Hayrat Neşriyat | |
---|---|
حم Ha mım |
|
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ Vel kitabil mübiyn |
|
إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ ۚ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ İnna enzelnahü fı leyletim mübaraketin inna künna münzirın |
|
فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ Fıha yüfraku küllü emrin hakiym |
|
أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا ۚ إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ Emram min ındina inna künna mürsiliyn |
|
رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ Rahmeten mir rabbik innehu hüves semiy’ul aliym |
|
رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ Rabbis semavati vel erdı ve ma beynehüma in küntüm mukıniyn |
|
لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ La ilahe illa hüve yuhyı ve yümiyt rabbüküm ve rabbü abaikümül evveliyn |
|
بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ يَلْعَبُونَ Bel hüm fı şekkiy yel’abun |
|
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ Fertekıb yevme te’tis semaü bi dühanim mübiyn |
|
يَغْشَى النَّاسَ ۖ هَٰذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ Yağşen nas haza azabün eliym |
|
رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ Rabbenekşif annel azabe inna mü’minun |
|
أَنَّىٰ لَهُمُ الذِّكْرَىٰ وَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مُبِينٌ Enna lehümüz zikra ve kad caehüm rasulüm mübiyn |
|
14. Sonra ondan yüz çevirdiler ve `(Bu) öğretilmiş bir mecnun!` demişlerdi. |
ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌ Sümme tevellev anhü ve kalu muallemüm mecnun |
إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا ۚ إِنَّكُمْ عَائِدُونَ İnna kaşifül azib kaliylen inneküm aidun |
|
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَىٰ إِنَّا مُنْتَقِمُونَ Yevme nebtışül batşetel kübra inna müntekımun |
|
وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَاءَهُمْ رَسُولٌ كَرِيمٌ Ve le kad fetenna kablehüm kavme fir’avne ve caehüm rasulün keriym |
|
أَنْ أَدُّوا إِلَيَّ عِبَادَ اللَّهِ ۖ إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ En eddu ileyye ıbadellah inni leküm rasulün emiyn |
|
وَأَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللَّهِ ۖ إِنِّي آتِيكُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ Ve el la ta’lu alellah innı atıküm bi sültanim mübiyn |
|
وَإِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ أَنْ تَرْجُمُونِ Ve innı uztü bi rabbı ve rabbiküm en tercumun |
|
21. `Eğer bana îmân etmiyorsanız, bâri benden uzak durun (da ilişmeyin)!` |
وَإِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا لِي فَاعْتَزِلُونِ Ve il lem tü’minu lı fa’tezilun |
فَدَعَا رَبَّهُ أَنَّ هَٰؤُلَاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ Fe dea rabbehu enne haülai kavmüm mücrimun |
|
فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلًا إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ Fe esri bi ıbadı leylen inneküm müttebeun |
|
وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًا ۖ إِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ Vetrukil bahra rahva innehüm cündüm muğrakun |
|
كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ Kem teraku min cennativ ve uyun |
|
وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ Ve züruıv ve mekamin keriym |
|
وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ Ve na’metin kanu fiyha fakihiyn |
|
28. İşte böyle! Artık onları, başka bir kavme (İsrâiloğullarına) mîras bıraktık. |
كَذَٰلِكَ ۖ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ Kezalike ve evrasnaha kavmen ahariyn |
29. Bunun üzerine onlara, ne gök ne de yer ağladı! (Onlar) mühlet verilen kimseler de olmadılar! |
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ Fema beket aleyhimüs semaü vel erdu vema kanu münzariyn |
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ Ve le kad necceyna benı israiyle minel azabil mühiyn |
|
مِنْ فِرْعَوْنَ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِفِينَ Min fir’avn innehu kane aliyem minel müsrifiyn |
|
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَىٰ عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ Ve lekadıhternahüm ala ılmin alel alemiyn |
|
33. Onlara, içinde apaçık bir imtihan bulunan mu`cizelerden de verdik. |
وَآتَيْنَاهُمْ مِنَ الْآيَاتِ مَا فِيهِ بَلَاءٌ مُبِينٌ Ve ateynahüm minel ayati ma fıhi belaüm mübiyn |
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَيَقُولُونَ İnne haülai le yekülün |
|
إِنْ هِيَ إِلَّا مَوْتَتُنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَرِينَ İn hiye illa mevtetünel ula ve ma nahnü bi münşeriyn |
|
36. `Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, o hâlde atalarımızı (geri) getirin!` |
فَأْتُوا بِآبَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Fe’tu bi abaina in küntüm sadikıyn |
أَهُمْ خَيْرٌ أَمْ قَوْمُ تُبَّعٍ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۚ أَهْلَكْنَاهُمْ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ E hüm hayrun em kamü tübbeıv vellezıne min kablihim ehleknahüm innehüm kanu mücrimiyn |
|
38. Hâlbuki gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları, oyuncular olarak yaratmadık. |
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ Ve ma halaknes semavati vel erda ve ma beynehüma laıbiyn |
39. Onları ancak hak ile yarattık; fakat onların çoğu bilmiyorlar. |
مَا خَلَقْنَاهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Ma halaknahüma illa bil hakkı ve lakinne ekserahüm la ya’lemun |
إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ مِيقَاتُهُمْ أَجْمَعِينَ İnne yevmel fasli mıkatühüm ecmeıyn |
|
41. O gün, bir dostun bir dosta hiçbir faydası olmaz ve onlar yardım olunmazlar. |
يَوْمَ لَا يُغْنِي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ Yevme la yuğni mevlen ammevlen şey’ev ve la hüm yünsarun |
إِلَّا مَنْ رَحِمَ اللَّهُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ İlla mer rahımellah innehu hüvel aziyzür rahıym |
|
43. (43-44) Muhakkak ki zakkum ağacı, çok günahkâr olan kimsenin yemeğidir! |
إِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِ İnne şeceratez zekkum |
44. (43-44) Muhakkak ki zakkum ağacı, çok günahkâr olan kimsenin yemeğidir! |
طَعَامُ الْأَثِيمِ Taamül esiym |
45. (45-46) (O zakkum) erimiş ma`den gibidir! Sıcak suyun kaynayışı gibi karınlarda kaynar! |
كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ Kel mühl yağlı fil bütun |
46. (45-46) (O zakkum) erimiş ma`den gibidir! Sıcak suyun kaynayışı gibi karınlarda kaynar! |
كَغَلْيِ الْحَمِيمِ Ke ğalyil hamiym |
47. (Sonra Zebânîlere şöyle emredilir) `Onu tutun da kendisini Cehennemin ortasına sürükleyin!` |
خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَاءِ الْجَحِيمِ Huzuhü fa’tiluhü ila sevail cehıym |
ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ Sümme subbu fevka ra’sihı min azabil hamiym |
|
49. (Ve ona denir ki) `Tat (bakalım)! Çünki (zannınca) güçlü olan, şerefli olan ancak sendin!` |
ذُقْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ Zuk inneke entel aziyzül keriym |
50. `Şübhesiz bu (azab), hakkında şübhe edip durduğunuz şeydir!` |
إِنَّ هَٰذَا مَا كُنْتُمْ بِهِ تَمْتَرُونَ İnne haza ma küntüm bihı temterun |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ İnnel müttekıyne fı mekamin emiyn |
|
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ Fi cennativ ve uyun |
|
53. İnce ipekten ve kalın ipekten (elbiseler) giyerek karşılıklı oturanlardır. |
يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِلِينَ Yelbesune min sündüsiv ve istebrakım mütekabiliyn |
54. İşte böyle! Hem onları iri gözlü hûrilerle evlendirmişizdir. |
كَذَٰلِكَ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ Kezali ve zevvecnahüm bi hurin ıyn |
55. Orada emniyet içinde kimseler olarak (canlarının çektiği) her meyveyi isterler. |
يَدْعُونَ فِيهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ آمِنِينَ Yed’une fiha bi külli fakihetin aminiyn |
لَا يَذُوقُونَ فِيهَا الْمَوْتَ إِلَّا الْمَوْتَةَ الْأُولَىٰ ۖ وَوَقَاهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ La yezukune fiyhel mevte illel mevtetel ula ve vekahüm azabel cehıym |
|
فَضْلًا مِنْ رَبِّكَ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ Fadlem mir rabbik zalike hüvel fevzül azıym |
|
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ Fe innema yessernahü bi lisanike leallehüm yetezekkerun |
|
فَارْتَقِبْ إِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ Fertekıb innehüm mirtek |