Celal Yıldırım 

1. Kulu (Muhammedi) gecenin bir bölümünde —kendisine bir kısım âyetlerimizi (kudretimizi yansıtan belgelerimizi) göstermek için— Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah (bütün noksanlıklardan) yücedir, münezzehtir, işiten ve gören O’dur.

2. Musa’ya da kitap verdik ve benden başkasını vekîl edinmeyin diye onu İsrail oğulları için doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.

3. Ey Nûh ile beraber (gemiye) yüklediğimiz kimselerin soyundan olanlar! (Nuh’un sabrını taşıyın); şüphesiz ki, Nûh çok şükreden bir kul idi.

4. İsrail oğullan’na kitapta şunu hükmettik Şanıma and olsun ki, yeryüzünde iki defa fesâd çıkaracaksınız ve elbette gururlanıp büyük bir serkeşlik göstereceksiniz.

5. Onlardan birincisinin va’desi ( = mukadder vakti) gelince üzerinize çok güçlü (savaşçı) kullarımızı gönderdik, yurtları(nızın) arasına kadar sokulup (her tarafı didik didik edip) araştırdılar. Bu, yerine getirilmiş bir va’d idi ki (gerçekleşti).

6. Sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik; size mallarla, oğullarla yardımda bulunduk ve topluluğunuzu çoğalttık.

7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik yapmış olursunuz ; kötülük işlerseniz, onu da kendi aleyhinize (işlemiş olursunuz). Diğer ikinci fesadın vakti gelince, yüzlerinizi karartıp kötüleştirenleri, ilk defa girdikleri gibi Mescid’e girmeleri; alt-üst ettiklerini büsbütün mahvu perişan etmeleri için (üstünüze yeni güçlü düşmanları göndereceğiz).

8. Ola ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz, biz de döneriz. Cehennemi de kâfirlere zindan kıldık.

9. Şüphesiz ki bu Kur’ân, en doğruya, en sağlama iletir. Güzel-yararlı amellerde bulunan mü’minlere büyük bir mükâfatı müjdeler.

10. Âhiret’e inanmayanlara elem verici bir azabı hazırladığımızı bildirir.

11. İnsan hayra duâ eder gibi kötülük için duâ eder; zaten insan çok acelecidir.

12. Gece ve gündüzü (varlığımıza, kudretimize) birer delil ve belge kıldık; gece belgesini silip gündüz belgesini aydınlık yaptık; tâ ki Rabbinizin geniş lûtfu ve keremini isteyesiniz ve yılların sayısını ve hesabı bilesiniz; (böylece) her şeyi yeterince açıklayıp bildirdik.

13. Her insanın (Dünya’da işlediği) amelini boynuna dolarız; Kıyamet günü de açık vaziyette bulacağı bir kitabı önüne çıkaracağız.

14. Oku kitabını! Bugün hesap görücü olarak sen kendine yetersin.

15. Kim doğru yolu bulup seçerse, onu ancak kendi lehine bulup seçer. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Hiçbir günahkâr diğer bir günahkârın günahını yüklenmez. Ve biz bir peygamber göndermedikçe azâb ediciler de değiliz.

16. Bir memleketi yıkıp yok etmek istediğimiz zaman oranın lüks ve konfor içinde yaşayan şımarık varlıklılarına, (peygamber ve kitaba uyarak doğru yolu seçmelerini) emrederiz ; buna rağmen onlar itaatsizlik edip yanlış yolda yürümeye devam ederler; o takdirde o memleket üzerine (azâb ile ilgili) hüküm hakk olur ve artık orayı yıkıp yerle bir ederiz.

17. Nûh’dan sonra nice kuşakları yok ettik. Kullarının günahlarından haberli ve gören olarak Rabbin yeter.

18. Kim acele (ve peşin bir dünya hayatı) istiyorsa, biz Dünya’da dilediğimizi istediğimize acele olarak veririz. Sonra da Cehennem’i ona ayırırız ; yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya varıp girer.

19. Kim de Âhiret"! ister ve mü’min olarak orası için lâyık olduğu biçimde çalışıp çaba gösterirse, işte onların çalışıp çabalaması övülmeye ve kabul edilmeye lâyıktır.

20. Her birine Onlara da, bunlara da Rabbinin bağış ve ihsanından ardarda veririz. Zaten Rabbinin bağış ve ihsanı (kimselerden) yasaklanmış değildir.

21. Bak, onların kimini kiminden nasıl üstün kıldık ve şanıma and olsun ki, Âhiret, dereceler bakımından da daha büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyüktür.

22. Allah ile beraber başka bir ilâh edinip tapma ! Sonra yerilmiş ve yalnızlığa itilip yardımsız bırakılmış olursun.

23. Rabbin ancak kendisine kulluk etmeni; ana-babaya iyilikte bulunmanı emretmiştir. Onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara «öf!» bile deme; onları sakın azarlama, onlara hep güzel, tatlı, iç açıcı söz söyle.

24. Onlara çok merhametli davranıp tevazu’ kanadını indir ve de ki Rabbim I Küçükken beni besleyip büyüttükleri gibi onlara merhamette bulun.

25. Rabbiniz, içinizde olanı iyi bilir ; eğer iyi-yararlı kişiler olursanız, şüphesiz ki O, kendisine (imânla, tevbeyle) dönüp yönelenler için çok bağışlayıcıdır.

26. Yakınlara, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver ve sakın saçıp savurma.

27. Şüphe yok ki, saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.

28. Rabbinden umduğun rahmeti arzulayarak, onlardan (sözü edilen hak sahiplerinden) yüzçevirirsen, o durumda onlara (hiç değilse) tatlı yumuşak bir söz söyle.

29. Elini boynuna bağlayıp asma, onu büsbütün açma, sonra kınanır, pişmanlık içinde açıkta kalırsın,

30. Şüphesiz ki Rabbin rızkı dilediğine genişletir, dilediğine de bir ölçüye göre daraltır. Çünkü O, kullarından elbette haberlidir ve onları mutlaka görür.

31. Çocuklarınızı fakirlik endişe ve korkusuyla öldürmeyin. Biz onları da, sizi de rızıklandırıyoruz. Şüphesiz ki, onları öldürmek büyük bir suçtur.

32. Zinaya yaklaşmayın; çünkü o elbette hayâsızlıktır ve kötü bir yoldur.

33. Allah’ın haram kıldığı, (öldürülmesini kesinlikle yasakladığı) kimseyi —haklı bir sebep dışında— öldürmeyin. Kim haksız yere öldürürse, onun (öldürülenin) velîsine bir yetki vermişizdir; artık o da öldürme hususunda aşırı gitmesin ; çünkü o yardıma eriştirilmiştir.

34. Yetim malına da —rüşde erinceye kadar— en güzel ve uygun şeklin dışında yaklaşmayın. Verilen sözü, yapılan sözleşmeyi yerine getirin. Çünkü verilen söz ve yapılan sözleşmede mutlaka sorumluluk vardır.

35. Ölçtüğünüz zaman ölçeği tam olarak yerine getirin ; doğru teraziyle tartın. Bu daha hayırlı ve sonuç yönünden de daha iyidir.

36. Bilmediğin bir şeyin ardına düşme; çünkü doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların herbiri ondan (ardına düştüğün şeyden) sorumludur.

37. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme ; çünkü sen yeri delemezsin ve boyca da dağlara ulaşamazsın.

38. Daha kötüsü, bütün bunlar Rabbin katında sevilmeyen şeylerdir.

39. İşte bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile beraber başka bir tanrı edinme, sonra kınanmış, koğulmuş olarak Cehennem’e atılırsın.

40. Rabbiniz sizi oğullarla seçkinleştirdi de kendisi meleklerden dişiler (kızlar) mı edindi ?! Doğrusu siz çok büyük (çok ağır) bir söz söylüyorsunuz.

41. Şanıma and olsun ki biz, bu Kur’ân’da (sözü edilen hususları), iyice düşünüp öğüt alsınlar diye bir bir açıklayıp tekrarladık. Ne yazık ki bu uyarı ve öğütler onların sadece nefretini artırmaktadır.

42. De ki Eğer O’nunla beraber —dedikleri gibi— başka ilâhlar olsaydı, elbette onlar Arş’ın sahibine bir yol ararlardı.

43. Münezzeh ve çok yüce olan Allah onların dediklerinden hem çok yüce, hem çok büyüktür.

44. Yedi gökler, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbîh ve tenzîh ederler. Zaten hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbîh etmesin ; ne var ki, siz onların teşbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O, Halîm’dir (şefkatlidir, merhametlidir, sabırlıdır, lûtf ile muamele edicidir) ve çok bağışlayandır.

45. Kur’ân’ı okuduğun zaman, seninle Âhiret’e inanmayanlar arasına görünmez bir perde yerleştiririz.

46. Kalbleri üzerine O’nu anlamalarına engel kılıflar geçiririz (perdeler örteriz); kulaklarına da bir ağırlık koyarız. Kur’ân’da Rabbini, «Bir» olarak andığın zaman nefretle arkalarını dönüp giderler.

47. Seni dinledikleri zaman neye nasıl kulak verdiklerini ve o gizli toplanıp fısıldaşarak zâlimlerin ; «siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz» dediklerini çok iyi biliyoruz.

48. Dikkat et, sana nasıl da misâller veriyorlar da bu yüzden sapıttılar ; artık bir yol da bulamıyacaklar.

49. Biz kemik (yığını) ve ufalanmış toz haline geldiğimiz zaman, biz mi yepyeni bir yaratık olarak diriltilip kaldırılacağız? derler.

50. (50-51) De ki İster taş olun, ister demir; isterse gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun, (elbette diriltilip kaldırılacaksınız). «Bizi kim diriltebilecek ?» diyecekler. De ki Sizi ilk defa yoktan var edip yaratan... Sana başlarını sallayacaklar ve «ne vakit bu ?» diyecekler. De ki Yakında oluvermesi umulur.

51. (50-51) De ki İster taş olun, ister demir; isterse gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun, (elbette diriltilip kaldırılacaksınız). «Bizi kim diriltebilecek ?» diyecekler. De ki Sizi ilk defa yoktan var edip yaratan... Sana başlarını sallayacaklar ve «ne vakit bu ?» diyecekler. De ki Yakında oluvermesi umulur.

52. O (yüce kudret sahibi) sizi çağıracağı gün övgüyle koşacaksınız ve (kabillerinizde ya da Dünya’da) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.

53. Kullanma de ki Sözün en^ güzelini söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozmaya çalışır. Şüpheniz olmasın ki, şeytan, insanın açık bir düşmanı olarak bulunuyordur.

54. Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse size azâb eder. Biz seni onlara vekîl olarak göndermedik.

55. Ve Rabbin göktekileri ve yerde olan kimseleri daha iyi bilir. And olsun ki, peygamberlerin bir kısmını brr kısmından üstün kıldık; Davud’a da Zebur’u verdik.

56. De ki Allah’tan başka ilâh diye iddia ettiklerinizi çağırın ; (göreceksiniz ki) ne sizden sıkıntıyı giderebilirler, ne de onu değiştirebilirler.

57. İşte onların yalvarıp durduklarından Rablerine hangisi daha yakınsa, onunla (yaklaşmak için) vesîle ararlar; onun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkulup sakınılmaya elverir.

58. Hiçbir şehir-kasaba yoktur ki, biz onu Kıyametten önce yok etmiyelim veya şiddetli bir azaba uğratmıyalım. Bu, o kitap (Levh-i Mahfûz) da yazılı bulunuyordur.

59. Bize âyetler (mu’cizeler ve açık belgeler) göndermekten alıkoyan, ancak öncekilerin o âyetleri ya lanlamasıdır. (Meselâ) Semûd kavmine deveyi gözle görülür biçimde verdik, ona zulmettiler. Halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.

60. Hani biz sana, Rabbin gerçekten bütün insanları (ilmiyle, kudretiyle, saltanotiyle, tedbir ve tasarrufuyla) kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz görüntüyü (ya da rüyayı) ve Kur’ân’da lanetlenmiş ağacı sadece insanlara bir fitne (imtihan) kıldık ve onları (böylece) korkuturuz; bu da onlarda büyük bir taşkınlık ve azgınlıktan başka bir şey artırmaz.

61. Hani bir vakitler meleklere, «Âdem’e secde edin I» diye emretmiştik ; onlar da hemen secde etmişlerdi. Ancak İblîs secde etmedi ve, «çamurdan yarattığın kimseye secde mi ederim !» dedi.

62. «Baksana benden üstün ve şerefli kıldığın bu da kim ? Eğer beni Kıyamet gününe kadar geciktirirsen, and olsun ki pek azı dışında onun soyunu emir ve kumandam altına alacağım» diye ilâve etti.

63. Allah ona «Yıkıl da git, artık onlardan kim sana uyarsa. Cehennem hepinizin cezasıdır, hem de eksiksiz bir ceza...» buyurdu.

64. «Hem onlardan gücün yettiğince sesinle yerinden oynat, süvarinle piyadenle üzerlerine yürü ; mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara va’dlerde bulun, —ama Şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va’detmez—».

65. «Şüphesiz ki benim (gerçek mü’min) kullarım üzerinde senin hiçbir sultan olamaz. Vekîl olarak Rabbin yeter.

66. Rabbiniz (o sınırsız kudret sahibidir ki) O’nun geniş nîmet ve ihsanından (geçiminizi) arayasınız diye denizde sizin için gemiyi yüzdürür. Doğrusu Rabbiniz sizin hakkınızda çok merhametlidir.

67. Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman O’ndan başka taptıklarınız ortadan yok olur, derken O, sizi kurtarıp karaya ulaştırınca yüzçevirirsiniz. İnsan çok nankör bulunuyordun

68. Ya sizi kara tarafında yere batırmasından ya da üzerinize taşlı-topraklı bir kasırga göndermesinden güvende misiniz ? Sonra da kendinize (kurtarıp koruyucu) bir vekil de bulamazsınız.

69. Yoksa sizi tekrar denize çevirip üzerinize her şeyi alt-üst eden bir fırtına gönderip inkâr ve nankörlüğünüzden dolayı sizi boğmasından güvende misiniz ? Sonra da bize karşı, sizin için, onun öcünü alacak bir yardımcı da bulamazsınız.

70. And olsun ki, biz Âdem oğullarını aziz, saygıdeğer kıldık; karada ve denizde onları taşıyacak araçlar (imâl etme yeteneğini) verdik; onları yararlı, temiz ve iyi nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık da kıldık.

71. Bir gün bütün insanları önder ve liderleriyle birlikte çağıracağız. Artık kimin (amel) kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını (rahatlıkla, güven duyarak) okuyacaklar ve bir hurma fitili kadar haksızlığa uğramıyacaklar.

72. Kim bu Dünya’da korse, Âhiret’te de o kördür ve yol cihetiyle daha da şaşkındır.

73. Neredeyse onlar sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için seni bile fitneye düşürecek ve o takdirde seni samimi bir dost edineceklerdi.

74. Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, az da olsa, onlara neredeyse meyledecektin.

75. Ve o takdirde sana hayatın da, ölümün de (acısını) kat kat tattırırdık, sonra da kendine, bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.

76. Yakında seni bu yerden çıkartmak için seni rahatsız edip dururlar. O takdirde kendileri de senin ardından pek az bir süre kalıp (sonra da) yok olup giderler.

77. Bu senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkında (câri) bir sünnettir ve sen sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.

78. Güneş’in (zeval vaktinde) kaymasından, gecenin kararmasına kadar namaz kıl; bir de Kur’ân’ın (feyiz ve bereketiyie içice olan) sabah namazını kıl; şüphesiz ki sabah namazına (melekler) şâhid olur.

79. Gecenin bir bölümünde uykudan kalk da sana has, fazladan bir namazı, onunla (Kur’ân ile) kıl. Umulur ki Rabbin seni MAKAM-I MAH-MÛD’a (=Övülmeğe lâyık makama, Şefaat makamına) eriştirir.

80. De ki Rabbim ! Beni gireceğim yere sıdk ile sok, çıkaracağın yerden sıdk ile çıkar ve kendi katından bana yardımcı bir kuvvet ver.

81. De ki Hakk geldi, bâtıl yok oldu ; çünkü gerçekten bâtıl yok olmaya mahkûmdur.

82. Kur’ân’dan mü’minlere şifâ ve rahmet olan (parçalar, bölümler) indiririz. Zâlimlerin ise ancak ziyanını artırır.

83. İnsana nîmet verdiğimiz zaman yüzçevirir de yançizer. Kendisine kötülük dokunduğu zaman ümitsizliğe kapılır.

84. De ki Herkes mizacına ve inancına göre amel eder. O halde kimin daha doğru yolda bulunduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.

85. Sana ruhtan soruyorlar, de ki Ruh Rabbimin emrindendir. Size ilimden az bir şey verilmiştir.

86. And olsun ki, dilersek sana vahyettiğimizi giderip götürürüz (hafızandaki her şeyi sileriz). Sonra bize karşı kendinden yana bir vekil de bulamazsın.

87. Ancak Rabbinden bir rahmet (onu gidermiştir. Şüphesiz ki O’nun sana iyilik ve ikramı pek büyüktür.

88. De ki Eğer insanlarla cinler, birbirlerine yardımcı ve destek de olsalar, bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek için biraraya gelseler, yine de onun bir benzerini (yazıp) getiremezler.

89. And olsun ki biz, bu Kur’ân’da (lüzumlu) her misâli tekrar tekrar açıkladık; yine de insanların çoğu inkâr ve nankörlükte ısrar edip dururlar.

90. (Sapık kâfirler) dediler ki Mümkün değil sana inanmayız, tâ ki bize yerden kaynak (su) çıkarasın.

91. Veya sana ait hurmalık ve bağlar olup aralarından ırmaklar fışkırtarak akıtasın;

92. Veya iddia ettiğin gibi göğü parça parça üzerimize düşüresin ya da Allah’ı ve meleklerini karşımıza (kanıt ve açık belge) olarak getiresin;

93. Veya senin altınla kaplanmış (cinsten) bir evin olsun, ya da göğe yükselesin, —ama okuyabileceğimiz bir kitabı oradan üzerimize indirmedikçe senin göğe yükselmene de elbette inanmıyacağız— De ki Rabbimi tenzîh ederim; ben peygamber olan bir insandan başka bir şey miyim ?

94. Doğru yolu gösteren (Kur’ân) geldiğinde insanları inanmaktan alı1 koyan şey, sadece «Allah bir insanı mı peygamber olarak göndermiş ?!» demeleridir.

95. De ki Eğer yeryüzünde eyleşip gönülleri mutmain ve huzur içinde yürüyen melekler bulunsaydı, elbette üzerlerine gökten peygamber olarak melek gönderirdik.

96. De ki Benimle sizin aramızda şâhid olarak Allah yeter. Şüphesiz ki O, kullarından haberlidir ve (onların her hâlini) görendir.

97. Allah kimi doğru yola iletirse, o doğru yolu bulmuş olur. Kimi de saptırırsa. artık Allah’tan başka onlar için elbette dost ve yardımcı bulamazsın. Kıyamet günü ise onları yüzükoyun körler, dilsizler, sağırlar olarak kaldırıp hesap alanına sevkedeceğiz. Varıp eyleşecekleri yer Cehennem’dir. Onun ateşi tesirini kaybetmeye yüz tutunca, biz onun çılgınca (yükselen) alevlerini onlardan yana artırırız.

98. Bu, onların âyetlerimizi inkâr etmeleri ve «biz kemikler ve ufalıp toz-toprak haline geldikten sonra mı yeni bir yaratık olarak dirilip kaldırılacağız ?» demelerine karşılık cezalarıdır.

99. Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini yaratmaya kudretli bulunduğunu görmezler mi ? Allah onlar için belirli bir süre koymuştur ki, bunda hiç şüphe yoktur. Buna rağmen, zâlimler küfür! ve nankörlükte direnip dururlar.

100. De ki Eğer sizler Rabbimin^ rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o takdirde harcamakla tükenir korkusuyla (cimrilik edip) elinizde tutardınız. Zaten insan (tabiatı gereği) çok cimridir.

101. And olsun ki, Musa’ya, İsrail oğulları’na geldiği zaman dokuz âyet (mu’cize, açık belge) verdik. Sen onu İsrail oğulları’na bir sor. Fir’avn ona Ey Musa! Doğrusu seni büyülenmiş sanıyorum, demişti.

102. Musa da ona «Yemin ederim ki bunları ancak göklerin ve yerin Rabbinin açıkça görülecek belgeler halinde indirdiğini sen de çok iyi bilirsin ve elbette ben de seni yok edilmiş sanıyorum» demişti.

103. Bunun üzerine Fir’avn onları yerlerinden oynatıp çıkarmak istedi, derken onu da, beraberindekilerin hepsini de (denizde) boğduk.

104. Bu olaydan sonra israil oğulları’na, «siz artık bu (söz verilen) toprakta oturun. Âhiret va’di (günü) gelince sizi (onlarla) derleyip biraraya getiririz» dedik.

105. Kur’ân’ı da hak ile indirdik ve hak ile indi. Seni de ancak (rahmetimizin) mü|decisi, (azabımızın) uyarıcısı olarak gönderdik.

106. İnsanlara, ağır ağır, aralıklı, nefes ala ala okuyasın diye Kur’ân’ı parça parça sunduk, gerektikçe (ihtiyaca göre) indirdik.

107. De ki O’na ister inanın, İster inanmayın, ondan önce kendilerine ilim verilenlere karşı Kur’ân okununca çeneleri üzerine secdeye kapanırlar

108. «Rabbımızı tenzîh ederiz; Rabbınızın va’di mutlaka yerine gelmiş bulunuyor» derler.

109. Yine çeneleri üzerine yere kapanıp ağlarlar ve bu onların saygı dolu korkusunu artırır.

110. De ki İster «Allah» deyin, ister «Rahman» deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O’nundur. Namazında sesini pek yükseltme, onu pek kısma, bu ikisi arasında bir yol (bir ses tonu) tut.

111. De ki Hamd O Allah’a ki çocuk edinmemiştir; mülkünde de hiçbir ortağı yoktur; kendini horluk ve acizlikten (kurtarmak hususunda) yardımcıya ve dosta ihtiyacı da olmadı. O’nun büyüklüğünü an da an.