gözetimimiz altında yol aldı; (bu), nankörlüğe maruz kalan (Nuh`a) verilmiş bir ödüldü. |
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ Tecri bi a’yunina cezael li men kane kufir |
15. Doğrusu Biz, bu (kıssayı) bir (ibret) belgesi olarak bıraktık öyleyse yok mudur ders alan? |
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad teraknaha ayeten fe hel mim muddekir |
16. Nitekim, uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabım nasıl olurmuş (görün)! |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
17. Ve doğrusu Biz bu Kur`an`ı ders alınsın diye kolaylaştırdık öyleyse yok mudur ders alan? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernal kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Kezzebet adun fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
19. Elbet Biz de onların üzerine kapkara bir günde gürültülü bir kasırga gönderdik |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ İnna erselna aleyhim rihan sarsaran fi yevmi nahsim mustemir |
تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ Zenziun nase ke ennehum a’cazu nahlim munkaır |
|
21. Fakat uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabım nasıl olurmuş, (gördüler). |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
22. Ve doğrusu Biz bu Kur`an`ı ders alınsın diye kolaylaştırdık öyleyse yok mudur ders alan? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ Kezzebet semudu bin nuzur |
|
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ Fe kalu ebeşeram minna vahıden nettebiuhu inna izel lefi dalaliv ve suur |
|
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ Eulkıyez zikru aleyhi mim beynina bel huve kezzabun eşir |
|
26. (Allah dedi ki) "Onlar yarın `yalanda sınır tanımayan mağrur` kimmiş bilecekler |
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ Seya’lemune ğadem menil kezzabul eşir |
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ İnna murslun nakati fitnetel lehum fertekıbhum vastabir |
|
28. Ve onlara suyun aralarında taksim edildiğini haber ver her sulama nöbetleşe yapılacaktır." |
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ Ve nebbi’hum ennel mae kısmetun beynehum kullu şirbim muhtedar |
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ Fe nadev sahıbehum fe teata fe akar |
|
30. Fakat, uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabımın nasıl olduğunu (hiç hesaba katmadı). |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ İnna erselna aleyhim sayhatev vahıdeten fe kanu ke heşimil muhtezir |
|
32. Ve doğrusu Biz bu Kur`an`ı ders alınsın diye kolaylaştırdık öyleyse yok mudur ders alan? |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel min muddekir |
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ Kezzebet kavmu lutım bin nuzur |
|
34. Onların üzerine de öldürücü bir kasırga saldık ve şafak vakti Lût`a iman edenleri kurtardık, |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ İnna erselna aleyhim hasıben illa ale lutnecceynahum bi sehar |
35. katımızdan bir nimet olarak şükredenleri Biz işte böyle ödüllendiririz. |
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ Nı’metem min ındina kezalike neczi men şeker |
وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ Ve le kad enzerahum batşetena fe temarav bin nuzur |
|
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Ve le kad raveduhu an dayfihi fe tamesna a’yunehum fe zuku azabi ve nuzur |
|
38. Mamafih, sabahleyin erkenden kalıcı izler bırakan bir azap onları kuşattı |
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ Ve le kad sabbehahum bukraten azabum mustekirr |
39. sonunda, uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabım nasıl olurmuş (gördüler). |
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Fe zuku azabi ve nuzur |
40. İşte Biz bu Kur`an`ı ders alınsın diye kolaylaştırdır öyleyse yok mudur ders alan! |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ Ve le kad cae ale fir’avnen nuzur |
|
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ Kezzebu bi ayatina kulliha fe ehaznahum ahze azizim muktedir |
|
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ E kuffarukum hayrun min ulaikum em lekum beraetun fiz zubur |
|
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ Em yekulune nahnu cemium muntesır |
|
45. Gün gelecek, birlikleri yenilip dağılacak ve arkalarını dönüp (kaçacak)lar. |
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ Seyuhzemul cem’u ve yuvelluned dubur |
46. Ne var ki onların asıl randevuları Son Saat`tir; işte o Son Saat en dehşetli, en acı olanıdır. |
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ Belis saatu mev’ıduhum ves saatu edha ve emerr |
47. Çünkü günahı hayat tarzı edinenler, sapıklığa ve çılgınlığa mahkum olmuşlardır. |
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ İnnel mucrimine fi dalaliv ve suur |
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ Yevme yushabune fin nari ala vucuhihim zuku messe sekar |
|
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ İnna kulle şey’in halaknahu bi kader |
|
50. Bizim emrimiz ise, sadece göz açıp kapamak gibi bir anlık iştir. |
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ Ve ma emruna illa vahıdetun ke lemhım bil besar |
51. Nitekim, geçmişte sizinle aynı kafaya sahip toplumları yok ettik hala yok mudur ders alan? |
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad ehlekna eşyaakum fe hel mim muddekir |
52. Ve yaptıkları her şey korunaklı sayfalarda kayıt altına alınmıştır; |
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ Ve kullu şey’in fealuhu fiz zubur |
53. küçük olsun büyük olsun, her ne yapmışlarsa satırlara geçmiştir. |
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ Ve kullu sağıyriv ve kebirim mustetar |
54. Ne var ki, sorumluluğunun bilincinde olanlar cennetlerde ve ırmaklar arasında (mest) olacaklar |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve neher |
55. sadakat tahtında... sonsuz hükümranlık ve iktidar sahibinin yüce huzurunda... |
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ Fi mak’adi sıdkın ınde melikim muktedir |