Muhammed Esed | |
---|---|
اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ Ikterabetis saatu venşakkal kamer |
|
وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ Ve iyyerav ayetey yu’ridu ve yekulu sıhrun mustemir. |
|
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr |
|
4. Ve bakın, onlara (küstahlıklarını) önleyecek birçok haber gelmiştir; |
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ Ve le kad caehum minel embai ma fihi muzdecer |
5. (ve onlara aslında) kapsayıcı hikmet (verilmişti) ama bütün uyarılar boşa gitti(ğinden), |
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ Hıkmetum baliğatun fema tuğnin nuzur |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُكُرٍ Fe tevelle anhum yevme yed’ud daı ila şey’in nukur |
|
7. onlar kederli gözlerle, (rüzgarın) dağıtıp savurduğu çekirgeler gibi mezarlarından kalkacaklar, |
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ Huşşean ebsarıhum yahrucune minel ecdasi keennehum ceradum munteşir |
مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ Muhtıyne iled a’ yekulul kafirune haza yevmun azir |
|
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ Kezzebet kablehum kavmu nuhın fekezzebu abdena ve kalu mecnunuv vezducir |
|
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ Fe dea rabbehu enni mağlubun fentesır |
|
11. Biz de seller gibi akan bir su ile göğün kapılarını açtık |
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ Fe fetahna ebvabes semai bimaim munhemir |
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ Ve feccernel erda uyunen feltekal mau ala emrin kad kudir |
|
13. ama o’nu (sadece) tahtalar ve çivilerden yapılmış o (gemi) ile taşıdık, |
وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ Ve hamelnahu ala zati elvahıv ve dusur |
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ Tecri bi a’yunina cezael li men kane kufir |
|
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad teraknaha ayeten fe hel mim muddekir |
|
16. Ve uyarılarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetlidir! |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernal kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
|
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Kezzebet adun fe keyfe kane azabi ve nuzur |
|
19. Biz onların üstüne müthiş uğursuz bir günde şiddetli bir kasırga gönderdik, |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ İnna erselna aleyhim rihan sarsaran fi yevmi nahsim mustemir |
20. (bu kasırga,) insanları köklerinden koparılmış hurma kütükleri gibi savurup attı. |
تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ Zenziun nase ke ennehum a’cazu nahlim munkaır |
21. Zaten uyarılarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetlidir! |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
|
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ Kezzebet semudu bin nuzur |
|
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ Fe kalu ebeşeram minna vahıden nettebiuhu inna izel lefi dalaliv ve suur |
|
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ Eulkıyez zikru aleyhi mim beynina bel huve kezzabun eşir |
|
26. (Allah) "Onlar yarın kimin küstah ve yalancı olduğunu görecekler!" dedi, |
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ Seya’lemune ğadem menil kezzabul eşir |
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ İnna murslun nakati fitnetel lehum fertekıbhum vastabir |
|
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ Ve nebbi’hum ennel mae kısmetun beynehum kullu şirbim muhtedar |
|
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ Fe nadev sahıbehum fe teata fe akar |
|
30. uyarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetlidir! |
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ Fe keyfe kane azabi ve nuzur |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ İnna erselna aleyhim sayhatev vahıdeten fe kanu ke heşimil muhtezir |
|
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel min muddekir |
|
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ Kezzebet kavmu lutım bin nuzur |
|
34. Onların üzerine de öldürücü bir kasırga saldık ve şafak vakti yalnız Lut’un ailesini kurtardık, |
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ İnna erselna aleyhim hasıben illa ale lutnecceynahum bi sehar |
35. katımızdan bir nimet olarak; işte biz şükredenleri böyle ödüllendiririz. |
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ Nı’metem min ındina kezalike neczi men şeker |
وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ Ve le kad enzerahum batşetena fe temarav bin nuzur |
|
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Ve le kad raveduhu an dayfihi fe tamesna a’yunehum fe zuku azabi ve nuzur |
|
38. Nitekim sabahın erken vaktinde (etkileri) kalıcı bir azap onları yakaladı |
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ Ve le kad sabbehahum bukraten azabum mustekirr |
39. "Uyarılarım gözardı edildiğinde başınıza gelen azabı tadın bakalım!" |
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ Fe zuku azabi ve nuzur |
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad yessernel kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir |
|
41. Firavun halkına (da) kesinlikle bu tür uyarılar gelmişti; |
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ Ve le kad cae ale fir’avnen nuzur |
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ Kezzebu bi ayatina kulliha fe ehaznahum ahze azizim muktedir |
|
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ E kuffarukum hayrun min ulaikum em lekum beraetun fiz zubur |
|
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ Em yekulune nahnu cemium muntesır |
|
45. (Ama hakikati inkar edenlerin) ordusu bozguna uğrayacak, arkalarını dönecek (ve kaçacak)lar! |
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ Seyuhzemul cem’u ve yuvelluned dubur |
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ Belis saatu mev’ıduhum ves saatu edha ve emerr |
|
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ İnnel mucrimine fi dalaliv ve suur |
|
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ Yevme yushabune fin nari ala vucuhihim zuku messe sekar |
|
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ İnna kulle şey’in halaknahu bi kader |
|
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ Ve ma emruna illa vahıdetun ke lemhım bil besar |
|
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ Ve le kad ehlekna eşyaakum fe hel mim muddekir |
|
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ Ve kullu şey’in fealuhu fiz zubur |
|
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ Ve kullu sağıyriv ve kebirim mustetar |
|
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve neher |
|
55. her şeyin belirleyicisi olan Kudret Sahibi’nin huzurunda, (saf) gerçeğin tahtı üzerinde... |
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ Fi mak’adi sıdkın ınde melikim muktedir |