Ömer Nasuhi Bilmen 

1. Nâsa hesapları yaklaştı. Halbuki, onlar gaflet içinde yüz çevirir kimselerdir.

2. Onlara Rablerinden yeni bir ihtar gelmez ki, illâ onu müstehziyâne bir halde dinlerler.

3. Kalpleri gaflet içinde olarak (dinlemiş olurlar) ve zulmetmiş olanlar, pek gizlice fısıltıda bulunurlar da (derler ki) «Bu, sizin gibi bir beşerden başka değil, artık siz görür kimseler olduğunuz halde sihre mi geleceksiniz?»

4. Dedi ki «Rabbim gökteki ve yerdeki söyleneni bilir ve O, her şeyi tamamen işiticidir, bilicidir.»

5. «Hayır,» dediler, «Karışık rüyâlardır, Hayır, onu iftira etmiştir, o belki bir şairdir. İmdi bize evvelkilerin gönderilmiş oldukları gibi bir âyet getiriversin.»

6. Bunlardan evvel helâk ettiğimiz hiçbir belde (ahalisi) imân etmemişti, şimdi bunlar mı imân edecekler?

7. Ve senden evvel de göndermedik, ancak kendilerine vahyeder olduğumuz birtakım erkekler gönderdik. Eğer siz bilmez kimseler oldunuz ise artık bilgin zâtlardan sorunuz.

8. Ve onları taam yemez birer ceset kılmadık ve onlar bâki kalan kimseler de olmadılar.

9. Sonra onlara olan vaadi gerçekleştirdik de onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık ve müsrif olanları da helâk ettik.

10. Kasem olsun ki, size bir kitap indirdik ki, sizin şerefiniz ondadır. Hâlâ âkilâne düşünmez misiniz?

11. Ve halbuki, biz nice zulmeden beldeyi helâk ettik ve onlardan sonra başka başka birer kavim vücuda getirdik.

12. Vaktâ ki, onlar Bizim azabımızı hissettiler. Onlar hemen oralardan süratle kaçınmaya başladılar.

13. «Kaçmayınız ve içinde mütenaim olduğunuz yere ve meskenlerinize geri dönünüz. Umulur ki siz, sual olunacaksınız.»

14. Dediler ki «Vay halimize! Muhakkak ki, biz zalimler olmuş idik.»

15. Artık onların bütün çağırmaları, bundan başka olmadı. Tâ ki onları biçilmiş, sönmüş kimseler kıldık.

16. Ve göğü ve yeri ve bunların aralarında olanları, oyuncular olarak yaratmadık.

17. Eğer Biz bir eğlence edinmek istese idik elbette onu kendi tarafımızdan edinirdik, eğer yapacak olsa idik.

18. Hayır. Biz hakkı bâtılın üzerine atarız da onu parçalar da derhal yok olup gitmiş bulunur ve şiddetli azap olsun size, o tavsif ettiğiniz şeylerden dolayı.

19. Ve göklerde ve yerde kim varsa O’nun içindir ve O’nun huzurundakiler, O’na ibadette bulunmaktan asla kibirlenmezler ve yorgunluk da duymazlar.

20. Gece ve gündüz tesbihte bulunurlar. Asla fütur getirmezler.

21. Yoksa onlar yerden birtakım tanrılar mı edindiler ki, onlar ölüleri dirilteceklerdir.

22. Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah’tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş’ın rabbi olan Allah Teâlâ, onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.

23. Allah Teâlâ yapacağından sual olunmaz. Onlar ise sual olunur.

24. Yoksa O’ndan başka ilâhlar mı edindiler? De ki «Delillerinizi getiriniz. İşte bu benimle beraber olanların kitabı ve benden evvelkilerin kitabı.» Hayır. Onların çoğu hakkı bilmezler de onun için onlar yüz döndürücülerdir.

25. Ve senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, illâ ona şöyle vahyetmiştik «Muhakkak ki, Benden başka ilâh yoktur. Artık Bana ibadet ediniz.»

26. Ve dediler ki «Rahmân evlat ittihaz etti. O bundan münezzehtir.» Hayır, (onlar) ikram olunmuş kullardır.

27. Onlar, söz ile O’na tekaddüm etmiş olmazlar ve onlar O’nun emriyle amelde bulunurlar.

28. Onların ilerilerindekini de gerilerindekini de bilir ve razı olduğundan başkasına şefaat de edemezler ve onlar O’nun mehabetinden kemal-i itina ile korkar kimselerdir.

29. Ve onlardan her kimi, «Şüphe yok ki ben O’ndan başka bir ilâhım,» derse onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zalimleri böylece cezalandıracağız.

30. O kâfir olanlar bilmediler mi ki, muhakkak gökler ve yer bitişik bir halde iken Biz onları birbirinden yarıp ayırdık ve her diri şeyi sudan yarattık, hâlâ imân etmezler mi?

31. Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açtık, tâ ki maksatlarına erebilsinler.

32. Ve gökyüzünü de bir mahfuz tavan yaptık. Halbuki, onlar onun âyetlerinden yüz çeviricilerdir.

33. Ve o (Hâlik-i Azîm) dir ki, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ay’ı yaratmıştır. Herbiri bir felekte yüzmektedir.

34. Ve senden evvel hiçbir insana daimi bir hayat vermedik. Şimdi sen ölür isen onlar bâki kalıcılar mıdırlar?

35. Her nefs, ölümü tadacaktır ve sizi bir imtihan olmak üzere şer ile ve hayr ile deneriz ve Bize döndürüleceksiniz.

36. Ve kâfir olanlar seni gördükleri zaman, seni ancak istihzâya alarak «Bu mu sizin ilâhlarınıza atıp duran?» (derler). Halbuki, onlar Rahmân zikredilince hep O’nu inkâr edicilerdir.

37. İnsan aceleden yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim, artık isti’câlde bulunmayın.

38. Ve derler ki, «Bu vaad ne zaman, eğer siz sâdıklar iseniz?»

39. Eğer o kâfir olanlar, o zamanı bir bilseler idi ki, ne yüzlerinden ve ne de arkalarından ateşi men edemiyeceklerdir ve onlar yardım da olunamayacaklardır.

40. Belki onlara ansızın gelecek, hemen onları hayrette bırakacak, artık onu ne redde takat getirebileceklerdir ve ne de onlara mühlet verilecektir.

41. Muhakkak ki, senden evvel de birçok peygamberler ile alayda bulunulmuştur. Artık onlar ile istihzada bulunanları kendisiyle alayda bulundukları şey kuşatıverdi.

42. De ki «Sizi gece ve gündüz o Rahmân’dan kim koruyabilir?» Belki onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirici kimselerdir.

43. Yoksa onlar için kendilerini azabımızdan menedecek ilâhlar mı vardır? Kendi nefislerine yardıma muktedir olamazlar ve onlar Bizden sehabet de görmezler.

44. Evet. Biz onlara ve babalarına mühlet verdik, tâ ki kendilerine ömürleri uzatmış oldu. Görmüyorlar mı ki, Biz yurtlarına varıp onu etrafından eksiltiyoruz. O halde galip olanlar onlar mı?

45. De ki «Ben sizi ancak vahy ile korkutuyorum. Sağır olanlar ise korkutuldukları zaman dâveti işitmezler.»

46. Andolsun ki, Rabbinin azabından hafif bir şey onlara dokunacak olsa elbette diyeceklerdir ki «Eyvah bizlere! Şüphe yok ki, biz zalimler olmuştuk.»

47. Ve Biz Kıyamet gününde adâlet terazilerini koruz da artık hiçbir nefis bir şey ile zulmedilmez. Velev ki (bir amel) bir hardal tanesi ağırlığınca olsun, onu da getiririz. Muhasipler olmak üzere Biz kifâyet ederiz.

48. Kasem olsun ki, Biz Mûsa’ya ve Harun’a Furkan ve bir ziya ve muttakîler için bir öğüt vermiştik.

49. O muttakîler ki Rablerinden tenhada da büyük bir korku ile korkarlar ve onlar Kıyametten de titreyicilerdir.

50. Ve işte bu (Kur’an) bir mübarek zikirdir ki, onu Biz indirdik. Artık siz mi onu münkir kimselersiniz?

51. Ve andolsun ki, İbrahim’e de bundan evvel rüşdünü vermiştik ve Biz O’na âlimler idik.

52. O vakit ki, babasına ve kavmine dedi ki «Nedir bu timsaller ki, siz onlara (tapınmaya) devam edip duruyorsunuz?»

53. Dediler ki «Biz babalarımızı bunlara ibadet ediciler bulduk.»

54. «Kasem olsun ki,» dedi, «siz de, babalarınız da pek açık bir sapıklık içinde bulunmuş oldunuz.»

55. Dediler ki «Sen bize hak ile mi geldin, yoksa sen latife edenlerden misin?»

56. Dedi ki «Hayır. Rabbiniz göklerin ve yerin rabbidir ki, onları yaratmıştır ve ben O’na şehâdet edenlerdenim.»

57. «Vallahi yemin ederim ki, siz dönüp gittikten sonra elbette putlarınıza bir mekrde bulunacağım.»

58. Artık onları parça parça etti. Ancak onların bir büyüğünü değil, belki kendisine müracaat ederler diye.

59. Dediler ki «İlâhlarımıza bunu kim yaptı ise şüphe yok ki, O zalimlerdendir.»

60. Dediler ki «Kendisine İbrahim denilen bir genci işittik ki, onları anıp duruyormuş.»

61. «Haydin dediler. O’nu nâsın gözleri önüne getiriniz; umulur ki onlar şehâdette bulunurlar.»

62. Dediler ki «Ey İbrahim, Bizim ilâhlarımıza bunu sen mi yaptın?»

63. Dedi ki «Belki onu onların şu büyüğü yapmıştır. Haydin onlara sorunuz, eğer söyleyebilmekte iseler.»

64. Bunun üzerine kendi nefislerine döndüler de dediler ki «Siz şüphe yok ki, zalimlersiniz.»

65. Sonra da başları üzerine döndürüldüler de (dediler ki) «Muhakkak sen bilmişsindir ki, onlar söz söyler değildirler.»

66. Dedi ki «O halde Allah’tan başka size hiçbir şey ile faide veremiyecek ve zarar da veremiyecek bir şeye ibadet eder misiniz?»

67. «Yuf size! Ve Allah’tan başka tapar olduğunuza! Siz hiç âkılâne düşünmeyecek misiniz?»

68. Dediler ki «O’nu yakınız ve ilâhlarınıza yardım ediniz. Eğer yapacak kimseler iseniz.»

69. Dedik ki «Ey Ateş! İbrahim üzerine serin ve selâmet ol.»

70. Ve O’na bir hud’ada bulunmak istediler. Biz de onları ziyâde hüsrâna uğramış kimseler kıldık.

71. (71-72) Ve O’nu ve Lût’u kurtarıp bir yere kavuşturduk ki, o yerde âlemler için bereketler vardır. Ve O’na İshak’ı ve fazla olarak da Yakub’u ihsan ettik ve hepsini de sâlihler kıldık.

72. (71-72) Ve O’nu ve Lût’u kurtarıp bir yere kavuşturduk ki, o yerde âlemler için bereketler vardır. Ve O’na İshak’ı ve fazla olarak da Yakub’u ihsan ettik ve hepsini de sâlihler kıldık.

73. Ve onları imamlar kıldık ki, Bizim emrimizle rehber-i hidâyette bulunurlar ve onlara hayırlı işleri yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik ve Bize ibadet edenler oldular.

74. Ve Lût’a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu habîsane hareketlerde bulunan bir memleketten kurtardık ki; onlar hakikaten fâsıklar olan bir fena kavim idiler.

75. Ve onu rahmetimize idhal ettik, çünkü o, şüphe yok sâlihlerden idi.

76. Ve Nûh’u (da Yâd et)! O vakit ki, o evvelce niyazda bulunmuştu. Biz de O’na icabet etmiş, nihâyet O’nu da, ehlini de pek büyük bir gamdan necâta erdirmiştik.

77. Ve Bizim âyetlerimizi tekzîp eden bir kavimden O’nu muaf ettik, şüphe yok ki, onlar kötülük yapan bir kavim idiler. Artık onları cümleten gark ediverdik.

78. Ve Dâvud ile Süleyman’ı da zikret ki, onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı. O vakit ki, onun içinde kavmin koyunları yayılmıştı. Ve Biz de onların hükümlerine şahitler olduk.

79. Onu (onun hükmünü) derhal Süleyman’a anlattık ve herbirine bir hüküm ve bir ilim ihsan ettik. Ve Dâvud’a dağları ve kuşları musahhar kıldık, onunla beraber tesbihte bulunurlardı. Ve (bunları) yapanlar olduk.

80. Ve sizin için, sizi savaşlarınızın şiddetinden korusun diye giyilecek zırh san’atını O’na (Hazreti Dâvud’a) tâlim ettik. Artık sizler şükrediciler misiniz?

81. Ve Süleyman’a da şiddetli esen rüzgarı (musahhar kıldık) ki, içinde bereketler vücuda getirmiş olduğumuz yere O’nun emriyle cereyan ederdi. Ve Biz her şeye âlimleriz.

82. Ve şeytanlardan onun için dalgıçlık edenleri ve ondan başka ileri yapanları da (musahhar kılmıştık) ve onlar için hıfz edenler Biz olduk.

83. Ve Eyyûb’u da (an) o vakit ki, Rabbine nidâ etti, (dedi ki) «Şüphe yok, beni zarar kapladı, ve Sen (Yarabbi) rahmet edenlerin en merhametlisisin.»

84. Biz de O’nun duasını kabul ettik de O’nda olan ızdırabı açıverdik ve O’na ehlini ve onlar ile beraber onların bir mislini kendi tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir mev’ize olmak üzere verdik.

85. Ve İsmail ve İdris ve Zülkifl’i (de yâd et). Hepsi de sabredenlerden idiler.

86. Ve onları rahmetimize idhâl ettik. Şüphe yok ki, onlar sâlihlerden idiler.

87. Ve Zünnûn’u da (yâd et) o vakit ki, gazebnâk olarak gitmişti. Bizim kendisini muaheze etmiyeceğimizi zannetmişti. Derken zulmetler içinde (kalıp) niyazda bulundu ki «(Yarabbi!) Senden başka ilâh yoktur, seni tenzih ederim, şüphe yok ki ben zalimlerden oldum.»

88. Artık Biz de O’nun duasına icabet ettik de O’nu gamdan kurtardık ve mü’minleri de böylece necâta erdiririz.

89. Ve Zekeriya’yı da (an) o vakit ki, Rabbine nidâ etti, «Yarabbi! Beni yalnız bırakma, Sen vârislerin hayırlısısın» (dedi).

90. Biz de O’na icabet ettik ve O’na Yahya’yı ihsan eyledik ve O’nun için refikasını ıslah kıldık. Muhakkak ki, onlar hayırlı işlere koşarlardı. Ve Bize rağbetle ve haşyetle dua ederlerdi ve Bizim için mütevazi zâtlar olmuşlardı.

91. Ve ismetini pek güzelce muhafaza etmiş olanı da (yâd et ki) kendisine rûhumuzdan üflemiştik. Ve O’nu ve oğlunu da âlemlere bir âyet kılmıştık.

92. Şüphe yok ki bu, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de sizin Rabbinizim. Artık Bana ibadet ediniz.

93. (Bazı milletler) Din işlerinde kendi aralarında fırka fırka oldular. Hepsi de Bize dönücülerdir.

94. İmdi her kim mü’min olduğu halde sâlih sâlih amellerden işlerse artık onun çalışması için inkar yoktur ve şüphe yok ki, Biz onun için yazıcılarız.

95. Ve kendisini helâk ettiğimiz bir belde (ahalisi) için memnudur ki, onlar dönmeyecekler olsunlar.

96. Ye’cüc ve Me’cüc açılıp da onlar her tepeden koşmaya başlayacakları zamana kadar (bu kavimlerin halleri devam eder).

97. Ve doğru olan vaad (Kıyamet günü) yaklaştığı zaman, artık kâfirlerin gözleri muzdarip bir hale gelecek, (ve diyeceklerdir ki) «Eyvah bizlere! Biz bundan gaflette bulunmuş olduk. Hayır. Biz zalimler olduk.»

98. Şüphe yok ki, siz ve Allah’tan başka taptığınız nesneler cehenneme atılıp yakılacak şeylersiniz. Siz oraya varıp gireceksiniz.

99. Eğer onlar ilâhlar olsalar idi oraya varıp girmezlerdi. Halbuki hepsi de orada ebedîyyen kalıcılardır.

100. Onlar için orada gayet şiddetli bir nefes alma vardır ve onlar orada (hiçbir şey) işitemezler.

101. Muhakkak ki, kendileri için Bizden bir güzellik sebk etmiş olanlar, oradan uzak bulundurulmuşlardır.

102. Onun hışıltısını bile duymazlar ve onlar nefislerinin hoşlandığı şeyler içinde daima kalacak kimselerdir.

103. Onları en büyük korku mahzun etmez ve onları melekler istikbal ederler. (Ve onlara derler ki) «İşte bu, sizin vaadolunur olduğunuz gününüzdür.»

104. (Düşününüz) O günü ki, kitaplar için sahifelerin dürülmesi gibi göğü düreceğiz. İlk yaratılışta başladığımız gibi onu iade edeceğiz. üzerimize bir va’addir ki, muhakkak yapıverecekleriz.

105. Andolsun ki, Zebur’da Zikir’den sonra yazmıştık ki, muhakkak yere Benim sâlih kullarım vâris olacaklardır.

106. Muhakkak ki, bunda (Kur’an-ı Mübîn’de) abidler olan bir kavim için mükemmel bir mev’ize vardır.

107. Ve seni başka değil, bütün âlemlere bir rahmet olmak için gönderdik.

108. De ki «Bana muhakkak vahyolunuyor ki, sizin ilâhınız, şüphe yok bir ilâhtır. Artık siz İslâmiyet’i kabul etmiş kimseler misiniz?»

109. Eğer yüz çevirirlerse artık de ki «Size müsâvat üzere bildirmiş oldum. O tehdit edilmiş olduğunuz şey yakın mıdır, uzak mıdır ben bilmem.»

110. «Şüphe yok ki, sözden açığa vurulanı da, gizlediklerinizi de bilir.»

111. «Ve ben bilmem, belki o (mühlet verilmesi) sizin için bir imtihandır ve bir müddete kadar bir istifadedir.»

112. Dedi ki «Yarabbi! Hak ile hükmet. Ve bizim çok esirgeyici olan Rabbimizdir. Ancak sizin vasfedegeldiklerinize karşı kendisinden yardım istenilecek olan (zat).»