Ahmet Varol | |
---|---|
وَالطُّورِ Vet tur |
|
2. (2-3)Yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış kitaba, |
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍ Ve kitabim mestur |
3. (2-3) Yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış kitaba, |
فِي رَقٍّ مَنْشُورٍ Fi rakkım menşur |
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ Vel beytil ma’mur |
|
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ Ves sakfil merfu’ |
|
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِ Vel bahril mescur |
|
إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌ İnne azabe rabbike le vakı’ |
|
مَا لَهُ مِنْ دَافِعٍ Ma lehu min dafi’ |
|
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاءُ مَوْرًا Yevme temurus semau mevra |
|
وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا Ve tesirul cibalu seyra |
|
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ Fe veyluy yevmeizil lil mukezzibin |
|
12. Ki onlar, daldıkları bir batılın içinde oynayıp duranlardır. |
الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ Ellezine hum fi havdıy yel’abun |
يَوْمَ يُدَعُّونَ إِلَىٰ نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا Yevme yude’une ila nari cehenneme de’a |
|
هَٰذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ Hazihin narulleti kuntum biha tukezzibun |
|
أَفَسِحْرٌ هَٰذَا أَمْ أَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ E fe sıhrun haza em entum la tubsırun |
|
اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ ۖ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Islavha fasbiru ev la tasbiru sevaun aleykum innema tüczevne ma kuntum ta’melun |
|
17. Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve nimet içindedirler. |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَعِيمٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve neıym |
فَاكِهِينَ بِمَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ وَوَقَاهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ Fakihine bima atahum rabbuhum ve vekahum rabbuhum azabel cehıym |
|
19. ’Yapmakta olduklarınıza karşılık afiyetle yiyin ve için.’ |
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Kulu veşrabu heniem bima kuntum ta’melun |
20. Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslanarak. Ayrıca onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. |
مُتَّكِئِينَ عَلَىٰ سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍ ۖ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ Muttekiine ala sururim masfufeh ve zevvecnahum bi hurin ıyn |
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَا أَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍ ۚ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ Vellezine amenu vettebeathum zurriyyetuhum bi imanim elhakna bihim zurriyyetehum ve ma eletnahum min amelihim min şey’ kullumriim bima kesebe rahin |
|
22. Onlara canlarının çektiği meyvelerden ve etten bol bol vermişizdir. |
وَأَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ Ve emdednahum bi fakihetiv ve lahmim mimma yeştehun |
23. Orada bir kadeh kapışırlar ki, onda ne bir saçmalama ne de günâha sokma vardır. |
يَتَنَازَعُونَ فِيهَا كَأْسًا لَا لَغْوٌ فِيهَا وَلَا تَأْثِيمٌ Yetenazeune fiha ke’sel la lağvun fiha ve la te’sim |
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَأَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ مَكْنُونٌ Ve yetufu aleyhim ğılmanil lehum keennehum lu’luum meknun |
|
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Ve akbele ba’duhum ala ba’dıy yetesaelun |
|
قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ Kalu inna kunna kablu fi ehlina muşkikıyn |
|
27. Allah bize lutfetti de bizi delikçiklere (hücrelere) kadar işleyen azaptan korudu. |
فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ Fe mennellahu aleyna ve vekana azabes semum |
28. Şüphesiz biz daha önce O’na yalvarırdık. Gerçekten iyilik eden, rahmet eden O’dur.’ |
إِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُ ۖ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ İnna kunna min kablu ned’uh innehu huvel berrur rahıym |
29. O halde sen öğüt ver. Rabbinin nimetiyle sen ne bir kâhinsin ne de mecnun. |
فَذَكِّرْ فَمَا أَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ Fe zekkir fema ente bi nı’meti rabbike bi kahiniv ve la mecnun |
30. ’(O) bir şairdir, biz onun zamanın felaketlerine çarpılmasını gözlüyoruz’ mu diyorlar? |
أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ Em yekulune şaırun neterabbesu bihi raybel menun |
31. ’Gözleyin, şüphesiz ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim!’ |
قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصِينَ Kul terabbesu fe inni meakum minel muterabbisıyn |
32. Bunu kendilerine akılları mı emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk mudurlar? |
أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُمْ بِهَٰذَا ۚ أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ Em te’muruhum ahlamuhum bihaza em hum kavmun tağun |
33. ’Onu kendisi uydurup söyledi’ mi diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar. |
أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ ۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَ Em yekulune tekavveleh bel la yu’minun |
34. Eğer doğru sözlü iseler onun benzeri bir söz getirsinler öyleyse! |
فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِثْلِهِ إِنْ كَانُوا صَادِقِينَ Felye’tu bi hadisim mislihi in kanu sadikıyn |
35. Onlar hiçbir şey olmaksızın mı yaratıldılar yoksa yaratanlar kendileri midirler? |
أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ Em huliku min ğayri şey’in em humul halikun |
36. Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır, onlar kesin bilgiyle inanmıyorlar. |
أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَ Em halekus semavati vel ard bel la yukınun |
37. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanlarında mıdır? Yoksa hâkimiyet sahibi onlar mıdırlar? |
أَمْ عِنْدَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ أَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ Em ındehum hazainu rabbike em humul musaytırun |
أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ ۖ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ Em lehum sullemuy yestemiune fih felyeti mustemiuhum bi sultanim mubin |
|
أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ Em lehul benatu ve lekumul benun |
|
40. Yoksa sen onlardan ücret istiyorsun da onlar borçtan ağır yük altında mı kaldılar? |
أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ Em tes’eluhum ecran fe hum mim mağramim muskalun |
41. Yoksa gayb kendilerinin yanındadır da kendileri mi istediklerini yapıyorlar? |
أَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ Em ındehumul ğaybu fe hum yektubun |
42. Yoksa bir tuzak kurmak mı istiyorlar? Oysa asıl tuzağa düşecek olanlar o inkâr edenlerdir. |
أَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا ۖ فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ Em yuridune keyda fellezine keferu humul mekidun |
أَمْ لَهُمْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ Em lehum ilahun ğayrullah subhanellahi amma yuşrikun |
|
وَإِنْ يَرَوْا كِسْفًا مِنَ السَّمَاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ Ve iy yerav kisfem mines semai sakıtay yekulu sehabum merkum |
|
45. Öyleyse onları çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. |
فَذَرْهُمْ حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ Fe zerhum hatta yulaku yevmehumullezi fihi yus’akun |
46. O gün tuzakları kendilerinden bir şey savamaz ve onlara yardım da edilmez. |
يَوْمَ لَا يُغْنِي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ Yevme la yuğni anhum keyduhum şey’ev ve la hum yunsarun |
47. Şüphesiz zalimler için bundan önce de bir azap var. Ancak onların çoğu bilmiyorlar. |
وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَٰلِكَ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Ve inne fillezine zalemu azaben dune zalike ve lakinne ekserahum la ya’lemun |
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا ۖ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ Vasbir li hukmi rabbike fe inneke bi a’yunina ve sebbıh bi hamdi rabbike hıyne tekum |
|
49. Ve geceleyin de tesbih et O’nu, yıldızların batmaya durduğu demde de. |
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ Ve minel leyli fesebbıhhu ve idbaran nucum |