Süleyman Ateş 

1. Allah’a hamdolsun ki, kuluna Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.

2. Onu dosdoğru (bir Kitâp) olarak indirdi ki katından gelecek şiddetli azâba karşı (insanları) uyarsın ve iyi işler yapan mü’minlere de kendileri için güzel mükâfât bulunduğunu müjdelesin.

3. Onlar sürekli olarak o mükâfât içinde bulunacaklardır.

4. Ve "Allâh çocuk edindi" diyenleri de uyarsın.

5. Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük (küstahça) söz çıkıyor! Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

6. Herhalde sen, onlar bu söze inanmıyorlar diye, peşlerinde üzüntüden kendini helâk edeceksin!

7. Biz yeryüzündeki şeyleri, kendisine süs olsun diye yarattık ki onların, hangisinin daha güzel iş yaptığını deneyelim.

8. Biz elbette (bir gün) yerin üzerindekileri kupkuru bir toprak yaparız.

9. Yoksa sen, sadece Kehf ve Rakim sâhiplerinin bizim şaşılacak âyetlerimizden olduklarını mı sandın? (onlardan başka çok daha acâip âyetlerimiz vardır. Arzı yeşertip sonra kurutmamız da şaşılacak âyetlerimizden değil midir?)

10. O gençler mağaraya sığındılar "Rabbimiz, bize katından bir rahmet ver ve bize şu işimizden bir çıkış yolu hazırla!" dediler.

11. Bunun üzerine mağarada nice yıllar onların kulaklarına ağırlık vurduk (onları derin bir uykuya daldırdık)

12. Sonra onları uyandırdık ki, (onların uyuma müddetleri hakkında ihtilâf eden) iki zümreden hangisinin, (onların) kaldıkları süreyi daha iyi hesâb edeceğini bilelim.

13. Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz Onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidâyetlerini artırmıştık.

14. Kalblerinin üstüne metânet bağlamıştık. Kalktılar, dediler ki "Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasına Tanrı demeyiz. Yoksa saçma söylemiş oluruz."

15. "Şunlar, şu kavmimiz O’ndan başka tanrılar edindiler. Onların tanrı olduğuna açık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir?"

16. (İçlerinden biri şöyle dedi) "Mâdem ki siz onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden bir parça yaysın (rızkınızı açıp bollaştırsın) ve (şu) işinizden size yararlı bir şey hazırlasın."

17. Güneşi görürsün, doğduğu zaman mağaralarından sağa doğru eğiliyor, battığı zaman da sola doğru onları makaslayıp geçiyor (hiçbir halde onların üzerine düşüp kendilerini rahatsız etmiyor) ve onlar, mağaranın geniş bir dehlizi içindedirler. Bu (durum), Allâh’ın âyetlerindendir. Allâh kimi doğru yola iletirse o, yolu bulmuştur; kimi de sapıklıkta bırakırsa, artık onun için yol gösteren bir dost bulamazsın.

18. Uykuda oldukları halde sen onları uyanıklar sanırsın onları (uykuda) sağa sola çeviririz. Köpekleri de girişte iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmış vaziyettedir. Onların durumunu görseydin, mutlaka onlardan dönüp kaçardın. Ve onlardan içine korku dolardı.

19. Yine böyle onları dirilttik ki, kendi aralarında (birbirlerine) sorsunlar İçlerinden biri "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün, ya da günün bir parçası (kadar kaldık)." dediler. (Fakat işin içyüzünü iyice bilmediklerinden herşeyi en iyi bilenin Allâh olduğunu ifade ettiler) "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir, dediler, birinizi şu gümüş (para) ile şehre gönderin, baksın, hangi yiyecek daha temiz (ve nefis) ise ondan size bir azık getirsin; fakat çok dikkatli davransın, sakın sizi birisine sezdirmesin."

20. "Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler ki, o takdirde asla iflâh olamazsınız."

21. (Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa yine) böylece onları (bazı insanlara) buldurduk ki, Allâh’ın (öldükten sonra diriltme) va’dinin gerçek olduğunu ve (Duruşma) saatin(in geleceğin)de asla şüphe olmadığını bilsinler. (Bulanlar), o sırada kendi aralarında onların durumlarını tartışıyorlardı "Onların üstüne bir binâ yapın!" dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onların işine gaalip gelen(yetkili)ler "Mutlaka onların üstüne bir mescid yapacağız" dediler.

22. Görülmeyene taş atar gibi "Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler; "Beştir, altıncıları köpekleridir" diyecekler. "(Hayır,) Yedidir, sekizincileri köpekleridir.’ diyecekler. De ki "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onları bilen azdır." Onun için onlar hakkında, sathi tartışma dışında, derin münakaşaya girme ve onlar hakkında bunlardan hiçbirine bir şey sorma.

23. Hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme.

24. Ancak "Allâh dilerse (yapacağım)" (de). Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Rabbimin beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştırcağını umarım" de.

25. "Mağaralarında üçyüz yıl kaldılar. Dokuz (yıl) da ilâve ettiler."

26. De ki "Onların ne kadar kaldıklarını Allâh daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O ne güzel görendir, ne güzel işitendir! Onların, O’ndan başka bir yardımcısı yoktur. Ve O, kendi hükmüne kimseyi ortak etmez."

27. Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedileni oku; O’nun sözlerini değiştirecek yoktur. O’ndan başka sığınılacak bir kimse de bulamazsın.

28. Nefsini, sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan sabret). Gözlerin, dünyâ hayâtının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itâat etme.

29. De ki "Bu gerçek, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Çünkü biz zâlimlere öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı onları kuşatmıştır. Eğer (susuzluktan) feryâd edip yardım isteseler erimiş mâden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir! O ne kötü bir içecektir ve ne kötü bir dayanacak(koltuk)dur!

30. Onlar ki inandılar ve iyi işler yaptılar; elbette biz işi güzel yapanın ecrini zâyi etmeyiz.

31. Onlar öyle kimselerdir ki kendileri için Adn cennetleri vardır. Altlarından ırmaklar akar. Orada altın bileziklerle bezenirler; ince ipekten yeşil giysiler giyerek koltuklar üzerine yaslanırlar. Ne güzel sevâp ve ne güzel dayanacak (koltuk)!

32. Onlara şu iki adamı misâl olarak anlat İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrâfını hurmalarla çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik.

33. Her iki bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şey eksik etmemişti. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık.

34. O(adam)ın (başka) ürünü de vardı. Arkadaşiyle konuşurken ona; "Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm." dedi.

35. (Böylece) kendisine yazık ederek bağına girdi "Bunun yok olacağını hiç sanmam" dedi.

36. "Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Şâyet Rabbime döndürülsem bile (orada) bundan daha güzel bir sonuç (daha güzel bir yer) bulurum."

37. Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki "Seni topraktan, sonra nutfe (sperm)den yaratan, sonra da seni bir adam biçimine koyan Rabbine nankörlük mü ettin?"

38. "Fakat O Allâh benim Rabbimdir, ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam!"

39. "Bağına girdiğin zaman Mâşâallah (Allâh dilemiş de olmuş), kuvvet yalnız Allâh iledir! demen gerekmez miydi? Gerçi sen beni malca ve evlâtça senden az görüyorsun ama"

40. "Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verebilir. Ve o(senin bağı)nın üzerine de gökten bir hesap görme âfeti gönderir de bağın kupkuru bir toprak kesilir."

41. "Yahut suyu dibe çekilir de bir daha su arayamazsın."

42. Derken (o inkârcı kişinin) ürünü yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan(bağ)ın karşısında ona harcadıklarına acıyarak ellerini uğuşturmağa başladı "Âh nolaydı, ben Rabbime kimseyi ortak koşmamış olaydım!" diyordu.

43. Allah’tan başka, kendisine yardım eden bir topluluğu da olmadı, kendi kendisini de kurtaramadı.

44. İşte o durumda velilik (koruyuculuk) yalnız hak olan Allah’a mahsustur. O’nun vereceği sevâp da daha hayırlıdır, sonuç da daha hayırlıdır.

45. Onlara dünyâ hayâtının, tıpkı şöyle olduğunu anlat Gökten bir su indirdik, Yerin bitkisi onunla karıştı ve (sonunda bitkiler), rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. Allâh, her şeye kâdirdir.

46. Mal ve oğullar dünyâ hayâtının süsüdür. Kalıcı olan güzel işler ise Rabbinin katında sevâpça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır.

47. (Yalnız kalıcı eylemlerin yarar sağlayacağı) O gün dağları yürütürüz; yeri alaçık (çırılçıplak) görürsün (dağlar savrulup dümdüz olmuş, engebeler kalkmıştır) onları (hep bir yere) toplamışız, hiçbirini bırakmamışızdır.

48. Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine sunulmuşlardır "Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (çırılçıplak, yalnız, malsız, mülksüz) bize geldiniz! Oysa siz, size (yaptıklarınızdan hesap sorulacak) bir zaman tayin etmeyeceğimizi sanmıştınız!"

49. Kitap (ortaya) konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden korkarak "Vah bize, bu Kitaba da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!" dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.

50. Meleklere "Âdem’e secde edin!" demiştik; secde ettiler, yalnız İblis etmedi. O cinlerdendi, Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Şimdi siz, benden ayrı olarak onu ve onun neslini dostlar mı ediniyorsunuz? Oysa onlar, sizin düşmanınızdır. Zâlimler için ne kötü bir değiştirmedir (bu. Dost olan Allâh’ı bırakıp düşman olan şeytânı ve zürriyetini dost tutmak)!

51. Ben onları ne göklerin, yerin, yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında hazır bulundurdum; yoldan şaşırtanları (kendime) yardımcı tutmuş da değilim.

52. O gün (Allâh, kâfirlere) der ki "Benim ortaklarım zannettiğiniz şeyleri çağırın (da sizi azâbımdan kurtarsınlar)! İşte çağırdılar ama (çağırdıkları), kendilerine cevap vermediler. Ve biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum koyduk.

53. Suçlular ateşi gördüler, artık içine düşeceklerini iyice anladılar, fakat ondan kaçacak bir yer bulamadılar.

54. Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara her çeşit misali türlü biçimlerde anlattık. Ama insan, tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.

55. Kendilerine hidâyet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilerin yasasının kendilerine de gelmesi(ni) yahut azâbın açıkça karşılarına gelmesi(ni beklemeleri)dir.

56. Biz elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr edenler, hakkı bâtılla gidermek için mücâdele ediyorlar. (Onlar), âyetlerimle ve uyarıldıkları şeylerle alay ettiler.

57. Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldığı halde onlardan yüz çeviren ve ellerinin (yapıp) öne sürdüğü(günâhlarını, isyânları)nı unutandan daha zâlim kim olabilir? Biz onların kalbleri üzerine, onu anlamalarına engel olan örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koymuşuz. Onları doğru yola çağırsan da bu halde asla doğru yola gelmezler (çünkü gerçeğe basiretlerini kapamışlardır).

58. Ama çok bağışlayan, esirgeyen Rabbin eğer onları, yaptıklariyle hemen cezâlandıracak olsaydı, onların azâbını çabuklaştırırdı. Fakat onlar için va’dedilen bir zaman vardır ki, ondan (kaçıp) sığınacak bir yer bulamayacaklardır.

59. İşte şu kentler de zulmetmeğe başlayınca onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de bir süre belirlemiştik.

60. Mûsâ uşağına demişti ki "Durmayıp ya iki denizin birleştiği yere varacağım veya uzun bir zaman yürüyeceğim."

61. İkisi (yürüdüler), iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular, (balık) sıyrılıp denizde yolunu tuttu.

62. Orayı geçip gittiklerinde (Mûsâ) uşağına "Kahvaltımızı bize getir (de yiyelim), andolsun ki, bu yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk çektik." dedi.

63. (Uşağı) "Gördün mü, dedi, kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum. Onu söylememi, bana ancak şeytân unutturdu. (Balık), şaşılacak biçimde denizin içinde yolunu tuttu!

64. (Mûsâ) "İşte aradığımız o idi." dedi. Tekrar izlerini ta’kibederek geriye döndüler, (kayaya vardılar).

65. (Orada) Kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ilim öğretmiştik.

66. Mûsâ ona "Sana öğretilenden, bana da bir bilgi öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi.

67. (O da) "Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın" dedi.

68. "Sana bildirilmeyen bir şeye nasıl dayanabilirsin?"

69. (Mûsâ) "İnşâallah, dedi, beni sabredici bulursun, senin emrine karşı gelmem."

70. (O kul) "O halde, dedi, eğer bana tabi olursan ben sana anlatıncaya kadar (yaptığım) hiçbir şey hakkında bana soru sorma."

71. Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman gemiyi deliverdi. (Mûsâ) "Halkını boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten sen çok tehlikeli bir iş yaptın!" dedi.

72. (O kul) "Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın demedim mi?" dedi.

73. (Mûsâ) "Unuttuğum şeyden ötürü beni kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma." dedi.

74. Yine yürüdüler. Nihâyet bir oğlana rastladılar. (O kul) hemen onu öldürdü. (Mûsâ) "Bir can karşılığı olmadan temiz bir cana kıydın ha? Doğrusu sen, çirkin bir iş yaptın!" dedi.

75. (O kul) "Ben sana, sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın, dememiş miydim? dedi.

76. (Mûsâ) dedi ki "Eğer bundan sonra (bir daha) sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaş olma. (O zaman) benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır (artık benden ayrılmakta mazur sayılırsın).

77. Yine yürüdüler. Nihâyet bir kent halkına varıp onlardan yemek istediler (kent halkı) onları konuklamaktan kaçındılar. Derken orada yıkılmağa yüz tutan bir duvar buldular; hemen onu doğrulttu. (Mûsâ) "İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın," dedi.

78. "İşte, dedi bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemeğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."

79. "O (yaraladığım) gemi, denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim, çünkü onların ilerisinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı."

80. "Oğlana gelince Onun anası babası mü’min insanlardı. Bunun, onlara azgınlık ve küfür sarmasından korktuk."

81. "İstedik ki Rableri onun yerine onlara ondan daha temiz, daha merhametli (ana babasına iyilik eden) birini versin."

82. "Duvar ise şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki onlar (büyüyüp) güçlü çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Bunları, ben kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzü budur."

83. (Ey Muhammed), sana Zu’l-Karneyn’den soruyorlar. De ki "Size ondan bir anı okuyacağım."

84. Biz onu yeryüzünde güçlü kıldık ve ona herşeyden bir sebep (istediği herşeye ulaşmanın yolunu, aracını) verdik.

85. O da (kendisini batı ülkelerine ulaştıracak) bir yol tuttu.

86. Nihâyet güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında da bir kavim buldu. Dedik ki "Ey Zu’l-Karneyn, (onlara) ya azâb edersin veya kendilerine güzel davranırsın (onları güzellikle yola getirirsin. Nasıl istersen öyle yaparsın)."

87. Dedi "Kim haksızlık ederse, ona azâb edeceğiz, sonra o, Rabbine döndürülecektir. O da ona görülmemiş bir azâb edecektir."

88. "Fakat inanıp iyi iş yapan kimseye de en güzel mükâfât vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyeceğiz (onu zor işlere koşmayacağız)."

89. Sonra yine bir yol tuttu.

90. Nihâyet güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, güneşe karşı kendilerine siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğar buldu.

91. İşte (Zu’l-Karneyn) böyle (yüksek bir mevkie ve hükümranlığa sâhip) idi. Onun yanında (daha) nice bilgi ve yetki bulunduğunu biliyorduk.

92. Sonra yine bir yol tuttu.

93. Nihâyet iki sed arasına ulaşınca onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu.

94. Dediler ki "Ey Zu’l-Karneyn, Ye’cûc ve Me’cûc, bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?"

95. Dedi ki "Rabbimin, beni içinde bulundurduğu imkânlar, (sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana (insan) güc(üy)le yardım edin de sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım."

96. "Bana demir kütleleri getirin." (Zu’l-Karneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurtup dağlarla) aynı seviyeye getirince "Üfleyin!" dedi. Nihâyet o(demir kütleleri)ni bir ateş haline sokunca "Getirin bana, üzerine erimiş katran dökeyim," dedi.

97. Artık (Ye’cûc Me’cûc) onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.

98. (Zu’l-Karneyn) dedi "Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin va’di gel(ip Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkması, yahut kıyâmetin kopması gerek)diği zaman onu yerle bir eder; şüphesiz Rabbimin va’di gerçektir."

99. Biz o gün (Ye’cûc ve Me’cûc’u) bırakmışızdır Birbiri içinde dalgalanır(lar). Sûr’a da üflenmiştir ve onları hep bir araya toplamışızdır.

100. O gün cehennemi kâfirlere açıkça göstereceğiz.

101. Onlar ki beni anmağa karşı gözleri perde içinde idi ve (Kur’ân’ı) dinlemeğe tahammül edemezlerdi.

102. O nankörler benden ayrı olarak kullarımı kendilerine veliler yapacaklarını mı sandılar? Biz kâfirlere cehennemi konak olarak hazırladık.

103. De ki "Size işleri bakımından en çok ziyana uğrayacak olanları söyleyeyim mi?"

104. Dünyâ hayâtında bütün çabaları boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseleri?

105. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden eylemleri boşa çıkan kimselerdir. (Yaptıkları işler tamamen boşa çıktığından) kıyâmet günü onlar için bir terazi kurmayız (veya onlara hiçbir değer vermeyiz).

106. İnkâr ettikleri, âyetlerimi ve elçilerimi eğlence yerine koydukları için onların cezâsı cehennemdir.

107. İnanıp iyi işler yapanlara gelince, onların konağı da Firdevs cennetleridir.

108. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.

109. De ki "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir." Yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yetmez)."

110. De ki "Ben de sizin gibi bir insanım; Tanrınızın bir tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine (yaptığı) ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin."