Edip Yüksel | |
---|---|
1. İnsanların hesapları yaklaştı; ancak onlar hâlâ bir aymazlık içinde yüz çevirmektedirler. |
اقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَ İkterabe lin nasi hısabühüm ve hüm fı ğafletim mu’ridun |
2. Her ne zaman Rab’lerinden kendilerine yeni bir mesaj (zikr) gelse, onu ciddiye almadan dinlerler. |
مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ Ma ye’tıhim min zikrim mir rabbihim muhdesin illestemeuhü ve hüm yel’abun |
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ ۗ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُوا هَلْ هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ ۖ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنْتُمْ تُبْصِرُونَ Lahiyeten kulubühüm ve eserrun necvellezıne zalemu hel haza illa beşerum mislüküm e fete’tunes sıhra ve entüm tübsırun |
|
4. Dedi ki, "Efendim yerde ve gökte her sözü bilir. O İşitendir, Bilendir." |
قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۖ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ Kale rabbi ya’lemül kavle fis semai vel erdı ve hüves semiul alim |
بَلْ قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الْأَوَّلُونَ Bel kalu adğasü ahlamim belifterahü bel hüve şaır felye’tina bi ayetin kema ürsilel evvelun |
|
مَا آمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا ۖ أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ Ma amenet kablehüm min karyetin ehleknaha e fe hüm yü’minun |
|
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ ۖ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ Ve ma erselna kableke illa ricalen nuhıy ileyhim fes’elu ehlez zikri in küntüm la ta’lemun |
|
8. Onları, yemek yemeyen bedenler olarak yaratmadık. Onlar ölümsüz de değillerdi. |
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ Ve ma cealnahüm cesedel la ye’külunet taame ve ma kanu halidın |
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَأَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَاءُ وَأَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِينَ Sümme sadaknahümül va&’de fe enceynahüm ve men neşaü ve ehleknel müsrifın |
|
10. Size, size olan mesajı içeren bir kitabı indirmiş bulunuyoruz. Aklınızı kullanmaz mısınız? |
لَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ ۖ أَفَلَا تَعْقِلُونَ Le kad enzelna ileyküm kitkaben fıhi zikruküm e fe la ta’kılun |
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ Ve kem kasamna min karyetin kanet zalimetev ve enşe’na ba’deha kavmen aharın |
|
12. Azabımızı hissettikleri anda ondan kaçmaya çalışıyorlardı. |
فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا إِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَ Felemma ehassu be’sena izahüm minha yerküdun |
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُوا إِلَىٰ مَا أُتْرِفْتُمْ فِيهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْأَلُونَ La terküdu varciu ila ma ütriftüm fıhi ve mesakiniküm lealleküm tüs’elun |
|
قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ Kalu ya veylena inna künna zalimin |
|
15. Onları biçip tüketinceye kadar bu yalvarışlarını tekrarlayıp duracaklar. |
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّىٰ جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ Fe ma zalet tilke da’vahüm hatta cealnahüm hasıyden haidın |
16. Göğü, yeri ve aralarındakileri oyun oynamak için yaratmadık. |
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ Ve ma halaknes semae vel erda ve ma beynehüma laıbın |
17. Bir eğlence edinmek dileseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Evet, böyle bir işi dileseydik! |
لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ Lev eradna en nettehıze lehvel lettehaznahü mil ledünna in künna faılın |
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ ۚ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ Bel nakzifü bil hakkı alel batıli fe yedmeğuhu fe iza hüve zahık ve lekümül veylü mimma tesıfun |
|
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ Ve lehu men fis semavati vel ard ve men ındehu la yestekbirune an ıbadetihı ve la yestahsirun |
|
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ Yüsebbihunelleyle ven nehara la yeftürun |
|
21. Onlar, diriltebilecek yeteneğe sahip tanrılar mı edindiler yeryüzünden? |
أَمِ اتَّخَذُوا آلِهَةً مِنَ الْأَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ Emittehazu alihetem minel erdı hüm yünşirun |
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا ۚ فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ Lev kane fıhima alihetün ilellahü lefesedeta fe sübhanellahi rabbil arşi amma yasıfun |
|
لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ La yüs’elü amma yef’alü ve hüm yüs’elun |
|
أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً ۖ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ ۖ هَٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْلِي ۗ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ ۖ فَهُمْ مُعْرِضُونَ Emittehazu min dunihı aliheh kul hatu bürhanekümv haza zikru mem meıye ve zikru men kablı bel ekseruhüm la ya’lemunel hakka fehüm mu’ridun |
|
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ Ve ma erselna min kablike mir rasulin illa nuhıy ileyhi ennehu la ilahe illa ene fa’düdun |
|
26. "Rahman bir çocuk edindi" dediler. O yücedir. Oysa onlar onurlu kullardır. |
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَٰنُ وَلَدًا ۗ سُبْحَانَهُ ۚ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَ Ve kalüttehazer rahmanü veleden sübhaneh bel ıbadüm mükramun |
27. Onlar O’ndan önce söz söylemezler; O’nun emirlerini ise titizlikle uygularlar. |
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ La yesbikunehu bil kavli ve hüm bi emrihı ya’melun |
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَىٰ وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yeşfeune illa li menirteda ve hüm min haşyetihı müşfikun |
|
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ إِنِّي إِلَٰهٌ مِنْ دُونِهِ فَذَٰلِكَ نَجْزِيهِ جَهَنَّمَ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ Ve mey yekul minhüm innı ilahüm min dunihı fe zalike neczıhi cehennem kezalike necziz zalimın |
|
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا ۖ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ ۖ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ E ve lem yerallezıne keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey’in hayy e fe la yü’minun |
|
وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ Ve cealna fıha ficacen sübülel leallehüm yehtedun |
|
32. Göğü korunmuş bir tavan yaptık. Buna rağmen onlar ondaki işaretlere ilgisiz durmaktadırlar. |
وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًا ۖ وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ Ve cealnes semae sakfem mahfusa ve hüm an ayatiha mu’ridun |
33. O ki geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratmıştır. Bunların hepsi bir yörüngede yüzer. |
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ Ve hüvellezı halekal leyle ven nehara veş şemse vel kamer küllün fı felekiy yesbehun |
34. Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık. Sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar? |
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ ۖ أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ Ve ma cealna li beşerim min kablikel huld efeim mitte fehümül halidun |
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ۗ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً ۖ وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ Küllü nefsin zaikatül mevt ve nebluküm biş şerri vel hayri fitneh ve ileyna türceun |
|
وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمَٰنِ هُمْ كَافِرُونَ Ve iza raakellezıne keferu iy yettehızuneke illa hüzüva e hazellezı yezküru aliheteküm ve hüm bi zikrir rahmani hüm kafirun |
|
خُلِقَ الْإِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍ ۚ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ Hulikal insanü min acel se ürıküm ayatı fe la testa’cilun |
|
38. "Doğru sözlü iseniz O verilen söz ne zaman gerçekleşecek" diye meydan okuyorlar. |
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn |
لَوْ يَعْلَمُ الَّذِينَ كَفَرُوا حِينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ Lev ya’lemüllezıne keferu hıyne la yeküffune av vücuhihimün nara ve la an zuhurihim ve la hüm yünsarun |
|
بَلْ تَأْتِيهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ Bel te’tıhim bağteten fe tebhetühüm fe la yestetıy’une raddeha ve la hüm yünzarun |
|
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ Ve le kadistühzie bi rusülim min kablike fe haka billezıne sehıru minhüm ma kanu bihı yestehziun |
|
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمَٰنِ ۗ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ Kul mey yekleüküm bil leyli vne nehari miner rahmanv bel hüm an zikri rabbihim mu’ridun |
|
أَمْ لَهُمْ آلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَا ۚ لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَ أَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ Em lehüm alihetün metneuhüm min dunina la yestetıy’une nasra enfüsihim ve la hüm minna yushabun |
|
بَلْ مَتَّعْنَا هَٰؤُلَاءِ وَآبَاءَهُمْ حَتَّىٰ طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ ۗ أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا ۚ أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ Bel metta’na haülai ve abaehüm hatta tale aleyhimül umür e fela yeravne enna ne’til erda nenkusuha min atrafiha e fehümül ğalibun |
|
قُلْ إِنَّمَا أُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ ۚ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ Kul innema ünziruküm bil vahyi ve la yesmeus summüd düae iza ma yünzerun |
|
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ Ve leim messethüm nefhatüm min azabi rabbike le yekulünne ya veylena inna künna zalimın |
|
وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا ۖ وَإِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا ۗ وَكَفَىٰ بِنَا حَاسِبِينَ Ve nedaul mevazinel kısta li yevmil kıyameti fe la tuzlemü nefsün şey’a ve in kane miskale habbetim min hardelin eteyna biha ve kefa bina hasibın |
|
48. Musa’ya ve Harun’a Yasalar Kitabını, erdemliler için bir ışığı, bir mesajı verdik. |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَىٰ وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّقِينَ Ve le kad ateyna musa ve harunel fürkane ve dıyaev ve zikral lil müttekıyn |
49. Onlar ki kimse kendilerini görmezken bile Rab’lerini sayarlar ve o anın dehşetini duyarlar. |
الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ Ellezıne yahşevne rabbehüm bil ğaybi ve hüm mines saati müşfikun |
50. Bu da ona indirdiğimiz yüce bir mesajdır. Siz şimdi ona karşı mı çıkıyorsunuz? |
وَهَٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ أَنْزَلْنَاهُ ۚ أَفَأَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ Ve haza zikrum mübarakün enzelnah e fe entüm lehu münkirun |
وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ Ve lekad ateyna ibrahıme ruşdehu min kablü ve künna bihı alimın |
|
52. Babasına ve halkına, "Kendinizi adadığınız bu heykeller de neyin nesidir?" dedi. |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَٰذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ İz kale li ebıhi ve kavmihı ma hazihit teemasılülletı entüm leha akifun |
قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ Kau vecedna abaena leha abidın |
|
54. "Doğrusu, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içine düşmüşsünüz" deyince, |
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ Kale le kad küntüm entüm ve abaüküm fı dalalim mübın |
55. "Bize gerçeği mi getirdin, yoksa oyun mu oynuyorsun?" dediler. |
قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنْتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ Kalu ec’tena bil hakkı em ente minel laıbın |
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَىٰ ذَٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ Kale ber rabbüküm rabbüs semavati vel erdıllezı fetarahünne ve ene ala zaliküm mineş şahidın |
|
وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُمْ بَعْدَ أَنْ تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ Ve tellahi le ekıdenne asnameküm ba’de en tüvlelu müdbirın |
|
58. Hepsini param parça etti, ancak belki ona danışırlar diye en büyüklerine dokunmadı. |
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ Fe cealehüm cüzazen illa kebıral lehüm leallehüm ileyhi yarciun |
59. "Her kim Tanrılarımıza bunu yaptıysa gerçek bir zalimdir!" dediler. |
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هَٰذَا بِآلِهَتِنَا إِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمِينَ Kalu men feale haza bi alihetina innehu le minez zalimın |
60. "Onları diline dolayan bir delikanlı işittik, kendisine İbrahim deniliyormuş" dediler. |
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ Kalu semı’na fetey yezküruhüm yükalü lehu ibrahım |
61. "Onu kamunun huzuruna çıkarın ki tanık olsunlar" dediler. |
قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَىٰ أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ Kalu fe’tu bihı ala a’yünin nasi leallehüm yeşhedun |
قَالُوا أَأَنْتَ فَعَلْتَ هَٰذَا بِآلِهَتِنَا يَا إِبْرَاهِيمُ Kalu e ente fealte haza bialihetina ya ibrahım |
|
63. "Hayır, o işi işte şu büyükleri yaptı. Onlara sorun, eğer konuşurlarsa!" dedi. |
قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَٰذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ Kale bel fealehu kebiruhüm haza fes’eluhüm in kanu yentıkun |
64. Kendi vicdanlarına dönüp, kendi kendilerine şunu söylediler "Gerçekten sizler haksızsınız." |
فَرَجَعُوا إِلَىٰ أَنْفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنْتُمُ الظَّالِمُونَ Fe raceu ila enfüsihim fe kalu inneküm entümüz zalimun |
65. Sonra tekrar eski kafalarına döndüler "Bunların konuşamadığını sen gayet iyi bilirsin!" |
ثُمَّ نُكِسُوا عَلَىٰ رُءُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَٰؤُلَاءِ يَنْطِقُونَ Sümme nükisu ala ruusihim lekad alimte ma haülai yentıkun |
66. "ALLAH’ın yanında size hiçbir yararı ve zararı dokunmayan şeylere mi hizmet ediyorsunuz?" dedi. |
قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ Kale efeta’büdune min dunillahi ma la yenfeuküm şey’ev ve la yedurruküm |
67. "Yuh size ve ALLAH’ın yanında hizmet ettiklerinize . Aklınızı kullanmaz mısınız?" |
أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ ۖ أَفَلَا تَعْقِلُونَ Üffil leküm ve li ma ta’büdune min dunillah efela ta’kılun |
68. "Bir şey yapacaksanız onu yakın da tanrılarınızı destekleyin" dediler. |
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ Kalu harrikuhü vensuru aliheteküm in küntüm faılın |
قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ Kulna ya naru kunı berdev ve selamen ala ibrahım |
|
70. Böylece onun için bir plan uygulamak istediler de biz onları başarısızlığa mahkûm ettik. |
وَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَخْسَرِينَ Ve eradu bihı keyden fe cealnahümül ahserın |
71. Onu ve Lut’u, tüm insanlar için sınırladığımız topraklara ulaştırıp kurtardık. |
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ Ve necceynahü ve lutan ilel erdılletı birakna fıha lil alemın |
72. Ona ödül olarak İshak’ı ve Yakub’u verdik. Hepsini erdemli kıldık. |
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً ۖ وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ Ve vehebna lehu ishak ve ya’kube nafileh ve küllen cealna salihıyn |
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ ۖ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ Ve cealna hüm eimmetey yehdune bi emrina ve evhayna ileyhim fı’lel hayrati ve ikames salati ve ıtaez zekah ve kanu lena abidın |
|
وَلُوطًا آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَائِثَ ۗ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِقِينَ Ve lutan ateynahü hukmev ve ılmev ve necceynahü minel karyetilletı kanet ta’melül habis innehüm kanu kavme sev’in fasikıyn |
|
75. Onu merhametimizin kapsamına aldık, çünkü o erdemlilerden idi. |
وَأَدْخَلْنَاهُ فِي رَحْمَتِنَا ۖ إِنَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ Ve edhalnahü fı rahmetina innehu mines salihıyn |
وَنُوحًا إِذْ نَادَىٰ مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve nuhan iz nada min kablü festecebna lehu fenecceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym |
|
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ Ve nasarnahü minel kavmillezıne kezzebu bi ayatina innehüm kanu kavme sev’in fe ağraknahüm ecmeyın |
|
وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ Ve davude ve süleymane iz yahkümani fil harsi iz nefeşet fıhi ğanemül kavm ve künna li hukmihim şahidın |
|
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ ۚ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ ۚ وَكُنَّا فَاعِلِينَ Fe fehhemnaha süleyman ve küllen ateyna hukmev ve ılmev ve sehharna mea davudel cibale yüsebbıhne vet tayr ve künna faılın |
|
80. Ve sizi savaşlarınızda korusun diye ona zırh yapmayı öğrettik. Artık şükreder misiniz? |
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْ ۖ فَهَلْ أَنْتُمْ شَاكِرُونَ Ve allemnahü san’ate lebusil leküm li tuhsıneküm mim be’siküm fe hel entüm şakirun |
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا ۚ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ Ve li süleymaner rıha asıfeten tecrı bi emrihı ilel erdılletı barakna fıha ve künna bi külli şey’in alimın |
|
وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَٰلِكَ ۖ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ Ve mineş şeyatıyni mey yeğusune lehu ve ya’melune amelen dune zalik ve künna lehüm hafizıyn |
|
وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ Ve eyyube iz nada rabbehu ennı messeniyed durru ve ente erhamür rahımın |
|
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِنْ ضُرٍّ ۖ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرَىٰ لِلْعَابِدِينَ Festecebna lehu fe keşefna ma bihı min durriv ve ateynahü ehlehu ve mislehüm meahüm rahmetem min ındina ve zikra lil abidın |
|
85. Ayrıca İsmail, İdris ve ZülKifl de… Hepsi güçlüklere karşı dirençli kişilerdi. |
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِدْرِيسَ وَذَا الْكِفْلِ ۖ كُلٌّ مِنَ الصَّابِرِينَ Ve ismaıyle ve idrıse ve zel kifl küllüm mines sabirın |
86. Biz onları rahmetimiz kapsamına aldık çünkü onlar erdemli kişilerdi. |
وَأَدْخَلْنَاهُمْ فِي رَحْمَتِنَا ۖ إِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِحِينَ Ve edhalnahüm fı rahmetina innehüm mines salihıyn |
وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَىٰ فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ Ve zen nuni iz zehebe müğadıben fe zanne el len nakdira aleyhi fe nada fiz zulümati el la ilahe illa ente sübhaneke innı küntü minez zalimın |
|
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ ۚ وَكَذَٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِنِينَ Festecebna lehu ve necceynahü minel ğamm ve kezalike nüncil mü’minın |
|
وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ Ve zekeriyya iz nada rabbehu rabbi la tezernı fardev ve ente hayrul varisın |
|
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَىٰ وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا ۖ وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ Festecebna lehu ve vehebna lehu yahya ve aslahna lehu zevceh innehüm kanu yüsariune fil hayrati ve yed’unena rağabev ve raheba ve kanu lena haşiıyn |
|
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِلْعَالَمِينَ Velletı ahsanet ferceha fe nefahna fıha mir ruhına ve cealnaha vebneha ayetel lil alemın |
|
إِنَّ هَٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ İnne hazihı ümmetüküm ümmetev vahıdetev ve ene rabbüküm fa’büdun |
|
93. Fakat onlar işlerinde ayrılığa düştüler; hepsi bize döneceklerdir. |
وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ ۖ كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ Ve tekattau emrahüm beynehüm küllün ileyna raciun |
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ Fe mey ya’mel minas salihati ve hüve mü’minün fe la küfrane li sa’yih ve inna lehu katibun |
|
وَحَرَامٌ عَلَىٰ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ Ve haramün ala karyetin ehleknaha ennahüm la yarciun |
|
96. Nihayet, Yecuc ve Mecuc’un önü açıldığı zaman, onlar her yönden saldırırlar. |
حَتَّىٰ إِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ Hatta iza fütihat ye’cucü ve me’cucü ve hüm min külli hadebiy yensilun |
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ أَبْصَارُ الَّذِينَ كَفَرُوا يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ Vakterabel va’dül hakku fe iza hiye şahısatün ebsarullezıne keferu ya veylena kad künna fı ğafletim min haza bel künna zalimın |
|
إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ İnneküm ve ma ta’büdune min dunillahi hasabü cehennem entüm leha varidun |
|
99. Onlar tanrılar olsaydı oraya girmeyeceklerdi. Oysa hepsi orada ebedi kalıcıdırlar. |
لَوْ كَانَ هَٰؤُلَاءِ آلِهَةً مَا وَرَدُوهَا ۖ وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ Lev kane haülai alihetem ma veraduha ve küllün fıha halidun |
100. Onlar için orada iç çekip inlemek vardır; hiçbir şey de işitemezler. |
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ Lehüm fiha zefıruv ve hüm fıha la yesmeun |
101. Ancak kendilerine mutlu bir son belirlediklerimiz hariç, onlar ondan uzaklaştırılacaklardır. |
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنَىٰ أُولَٰئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ İnnellezıne sebekat lehüm minel husna ülaike anha müb’adun |
102. Onun uğultusunu işitmezler. Canlarının istediği şeyler içinde ebedi kalırlar. |
لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا ۖ وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَ La yesmeune hasıseha ve hüm fı meştehet enfüsühüm halidun |
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ La yahzünülümül fezeul ekberu ve tetelekkahümül melaikeh haza yevmükümüllezı küntüm tuadun |
|
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ ۚ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُعِيدُهُ ۚ وَعْدًا عَلَيْنَا ۚ إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ Yevme natvis semae ke tayyis sicililli lil kütüb kema bede’na evvele halkın nüıydüh va’den aleyna inna künna faılın |
|
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ Ve le kad ketabna fiz zeburi mim ba’diz zikri ennel erda yerisüha ıbadiyas salihun |
|
إِنَّ فِي هَٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ İnne fı haza le belağal li kavmil abidın |
|
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemın |
|
108. De ki "Sizin tanrınızın bir tek tanrı olduğu bana vahyediliyor. Artık teslim olacak mısınız?" |
قُلْ إِنَّمَا يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ Kul innema yuha ileyye ennema ilahüküm ilahüv vahıd fe hel entüm müslimun |
فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنْتُكُمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ ۖ وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَمْ بَعِيدٌ مَا تُوعَدُونَ Fe in tevellev fe kul azentüküm ala seva’ ve in edrı e karıbün em beıydüm ma tuadun |
|
110. "O, açıklanan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir." |
إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ İnnehu ya’lemü ma tektümun |
وَإِنْ أَدْرِي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ إِلَىٰ حِينٍ Ve in edrı leallehu fitnetül leküm ve metaun ila hıyn |
|
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّ ۗ وَرَبُّنَا الرَّحْمَٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَىٰ مَا تَصِفُونَ Kale rabbıhküm bil hakk ve rabbüner rahmanül müsteanü ala ma tesıfu |