Sadık Türkmen | |
---|---|
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا Vezzariyati zerva |
|
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا Fel hamilati vıkra |
|
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا Fel cariyati yusra |
|
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا Fel mukassimati emra |
|
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ İnnema tuadune le sadık |
|
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ Ve inned dine le vakı’ |
|
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْحُبُكِ Ves semai zatil hubuk |
|
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍ İnnekum le fi kavlim muhtelif |
|
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ Yu’feku anhu men ufik |
|
10. O (çeşitli/çelişkili sözleri ortaya atan) yalancılar kahrolsun! |
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ Kutilel harrasun |
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ Ellezine hum fi ğamratin sahun |
|
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ Yes’elune eyyane yevmud din |
|
13. O gün onlar ateş üzerindedirler, yaptıklarına karşılık olarak! |
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ Yevme hum alen nari yuftenun |
14. "fitnenizi/yapmış olduğunuzun karşılığını tadın! Acele isteyip durduğunuz şey işte budur!" |
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ Zuku fitnetekum hazellezi kuntum bihi testa’cilun |
15. Şüphesiz, korunup sakınanlar cennetlerde, pınarların başlarındadır. |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve uyun |
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ Ahızıne ma atahum rabbuhum innehum kanu kable zalike muhsinin |
|
كَانُوا قَلِيلًا مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ Kanu kalilem minel leyli ma yehceun |
|
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ Ve bil eshari hum yestağfirun |
|
19. Onların mallarında çaresiz ve yoksul için bir hak vardı. |
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ Ve fi emvalihim hakkul lis saili vel mahrum |
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ Ve fil erdı ayatul lil mukınin |
|
21. Kendi canlarınızda da öyle (ayetler var!) Hâlâ gerçeği görmüyor musunuz? |
وَفِي أَنْفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ Ve fi enfusikum e fe la tubrırun |
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ Ve fis semai rizkukum ve ma tuadun |
|
23. Gökyüzünün ve yeryüzünün Rabbine ant olsun ki, kuşkusuz o sizin konuşmanız gibi gerçektir. |
فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ Fe ve rabbis semai vel erdı innehu lehakkum misle ma ennekum tentıkun |
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ Hel etake hadisu dayfi ibrahimel mukramin |
|
25. Hani bir zaman, onun yanına girdiler; "Selâm" dediler. O da "Selâm, tanınmamış topluluk!" dedi. |
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا ۖ قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ İz dehalu aleyhi fe kalu selama kale selam kavmum munkerun |
26. Hemen, bir bahane ile ailesine gitti, besili bir buzağı getirdi. |
فَرَاغَ إِلَىٰ أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ Ferağa ila ehlihi fe cae bi ıclin semin |
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ Fe karrabehu ileyhim kale e la te’kulun |
|
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ Fe evcese minhum hıyfeh kalu la tehaf ve beşşeruhu bi ğulamin alim |
|
29. Karısı hayretler içinde geldi ve ellerini yüzüne vurarak "Kısır bir kocakarı!.." dedi. |
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ Fe akbeletimraetuhu fi sarratin fe sakket vecheha ve kalet acuzun akıym |
30. Dediler ki "Böyledir! Bunu Rabbin buyurdu. Şüphesiz O, hikmet sahibidir, bilendir." |
قَالُوا كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ Kalu kezaliki kale rabbuk innehu huvel hakimul alim |
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ Kale fema hatbukum eyyuhel murselun |
|
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُجْرِمِينَ Kalu inna ursilna ila kavmim mucrimin |
|
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ طِينٍ Li nursile aleyhim hıcaratem min tıyn |
|
34. (her biri) sınırı/haddi aşanlar için, Rabbinin katında işâretlenmiş!" |
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ Musevvemeten ınde rabbike lil musrifin |
فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ Fe ahracna men kane fiha minel mu’minin |
|
36. Zaten orada bir ev dışında teslim olmuş kişiler de bulamadık. |
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ Fe ma vecedna fiha ğayra beytim minel muslimin |
37. Orada acıklı azaptan korkan kişiler için bir ibret bıraktık. |
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ Ve terakna fiha ayetel lillezine yehafunel azabel elim |
وَفِي مُوسَىٰ إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ Ve fi musa iz erselnahu ila fir’avne bi sultanim mubin |
|
فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ Fe tevella bi ruknihi ve kale sahırun ev mecnun |
|
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ Fe ehaznahu ve cunudehu fe nebeznahum fil yemmi ve huve mulim |
|
41. Âd kavminde DE!.. Hani, onların üzerlerine de köklerini kesen bir rüzgâr gönderdik. |
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ Ve fi adin iz erselna aleyhimur rihal akıym |
42. Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, ancak onu kül gibi yapıp dağıtıyordu. |
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ Ma tezeru min şey’in etet aleyhi illa cealethu kir ramim |
43. Semud kavminde DE!.. Hani onlara "Bir süreye kadar faydalanın" denilmişti. |
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّىٰ حِينٍ Ve fi semude iz kıyle lehum temetteu hatta hıyn |
44. Rablerinin emrine baş kaldırdılar. Bakınıp dururlarken onları yıldırım yakaladı. |
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus saıkatu ve hum yenzurun |
45. O zaman kalkmaya güçleri yetmedi, yardım edenleri de olmadı. |
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِرِينَ Femestetau min kıyamiv ve ma kanu muntesırın |
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ Ve kavme nuhım min kabl innehum kanu kavmen fasikıyn |
|
47. Evreni/göğü/uzayı kuvvetle, sapasağlam bina ettik/kurduk. Ve şüphesiz Biz onu genişletiyoruz. |
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ Ves semae beneynaha bi eydiv ve inna le musiun |
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ Vel erda feraşnaha fe nı’mel mahidun |
|
49. Herşeyden çift çift yarattık. Düşünüp öğüt alasınız diye. |
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Ve min kulli şey’in halakna zevceyni leallekum tezekkerun |
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ ۖ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ Fe firru ilallah inni lekum minhu nezirum mubin |
|
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ ۖ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ Ve la tec’alu meallahi ilahen ahar inni lekum minhu nezirum mubin. |
|
كَذَٰلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ Kezalike ma etellezine min kablihim mir rasulin illa kalu sahırun ev mecnun |
|
53. Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Aksine onlar azgın bir topluluktur. |
أَتَوَاصَوْا بِهِ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ E tevasav bih bel hum kavmun tağun |
54. Öyleyse onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin. |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنْتَ بِمَلُومٍ Fe tevelle anhum fe ma ente bi melun |
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَىٰ تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِينَ Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu’minin |
|
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’budun |
|
57. Ben onlardan bir rızık istemiyorum ve Beni doyurup beslemelerini de istemiyorum. |
مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ Ma uridu minhum mir rizkıv ve ma uridu ey yut’ımun |
58. Şüphesiz o Allah çokça rızık yaratandır, sarsılmaz kuvvet sahibidir. |
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ İnnellahe huver razzaku zul kuvvetil metin |
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ Fe inne lellezine zalemu zenubem misle zenubi ashabihim fe la yesta’cilun |
|
60. Kendilerine vadedilen günlerinden dolayı, vay o gerçeği inkâr edenlere/gizleyenlere! |
فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ Fe veylul lillezine keferu miy yevmihimullezi yuadun |