Edip Yüksel | |
---|---|
اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ Ikterabetis saatu venşakkal kamer |
|
2. Bir mucize görseler yüz çevirirler ve, "Süregelen bir büyüdür" derler. |
وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ Ve iyyerav ayetey yu’ridu ve yekulu sıhrun mustemir. |
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr |
|
4. Oysa, kötülüklerini engelleyecek uyarılar dolu haberler kendilerine gelmiş bulunuyor. |
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ Ve le kad caehum minel embai ma fihi muzdecer |
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ Hıkmetum baliğatun fema tuğnin nuzur |
|
6. Onlara aldırma; çağırıcının, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağıracağı gün, |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُكُرٍ Fe tevelle anhum yevme yed’ud daı ila şey’in nukur |
7. Gözleri zillet içinde mezarlardan çıkarlar; tıpkı saçılmış çekirgeler gibi… |
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ Huşşean ebsarıhum yahrucune minel ecdasi keennehum ceradum munteşir |
8. Çağırıcıya doğru koşarlarken, inkârcılar, "Bu zorlu bir gündür" derler. |
مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ Muhtıyne iled a’ yekulul kafirune haza yevmun azir |
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ Kezzebet kablehum kavmu nuhın fekezzebu abdena ve kalu mecnunuv vezducir |
|
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ Fe dea rabbehu enni mağlubun fentesır |
|
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ Fe fetahna ebvabes semai bimaim munhemir |
|
12. Yerden de pınarlar fışkırttık. Nihayet sular, daha önce belirlenmiş seviyeye ulaştılar. |
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ Ve feccernel erda uyunen feltekal mau ala emrin kad kudir |
13. Onu ağaç lifleri ile (bağlanmış) kütükler üzerinde taşıdık. |
وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ Ve hamelnahu ala zati elvahıv ve dusur |
14. Reddedilmiş olan kişiye bir ödül olarak gözetimimiz altında akıp gidiyordu. |
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ Tecri bi a’yunina cezael li men kane kufir |
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad teraknaha ayeten fe hel mim muddekir |
|
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernal kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
|
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Kezzebet adun fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
19. Uğursuzluk üstüne uğursuzluğa sahip bir günde üzerlerine vahşi bir rüzgar gönderdik. |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ İnna erselna aleyhim rihan sarsaran fi yevmi nahsim mustemir |
20. İnsanları, sanki köklerinden koparılmış hurma kütükleriymiş gibi yıkıyordu. |
تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ Zenziun nase ke ennehum a’cazu nahlim munkaır |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
|
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ Kezzebet semudu bin nuzur |
|
24. Dediler ki, "Bizden bir insana mı uyalım? O zaman biz sapar ve cehenneme gireriz." |
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ Fe kalu ebeşeram minna vahıden nettebiuhu inna izel lefi dalaliv ve suur |
25. "Mesaj aramızdan ona mı verildi? O, yalancı küstahın biridir." |
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ Eulkıyez zikru aleyhi mim beynina bel huve kezzabun eşir |
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ Seya’lemune ğadem menil kezzabul eşir |
|
27. Deveyi bir sınav olarak göndereceğiz. Onları gözetle, sabırlı ol. |
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ İnna murslun nakati fitnetel lehum fertekıbhum vastabir |
28. Onlara, suyun (deveyle) aralarında paylaşılacağını bildir. Her içim sırayla sunulacaktır. |
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ Ve nebbi’hum ennel mae kısmetun beynehum kullu şirbim muhtedar |
29. Bir arkadaşlarını çağırdılar, o da çekip (deveyi) kesti. |
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ Fe nadev sahıbehum fe teata fe akar |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
31. Üzerlerine bir tek patlama gönderdik ve onlar ağılcının topladığı saman yığınına döndüler. |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ İnna erselna aleyhim sayhatev vahıdeten fe kanu ke heşimil muhtezir |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel min muddekir |
|
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ Kezzebet kavmu lutım bin nuzur |
|
34. Üzerlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik, yalnız Lut’un ailesini seher vakti kurtardık. |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ İnna erselna aleyhim hasıben illa ale lutnecceynahum bi sehar |
35. Katımızdan bir iyilik olarak. Şükredeni işte böyle ödüllendiririz. |
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ Nı’metem min ındina kezalike neczi men şeker |
36. Onları bu yakalayışımıza karşı uyarmıştı; ancak onlar uyarıları kuşkuyla karşıladılar. |
وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ Ve le kad enzerahum batşetena fe temarav bin nuzur |
37. Onun konuklarına göz diktiler, biz de onları kör ettik. Azabımı ve uyarılarımı tadın bakalım. |
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Ve le kad raveduhu an dayfihi fe tamesna a’yunehum fe zuku azabi ve nuzur |
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ Ve le kad sabbehahum bukraten azabum mustekirr |
|
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Fe zuku azabi ve nuzur |
|
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
|
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ Ve le kad cae ale fir’avnen nuzur |
|
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ Kezzebu bi ayatina kulliha fe ehaznahum ahze azizim muktedir |
|
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ E kuffarukum hayrun min ulaikum em lekum beraetun fiz zubur |
|
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ Em yekulune nahnu cemium muntesır |
|
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ Seyuhzemul cem’u ve yuvelluned dubur |
|
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ Belis saatu mev’ıduhum ves saatu edha ve emerr |
|
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ İnnel mucrimine fi dalaliv ve suur |
|
48. Yüzükoyun ateşe sürüklenecekleri gün "Sakar’ın dokunuşunu tadın." |
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ Yevme yushabune fin nari ala vucuhihim zuku messe sekar |
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ İnna kulle şey’in halaknahu bi kader |
|
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ Ve ma emruna illa vahıdetun ke lemhım bil besar |
|
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad ehlekna eşyaakum fe hel mim muddekir |
|
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ Ve kullu şey’in fealuhu fiz zubur |
|
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ Ve kullu sağıyriv ve kebirim mustetar |
|
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve neher |
|
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ Fi mak’adi sıdkın ınde melikim muktedir |