İskender Ali Mihr | |
---|---|
يس Yasın |
|
وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ Vel kur’anil hakiym |
|
إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ İnneke le minel murseliyn |
|
عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ Ala sıratım müstekıym |
|
تَنْزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ Tenziylel aziyzir rahıym |
|
6. Babaları uyarılmamış bir kavmi, uyarman içindir. Çünkü onlar gâfillerdir. |
لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أُنْذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ Li tünzira kavmem ma ünzira abaühüm fehüm ğafilun |
لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Le kad hakkal kavlü ala ekserihim fehüm la yü’minun |
|
إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلَالًا فَهِيَ إِلَى الْأَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ İnna cealna fı a’nakıhim ağlalen fe hiye ilel ezkani fehüm mukmehun |
|
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ Ve cealna mim beyni eydihim seddev ve min halfihim sedden fe ağşeynahüm fehüm la yübsırun |
|
وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Ve sevaün aleyhim e enzertehüm em lem tünzirhüm la yü’minun |
|
إِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ ۖ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ İnnema tünziru menittebeaz zikra ve haşiyer rahmane bil ğayb fe beşşirhü bi mağfirativ ve ecrin kerım |
|
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ İnna nahnü nuhyil mevta ve nektübü ma kaddemu ve asarahüm ve külle şey’in ahsaynahü fı imamim mübiyn |
|
13. Ve onlara, o şehrin halkını misal ver. Onlara resûller gelmişti. |
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءَهَا الْمُرْسَلُونَ Vadrib lehüm meselen ashabel karyeh iz caehel murselun |
إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ İz erselna ileyhimüsneyni fe kezzebuhüma fe azzezna bi salisin fe kalu inna ileyküm murselun |
|
قَالُوا مَا أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَمَا أَنْزَلَ الرَّحْمَٰنُ مِنْ شَيْءٍ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا تَكْذِبُونَ Kalu ma entüm illa beşerum mislüna ve ma enzeler rahmanü min şey’in in entüm illa tekzibun |
|
16. (Resûller) dediler ki "Bizim, gerçekten size gönderilmiş resûller olduğumuzu Rabbimiz biliyor." |
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ Kalu rabbüna ya’lemü inna ileyküm le murselun |
17. Ve bizim üzerimizde açıkça tebliğden (bildirmekten) başka bir şey (sorumluluk) yoktur. |
وَمَا عَلَيْنَا إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ Ve ma aleyna illel belağul mübın |
قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ ۖ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ Kalu inna tetayyarna biküm leil lem tentehu le nercümenneküm ve le yemessenneküm minna azabün eliym |
|
قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ ۚ أَئِنْ ذُكِّرْتُمْ ۚ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ Kalu tairuküm meaküm ein zükkirtüm bel entüm kavmüm müsrifun |
|
وَجَاءَ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ Ve cae min aksal medıneti racülüy yes’a kale ya kavmittebiul murseliyn |
|
اتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ İttebiu mel la yes’elüküm ecrav vehüm mühtedun |
|
22. Ve ben, niçin beni Yaratan’a kul olmayayım ki; siz, O’na döndürüleceksiniz. |
وَمَا لِيَ لَا أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Ve ma liye la a’büdüllezı fetaranı ve ileyhi türceun |
أَأَتَّخِذُ مِنْ دُونِهِ آلِهَةً إِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمَٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلَا يُنْقِذُونِ E ettehızü min dunihı aliheten iy yüridnir rahmanü bi durril la tuğni annı şefaatühüm şey’ev ve la yünkızun |
|
24. Eğer öyle olsaydı (putlara tapsaydım) muhakkak ki ben, mutlaka apaçık dalâlette olurdum. |
إِنِّي إِذًا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ İnnı izel le fı dalalim mübın |
25. Muhakkak ki ben, sizin Rabbinize îmân ettim. Öyleyse beni işitin. |
إِنِّي آمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ İnnı amentü bi rabbiküm fesmeun |
26. (Ona) "Cennete gir!" denildi. "Keşke kavmim bilseydi." dedi. |
قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ ۖ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ Kıyledhulil cenneh kale ya leyte kavmı ya’lemun |
27. Bu sebeple, Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını (bilselerdi). |
بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ Bima ğafera lı rabbı ve cealenı minel mükramiyn |
28. Ve onun arkasından, onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indiriciler de olmadık. |
وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَىٰ قَوْمِهِ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِلِينَ Ve ma enzelna ala kavmihı mim ba’dihı min cündim mines semai ve ma künna münziliyn |
29. (Onların cezası) sadece bir sayha (şiddetli ses dalgası) oldu. O zaman onlar sönenler oldular. |
إِنْ كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ İn kanet illa sayhatev vahıdeten fe iza hüm hamidun |
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ ۚ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ Ya hasraten alel ıbad ma yetiyhim mir rasulin illa kanu bihı yestehziun |
|
أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ Elem yerav kem ehlekna kablehüm minel kuruni ennehüm ileyhim la yarciun |
|
32. Ve ancak herkes toplandığı zaman (onlar da) huzurumuzda hazır bulundurulacak olanlardır. |
وَإِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ Ve in küllül lemma cemiy’ul ledeyna muhdarun |
وَآيَةٌ لَهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ Ve ayetül lehümül erdul meyteh ahyeynaha ve ahracna minha habben feminhü ye’külun |
|
34. Ve orada, hurma ve üzüm bahçeleri kıldık (yaptık). Ve orada, pınarlar fışkırttık. |
وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ الْعُيُونِ Ve cealna fiyha cennatim min nahıyliv ve a’nabiv ve feccerna fiyha minel uyun |
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ Li ye’külu min semerihı ve ma amilethü eydiyhim efela yeşkürun |
|
سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ Sübhanellezı halekal ezvace külleha mimma tümbitül erdu ve min enfüsihim ve mimma la ya’lemun |
|
وَآيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُمْ مُظْلِمُونَ Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muslimun |
|
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ Veş şemsü tecrı li müstekarril leha zalike takdiyrul aziyzil aliym |
|
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّىٰ عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym |
|
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ ۚ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ Leşşemsü yembeğıy leha en tüdrikel kamera velel leylü sabikun nehar ve küllün fı felekiy yesbehun |
|
41. Ve onların zürriyetlerini (nesillerini) dolu gemilerde taşımamız onlar için bir âyettir. |
وَآيَةٌ لَهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ Ve ayetül lehüm enna hamelna zürriyyetehüm fil fülkil meşhun |
42. Ve onlar için, onun gibi (gemiler gibi) binecekleri şeyler yarattık. |
وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ Ve halakna lehüm mim mislihı ma yarkebun |
43. Ve dilersek onları boğarız, o zaman onlara yardım edilmez ve onlar kurtarılmaz. |
وَإِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَ Ve in neşe’ nuğrıkküm fela sariyha lehüm velahüm yünkazun |
44. Bizden bir rahmet ve belli bir zamana kadar metalanmaları (faydalanmaları) hariç. |
إِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعًا إِلَىٰ حِينٍ İlla rahmetem minna ve metaan ila hıyn |
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ Ve iza kıyle lehümütteku ma beyne eydıküm ve ma halfeküm lealleküm türhamun |
|
46. Ve Rab’lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki, ondan yüz çevirenler olmasınlar. |
وَمَا تَأْتِيهِمْ مِنْ آيَةٍ مِنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ Ve ma te’tiyhim min ayetim min ayati rabbihim illa kanu anha mu’ridıyn |
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ Ve iza kıyle lehüm enfiku mimma razekakümüllahü kalelleziyne keferu lilleziyne amenu e nut’ımü mel lev yeşaüllahü at’amehu in entüm illa fı dalalim mübın |
|
48. "Ve eğer siz doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman?" derler. |
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn |
مَا يَنْظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ Ma yenzurune illa sayhatev vahıdeten te’huzühüm vehüm yehıssımun |
|
50. Artık vasiyet etmeye güçleri yetmez. Ve ailelerine dönemezler. |
فَلَا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَا إِلَىٰ أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ Fela yestetıy’une tevsıyetev ve la ila ehlihim yarciun |
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُمْ مِنَ الْأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ Ve nüfiha fis suri fe iza hüm minel ecdasi ila rabbihim yensilun |
|
قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا ۜ ۗ هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ Kalu ya veylena mem beasena mim merkadina haza ma veader rahmanü ve sadekal murselun |
|
إِنْ كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ İn kanet illa sayhatev vahıdeten feiza hüm cemiy’ul ledeyna muhdarun |
|
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Fel yevme la tuzlemü nefsün şey’ev vela tüczevne illa ma küntüm ta’melun |
|
55. Muhakkak ki cennet ehli, o gün zevkli bir meşguliyet içinde olanlardır. |
إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ İnne ashabel cennetil yevme fı şüğulin fakihun |
56. Onlar ve eşleri, gölgeliklerde tahtlar üzerinde yaslanmış olanlardır. |
هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ Hüm ve ezvacühüm fı zılalın alel eraiki müttekiun |
57. Orada onlar için meyveler ve istedikleri (her)şey vardır. |
لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ Lehüm fiyha fakihetüv ve lehüm ma yeddeun |
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ Selamün kavlem mir rabbir rahıym |
|
59. Ve ey mücrimler (suçlular)! Bugün ayrılın (bir kenara çekilin). |
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ Vemtazül yevme eyyühel mücrimun |
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ ۖ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ Elem a’hed ileyküm ya benı ademe el la ta’büdüş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn |
|
وَأَنِ اعْبُدُونِي ۚ هَٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ Ve enı’büduni haza sıratum müstekıym |
|
62. Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz? |
وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا ۖ أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra efelem tekunu ta’kılun |
هَٰذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ Hazihı cehennemülletı küntüm tuadun |
|
64. İnkâr etmeniz sebebiyle bugün ona (cehenneme) yaslanın (girin). |
اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ Islevhel yevme bima küntüm tekfürun |
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَىٰ أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ El yevme nahtimü ala efvahihim ve tükellimüna eydıhim ve teşhedü ercülühüm bima kanu yeksibun |
|
وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰ أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ Velev neşaü letamesna ala a’yünihim festebekus sırata fe enna yübsırun |
|
وَلَوْ نَشَاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَىٰ مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ Velev neşaü le mesahnahüm ala mekanetihim femestetau mudiyyev ve la yarciun |
|
وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ ۖ أَفَلَا يَعْقِلُونَ Ve men nüammirhü nünekkishü fil halk efela ya’kılun |
|
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِي لَهُ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُبِينٌ Ve ma alemnahüş şı’ra ve ma yembeğıy leh in hüve illa zikruv ve kur’anüm mübiyn |
|
لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ Li yünzira men kane hayyave ve yehıkkal kavlü alel kafirın |
|
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ E ve lem yerav enna halakna lehüm mimma amilet eydına en’amen fehüm leha malikun |
|
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ Ve zellelnaha lehüm fe minha rakubühüm ve minha ye’külun |
|
وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ Ve lehüm fiyha menafiu ve meşarib efela yeşkürun |
|
74. Ve yardım olunacaklarını ümit ederek, Allah’tan başka ilâhlar edindiler. |
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ Vettehazu min dunillahi alihetel leallehüm yünsarun |
لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ La yestetıy’une nasrahüm vehüm lehüm cündüm muhdarun |
|
فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ ۘ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ Fela yahzünke kavlühüm inna na’lemü ma yüsirrune ve ma yu’linun |
|
أَوَلَمْ يَرَ الْإِنْسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ Evelem yeral insanü enna halaknahü min nutfetin fe iza hüve hasıymün mübın |
|
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ ۖ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ Ve darabe lena meselev ve nesiye halkah kale mey yuhyil ızame ve hiye ramım |
|
قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ Kul yuhyıhellezı enşeeha evvele merrah ve hüve bi külli halkın alım |
|
80. Yeşil ağaçtan sizin için ateş (oksijen) kılan (çıkaran), O’dur. Böylece siz, ondan yakarsınız. |
الَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ Ellezı ceale leküm mineş şeceril ahdari naran fe iza entüm minhü tukıdun |
أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ ۚ بَلَىٰ وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ Eveleysellezı halekas semavati vel erda bi kadirin ala ey yahlüka mislehüm bela ve hüvel hallakul alım |
|
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ İnnema emruhu iza erade şey’en ey yekule lehu kün fe yekun |
|
فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Fe sübhanellezı bi yedihı melekutü külli şey’iv ve ileyhi türceun |