|
1. Hâ, Mîm.
|
حم
Ha mım
|
|
2. Açık olan ve gerçeği açıklayan bu kitaba yemin ederim ki;
|
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
Vel kitabil mübiyn
|
|
3. Biz onu kutlu bir gecede indirdik. Çünkü Biz haktan yüz çevirenleri uyarırız.
|
إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ ۚ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ
İnna enzelnahü fı leyletim mübaraketin inna künna münzirın
|
|
4. (4-6) O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir. Rabbinden bir rahmet olarak hep resuller göndermekteyiz. Muhakkak ki O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
|
فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ
Fıha yüfraku küllü emrin hakiym
|
|
5. (4-6) O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir. Rabbinden bir rahmet olarak hep resuller göndermekteyiz. Muhakkak ki O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
|
أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا ۚ إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ
Emram min ındina inna künna mürsiliyn
|
|
6. (4-6) O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir. Rabbinden bir rahmet olarak hep resuller göndermekteyiz. Muhakkak ki O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
|
رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Rahmeten mir rabbik innehu hüves semiy’ul aliym
|
|
7. (7-8) Yakin, kesin bilgi ve itmi’nan peşinde iseniz, bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki varlıkların Rabbidir. O’ndan başka tanrı yoktur. Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren de O’dur. Sizin ve daha önce gelmiş geçmiş atalarınızın da Rabbidir.
|
رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ
Rabbis semavati vel erdı ve ma beynehüma in küntüm mukıniyn
|
|
8. (7-8) Yakin, kesin bilgi ve itmi’nan peşinde iseniz, bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki varlıkların Rabbidir. O’ndan başka tanrı yoktur. Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren de O’dur. Sizin ve daha önce gelmiş geçmiş atalarınızın da Rabbidir.
|
لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
La ilahe illa hüve yuhyı ve yümiyt rabbüküm ve rabbü abaikümül evveliyn
|
|
9. Fakat onlar şüphe içindedirler. Din gerçekleriyle alay edip eğlenirler.
|
بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ يَلْعَبُونَ
Bel hüm fı şekkiy yel’abun
|
|
10. (10-11) O halde sen göğün, bütün insanları saracak olan aşikâr bir duman çıkaracağı günü gözle. Bu, gayet acı bir azaptır.
|
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ
Fertekıb yevme te’tis semaü bi dühanim mübiyn
|
|
11. (10-11) O halde sen göğün, bütün insanları saracak olan aşikâr bir duman çıkaracağı günü gözle. Bu, gayet acı bir azaptır.
|
يَغْشَى النَّاسَ ۖ هَٰذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Yağşen nas haza azabün eliym
|
|
12. İşte o zaman insanlar "Ey ulu Rabbimiz, bizden bu azabı kaldır, çünkü artık iman ediyoruz!" derler.
|
رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ
Rabbenekşif annel azabe inna mü’minun
|
|
13. (13-14) Onlar nerede, iman nerede! Onlar ibret alan, hisse kapan insanlar değil. Böyle olmadıkları için, gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de "Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş delinin teki!" dediler.
|
أَنَّىٰ لَهُمُ الذِّكْرَىٰ وَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مُبِينٌ
Enna lehümüz zikra ve kad caehüm rasulüm mübiyn
|
|
14. (13-14) Onlar nerede, iman nerede! Onlar ibret alan, hisse kapan insanlar değil. Böyle olmadıkları için, gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de "Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş delinin teki!" dediler.
|
ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌ
Sümme tevellev anhü ve kalu muallemüm mecnun
|
|
15. Azabı üzerinizden biraz kaldıracağız, fakat siz yine eski halinize döneceksiniz.
|
إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا ۚ إِنَّكُمْ عَائِدُونَ
İnna kaşifül azib kaliylen inneküm aidun
|
|
16. Ama o müthiş satvetle kendilerini yakalayacağımız gün, onlardan tam intikam alırız.
|
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَىٰ إِنَّا مُنْتَقِمُونَ
Yevme nebtışül batşetel kübra inna müntekımun
|
|
17. (17-18) Biz onlardan önce Firavun’un halkını da imtihan ettik, onlara da pek değerli bir resul gelip demişti ki "Ey Allah’ın kulları, benim hakkımı verin, yani tebliğimi dinleyin; çünkü ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim.
|
وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَاءَهُمْ رَسُولٌ كَرِيمٌ
Ve le kad fetenna kablehüm kavme fir’avne ve caehüm rasulün keriym
|
|
18. (17-18) Biz onlardan önce Firavun’un halkını da imtihan ettik, onlara da pek değerli bir resul gelip demişti ki "Ey Allah’ın kulları, benim hakkımı verin, yani tebliğimi dinleyin; çünkü ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim.
|
أَنْ أَدُّوا إِلَيَّ عِبَادَ اللَّهِ ۖ إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
En eddu ileyye ıbadellah inni leküm rasulün emiyn
|
|
19. (19-21) Sakın Allah’a baş kaldırmayın, zira ben size apaçık bir delil getiriyorum. Beni taşlayıp öldürmenizden, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum. Bana inanmıyorsanız, bari beni kendi halime bırakın (bana kötülük etmeyin)."
|
وَأَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللَّهِ ۖ إِنِّي آتِيكُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ
Ve el la ta’lu alellah innı atıküm bi sültanim mübiyn
|
|
20. (19-21) Sakın Allah’a baş kaldırmayın, zira ben size apaçık bir delil getiriyorum. Beni taşlayıp öldürmenizden, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum. Bana inanmıyorsanız, bari beni kendi halime bırakın (bana kötülük etmeyin)."
|
وَإِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ أَنْ تَرْجُمُونِ
Ve innı uztü bi rabbı ve rabbiküm en tercumun
|
|
21. (19-21) Sakın Allah’a baş kaldırmayın, zira ben size apaçık bir delil getiriyorum. Beni taşlayıp öldürmenizden, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum. Bana inanmıyorsanız, bari beni kendi halime bırakın (bana kötülük etmeyin)."
|
وَإِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا لِي فَاعْتَزِلُونِ
Ve il lem tü’minu lı fa’tezilun
|
|
22. Onlar kabul etmeyince Rabbine şöyle yalvardı "Ya Rabbî, onlar suçlu bir güruh! (Onları sana havale ettim, Sen onların hakkından gel.)"
|
فَدَعَا رَبَّهُ أَنَّ هَٰؤُلَاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ
Fe dea rabbehu enne haülai kavmüm mücrimun
|
|
23. (23-24) Yüce Allah buyurdu "Mümin kullarımla geceleyin çıkıp git. Muhakkak ki sizi takip edeceklerdir. Denizi yarıp maiyetini geçirdikten sonra, onu olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur."
|
فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلًا إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ
Fe esri bi ıbadı leylen inneküm müttebeun
|
|
24. (23-24) Yüce Allah buyurdu "Mümin kullarımla geceleyin çıkıp git. Muhakkak ki sizi takip edeceklerdir. Denizi yarıp maiyetini geçirdikten sonra, onu olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur."
|
وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًا ۖ إِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ
Vetrukil bahra rahva innehüm cündüm muğrakun
|
|
25. (25-27) Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...
|
كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Kem teraku min cennativ ve uyun
|
|
26. (25-27) Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...
|
وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ
Ve züruıv ve mekamin keriym
|
|
27. (25-27) Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...
|
وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ
Ve na’metin kanu fiyha fakihiyn
|
|
28. (28-29) İşte böyle oldu! Sonra bütün bunları, başka bir topluma miras bıraktık. Merhamete lâyık olma haklarını kaybettiklerinden, perişan hallerine gök de ağlamadı, yer de ağlamadı. Artık onlara yeni bir mühlet de verilmedi.
|
كَذَٰلِكَ ۖ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ
Kezalike ve evrasnaha kavmen ahariyn
|
|
29. (28-29) İşte böyle oldu! Sonra bütün bunları, başka bir topluma miras bıraktık. Merhamete lâyık olma haklarını kaybettiklerinden, perişan hallerine gök de ağlamadı, yer de ağlamadı. Artık onlara yeni bir mühlet de verilmedi.
|
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ
Fema beket aleyhimüs semaü vel erdu vema kanu münzariyn
|
|
30. (30-31) Böylece, İsrailoğullarını gerçekten zelil eden, aşağılayan o işkenceden, Firavun’un işkencesinden kurtardık. Doğrusu, bu adam, haddini aşan, büyüklük taslayan zorbanın teki idi.
|
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ
Ve le kad necceyna benı israiyle minel azabil mühiyn
|
|
31. (30-31) Böylece, İsrailoğullarını gerçekten zelil eden, aşağılayan o işkenceden, Firavun’un işkencesinden kurtardık. Doğrusu, bu adam, haddini aşan, büyüklük taslayan zorbanın teki idi.
|
مِنْ فِرْعَوْنَ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِفِينَ
Min fir’avn innehu kane aliyem minel müsrifiyn
|
|
32. Mûsâ’ya bağlı olanları da, durumlarını bilerek, o devirdeki bütün insanlara üstün kıldık.
|
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَىٰ عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
Ve lekadıhternahüm ala ılmin alel alemiyn
|
|
33. Onlara, açık ve zahir nimetleri ortaya koyan nice mûcizevî haller verdik.
|
وَآتَيْنَاهُمْ مِنَ الْآيَاتِ مَا فِيهِ بَلَاءٌ مُبِينٌ
Ve ateynahüm minel ayati ma fıhi belaüm mübiyn
|
|
34. (34-36) (Mekke müşrikleri ise), derler ki "Biz bir kere öldük mü iş biter, artık dirilmemiz mümkün değil. Ama siz dirilme iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelip geçmiş atalarımızı diriltin de görelim!"
|
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَيَقُولُونَ
İnne haülai le yekülün
|
|
35. (34-36) (Mekke müşrikleri ise), derler ki "Biz bir kere öldük mü iş biter, artık dirilmemiz mümkün değil. Ama siz dirilme iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelip geçmiş atalarımızı diriltin de görelim!"
|
إِنْ هِيَ إِلَّا مَوْتَتُنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَرِينَ
İn hiye illa mevtetünel ula ve ma nahnü bi münşeriyn
|
|
36. (34-36) (Mekke müşrikleri ise), derler ki "Biz bir kere öldük mü iş biter, artık dirilmemiz mümkün değil. Ama siz dirilme iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelip geçmiş atalarımızı diriltin de görelim!"
|
فَأْتُوا بِآبَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
Fe’tu bi abaina in küntüm sadikıyn
|
|
37. Onlar mı daha güçlü kuvvetli, yoksa Tübba’ halkı ve onlardan önceki toplumlar mı? Belli ki onlar daha güçlü idiler. Ama ağır suçlar işlediklerinden imha ettik onları!
|
أَهُمْ خَيْرٌ أَمْ قَوْمُ تُبَّعٍ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۚ أَهْلَكْنَاهُمْ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ
E hüm hayrun em kamü tübbeıv vellezıne min kablihim ehleknahüm innehüm kanu mücrimiyn
|
|
38. Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları eğlenmek için yaratmadık!
|
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ
Ve ma halaknes semavati vel erda ve ma beynehüma laıbiyn
|
|
39. Evet, onları hak ve hikmetle, ciddî maksat ve gayelerle yarattık, ama onların çoğu bunu anlamazlar.
|
مَا خَلَقْنَاهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Ma halaknahüma illa bil hakkı ve lakinne ekserahüm la ya’lemun
|
|
40. Muhakkak ki bütün hesapların görüleceği o karar günü, hepsinin buluşacağı gündür.
|
إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ مِيقَاتُهُمْ أَجْمَعِينَ
İnne yevmel fasli mıkatühüm ecmeıyn
|
|
41. (41-42) O gün dost dosta fayda veremez. Allah’ın merhametine mazhar olanlar dışında, kimseye yardım da edilmez. O, gerçekten azîzdir, rahîmdir (üstün kudret sahibidir, merhamet ve ihsanı boldur).
|
يَوْمَ لَا يُغْنِي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Yevme la yuğni mevlen ammevlen şey’ev ve la hüm yünsarun
|
|
42. (41-42) O gün dost dosta fayda veremez. Allah’ın merhametine mazhar olanlar dışında, kimseye yardım da edilmez. O, gerçekten azîzdir, rahîmdir (üstün kudret sahibidir, merhamet ve ihsanı boldur).
|
إِلَّا مَنْ رَحِمَ اللَّهُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
İlla mer rahımellah innehu hüvel aziyzür rahıym
|
|
43. (43-44) Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir.
|
إِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِ
İnne şeceratez zekkum
|
|
44. (43-44) Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir.
|
طَعَامُ الْأَثِيمِ
Taamül esiym
|
|
45. (45-46) Kaynar su nasıl fokurdarsa, o da erimiş maden gibi karınlarında fokurdar.
|
كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ
Kel mühl yağlı fil bütun
|
|
46. (45-46) Kaynar su nasıl fokurdarsa, o da erimiş maden gibi karınlarında fokurdar.
|
كَغَلْيِ الْحَمِيمِ
Ke ğalyil hamiym
|
|
47. (47-50) Allah Zebanîlere "Tutun onu da" buyurur, "cehennemin ta ortasına sürükleyin. Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!" ve deyin ki "Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!" İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur.
|
خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَاءِ الْجَحِيمِ
Huzuhü fa’tiluhü ila sevail cehıym
|
|
48. (47-50) Allah Zebanîlere "Tutun onu da" buyurur, "cehennemin ta ortasına sürükleyin. Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!" ve deyin ki "Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!" İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur.
|
ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ
Sümme subbu fevka ra’sihı min azabil hamiym
|
|
49. (47-50) Allah Zebanîlere "Tutun onu da" buyurur, "cehennemin ta ortasına sürükleyin. Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!" ve deyin ki "Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!" İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur.
|
ذُقْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ
Zuk inneke entel aziyzül keriym
|
|
50. (47-50) Allah Zebanîlere "Tutun onu da" buyurur, "cehennemin ta ortasına sürükleyin. Sonra da başının üstünden kaynar su dökün!" ve deyin ki "Tat bakalım! Hani üstündün, kudretliydin, asildin!" İşte hakkında şüphe ve mücadele ettiğiniz o gerçek budur.
|
إِنَّ هَٰذَا مَا كُنْتُمْ بِهِ تَمْتَرُونَ
İnne haza ma küntüm bihı temterun
|
|
51. (51-57) Müttakiler güvenli bir makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar. Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz. Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler. İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar. Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
|
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ
İnnel müttekıyne fı mekamin emiyn
|
|
52. (51-57) Müttakiler güvenli bir makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar. Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz. Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler. İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar. Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
|
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Fi cennativ ve uyun
|
|
53. (51-57) Müttakiler güvenli bir makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar. Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz. Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler. İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar. Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
|
يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِلِينَ
Yelbesune min sündüsiv ve istebrakım mütekabiliyn
|
|
54. (51-57) Müttakiler güvenli bir makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar. Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz. Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler. İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar. Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
|
كَذَٰلِكَ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ
Kezali ve zevvecnahüm bi hurin ıyn
|
|
55. (51-57) Müttakiler güvenli bir makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar. Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz. Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler. İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar. Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
|
يَدْعُونَ فِيهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ آمِنِينَ
Yed’une fiha bi külli fakihetin aminiyn
|
|
56. (51-57) Müttakiler güvenli bir makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar. Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz. Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler. İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar. Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
|
لَا يَذُوقُونَ فِيهَا الْمَوْتَ إِلَّا الْمَوْتَةَ الْأُولَىٰ ۖ وَوَقَاهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ
La yezukune fiyhel mevte illel mevtetel ula ve vekahüm azabel cehıym
|
|
57. (51-57) Müttakiler güvenli bir makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giymiş olarak karşılıklı otururlar. Hem Biz onları güzel gözlü hurilerle evlendiririz. Onlar canlarının çektiği her meyveden rahatlıkla isterler. İlk ölüm dışında artık orada ölüm tatmazlar. Allah kendilerini, tarafından bir lütuf eseri olarak cehennem azabından korur. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!
|
فَضْلًا مِنْ رَبِّكَ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Fadlem mir rabbik zalike hüvel fevzül azıym
|
|
58. Biz Kur’ân’ı, insanlar iyi anlayıp ibret alsınlar diye, senin dilinle indirerek anlaşılmasını kolaylaştırdık.
|
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Fe innema yessernahü bi lisanike leallehüm yetezekkerun
|
|
59. O halde neticeyi bekle! Zaten onlar da senin başına bir felaket gelmesini can atarak beklemektedirler.
|
فَارْتَقِبْ إِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ
Fertekıb innehüm mirtek
|