Ahmet Varol 

1. Ha. Mim.

2. Apaçık Kitab’a andolsun;

3. Olur ki akıl edersiniz diye onu Arapça bir Kur’an kıldık.

4. Şüphesiz o katımızda ana kitapta (Levhi Mahfuz’da kayıtlı)dır; pek yüce ve hikmet doludur.

5. Aşırıya giden bir topluluksunuz diye size zikri (Kur’anı) göndermekten vaz mı geçelim?

6. Oysa biz öncekiler içinde nice peygamberler gönderdik.

7. Onlara hiçbir peygamber gelmiyordu ki onunla alay etmesinler.

8. Biz de bunlardan daha güçlü olanları helâk ettik. Öncekilerin örneği geçti.

9. ’Onları üstün ve bilen (Allah) yarattı’ diyeceklerdir.

10. O, sizin için yeri bir döşek yapan ve olur ki doğru yolu bulursunuz diye onda size yollar açandır.

11. O, gökten bir ölçüye göre su indirendir. Onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz de böyle çıkarılırsınız.

12. O, bütün çiftleri yaratan ve gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri varedendir.

13. ’Bunu bize boyun eğdiren (Allah)’ın şanı pek yücedir, yoksa biz bunu (hizmetimize) yanaştıramazdık.

14. Ve biz elbette Rabbimize döneceğiz.’

15. (Böyleyken) kullarından O’na bir parça nisbet ettiler. Doğrusu insan apaçık bir nankördür.

16. Yoksa (Allah) yarattıklarından kendine kızlar edindi de oğulları size mi seçti?

17. Oysa onlardan birine Rahman’a isnat ettiği (kız çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir.

18. Süs içinde yetiştirilip mücadelede açık olmayanı mı (Allah’a yakıştırıyorlar)?

19. Rahman’ın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Onların yaratılışlarına şahit mi oldular? Şahitlikleri yazılacak ve (bundan) sorulacaklar.

20. ’Rahman dileseydi biz onlara kulluk etmezdik.’ Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.

21. Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de şimdi ona mı sarılıyorlar?

22. ’Doğrusu atalarımızı bir din üzere bulduk biz de şimdi onların izleri üzere doğru yolda gidiyoruz’ dediler.

23. ’Biz atalarımızı bir din üzere bulduk ve biz onların izlerine uymaktayız’ demişlerdir.

24. ’Doğrusu biz sizinle gönderileni inkâr edenleriz’ dediler.

25. Biz de onlardan intikam aldık. Yalanlayanların sonlarının nasıl olduğuna bir bak.

26. ’Doğrusu ben sizin taptıklarınızdan uzağım.

27. Ancak beni yaratan müstesna. Şüphesiz O beni doğru yola yöneltecektir.

28. Ve bunu (tevhid inancını) kendinden sonra gelecekler içinde kalıcı bir söz kıldı. (Artık) umulur ki dönerler.

29. Gerçek şu ki, onları ve atalarını kendilerine gerçek ve açıklayıcı peygamber gelinceye kadar geçindirdim.

30. ’Bu bir büyüdür ve biz onu inkâr edenleriz’ dediler.

31. ’Bu Kur’an iki kentin birinden, büyük bir adama indirilmeli değil miydi?’

32. Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık ve biri birine iş gördürebilsin diye bazılarını bazılarından derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.

33. Eğer insanlar (küfürde) tek bir ümmet olacak olmasaydı Rahman’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.

34. Evlerine kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar (yapardık).

35. Ve (nice) süsler (verirdik). Bütün bunlar dünya hayatının geçimliğinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.

36. Kim Rahman’ın zikrini görmezlikten gelirse onun başına bir şeytanı musallat ederiz. Artık o onun yakını olur.

37. Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkoyarlar, bunlarsa kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.

38. ’Keşke seninle benim aram iki doğunun uzaklığı kadar olsaydı! Meğer ne kötü bir yakınmışsın!

39. (Yakınmanız) bugün size yarar sağlamayacak. Çünkü zulmettiniz. Şüphesiz siz azapta da ortaksınız.

40. Artık sen mi sağırlara duyuracaksın yahut körleri ve apaçık sapıklık içinde olanı doğru yola ileteceksin?

41. Biz seni alıp götürürsek onlardan muhakkak öç alırız.

42. Yahut onlara vaadettiğimizi sana gösteririz. Şüphesiz bizim onlara gücümüz yeter.

43. Şu halde sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Muhakkak ki sen dosdoğru yol üzeresin.

44. Şüphesiz o (Kur’an) sen ve kavmin için bir şereftir (veya öğüttür). (Ondan) sorulacaksınız.

45. Biz Rahman’dan başka kulluk edilecek ilâhlar kılmış mıyız?

46. ’Şüphesiz ben alemlerin Rabbinin elçisiyim’ dedi.

47. Onlarla alay ediyorlar.

48. Onlara gösterdiğimiz her âyet muhakkak bir ötekinden daha büyüktü. Belki dönerler diye onları azaba uğrattık.

49. ’Ey büyücü! Sana olan ahdi üzere bizim için Rabbine dua et, gerçekten biz hidayete geleceğiz.

50. Fakat üzerlerinden azabı kaldırdığımızda hemen sözlerinden dönmeye başladılar.

51. ’Ey kavmim! Mısır’ın hükümranlığı ve şu altımdan akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?

52. Ya da ben şu zavallı, neredeyse söz anlatamayacak durumda olan kişiden daha iyi değil miyim?

53. Sonra neden O’na hiç altın bilezikler atılmadı? Ve neden O’nunla birlikte saflar halinde melekler gelmedi?"

54. O kavmini küçümsedi onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdi.

55. Sonunda bizi öfkelendirindiklerinde onlardan öç aldık. Böylece hepsini birden (suda) boğduk.

56. Böylece onları sonradan gelecekler için (ibret verici) bir geçmiş ve bir örnek kıldık.

57. Meryem’in oğlu örnek verilince senin kavmin hemen ondan dolayı keyifli keyifli gülüyorlar.

58. ’Bizim ilâhlarımız mı hayırlıdır yoksa o mu?’ Bunu sana karşı sırf tartışma için ortaya attılar. Gerçek şu ki, onlar kavgacı bir topluluktur.

59. O sadece kendine nimet verdiğimiz ve İsrail oğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.

60. Eğer dileseydik size bedel melekler kılardık da yeryüzünde sizin yerinize geçerlerdi.

61. Şüphesiz o kıyamet saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametin geleceğinden) hiç şüphe etmeyin ve bana uyun. Dosdoğru yol budur.

62. Sakın şeytan sizi alıkoymasın. Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.

63. ’Ben size hikmetle ve üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin bazılarını açıklamak için geldim. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.

64. Muhakkak ki Allah benim de Rabbim sizin de Rabbinizdir, O’na kulluk edin. Dosdoğru yol budur.’

65. Aralarından birtakım gruplar ayrılığa düştüler. Artık acıklı bir günün azabından dolayı zalimlerin vay haline!

66. Onlar sırf, kendileri farkında değilken, kıyametin ansızın başlarına gelmesini mi bekliyorlar?

67. O gün, takva sahipleri dışında yakın dostlar birbirlerine düşmandırlar.

68. ’Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur ve üzülmeyeceksiniz de!’

69. Onlar ayetlerimize iman etmiş ve Müslüman olmuşlardır.

70. Siz ve eşleriniz cennete girin, sevinç içinde ağırlanacaksınız.

71. Onların önlerinde altın tepsiler ve testilerle dolaşılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey var. Ve siz orada sonsuza kadar kalacaksınız.

72. İşte yaptıklarınıza karşılık mirasçısı kılındığınız cennet budur.

73. ’Orada sizin için bol bol meyvalar vardır, onlardan yersiniz’ denilir.

74. Şüphesiz suçlular cehennem azabında sonsuza kadar kalıcıdırlar.

75. Onlardan (azap) hafifletilmez ve onlar onun içinde ümitsizdirler.

76. Biz onlara zulmetmedik, ama onlar kendileri zalimlerdi.

77. ’Doğrusu siz kalıcısınız’ der.

78. Andolsun biz size hakkı getirdik fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.

79. Yoksa onlar kesin olarak bir işe mi karar verdiler? Biz de kesin kararlıyız.

80. Yoksa onlar gizliliklerini ve gizli konuşmalarını bizim duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır (duyuyoruz) ve yanlarındaki elçilerimiz de yazıyorlar.

81. ’Rahman’ın çocuğu olsaydı kulluk edenlerin ilki ben olurdum.’

82. Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın Rabbi onların nitelemelerinden münezzehtir.

83. Artık sen onları bırak, vaadedildikleri günlerine kavuşuncaya kadar dalsın ve oynasınlar.

84. O gökte de ilâh, yerde de ilâh olan (Allah)’tır. O hikmet sahibidir, bilendir.

85. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin hükümranlığı kendine ait olan (Allah) pek yücedir! Kıyametin ilmi O’nun katındadır ve siz O’na döndürüleceksiniz.

86. O’ndan başka taptıkları şefaat yetkisine sahip değildirler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler müstesna.

87. ’Allah’ diyeceklerdir. O halde nasıl (haktan) uzaklaştırılıyorlar!

88. ’Ya Rabbi’ demesi hakkı için, muhakkak ki onlar imana gelmez bir bir kavimdir.

89. ’Selâm’ de! Yakında bilecekler.