Tefhim-ul Kur'an | |
---|---|
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا Vezzariyati zerva |
|
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا Fel hamilati vıkra |
|
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا Fel cariyati yusra |
|
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا Fel mukassimati emra |
|
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ İnnema tuadune le sadık |
|
6. Şüphesiz (din) hesap ve ceza da mutlaka gerçekleşecektir. |
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ Ve inned dine le vakı’ |
7. ’Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış’ göğe andolsun; |
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْحُبُكِ Ves semai zatil hubuk |
8. Siz, gerçekten birbirini tutmaz bir söz (çelişkili ve aykırı görüşler) içindesiniz. |
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍ İnnekum le fi kavlim muhtelif |
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ Yu’feku anhu men ufik |
|
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ Kutilel harrasun |
|
11. Ki onlar, ’bilgisizliğin kuşatması’ içinde habersizdirler. |
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ Ellezine hum fi ğamratin sahun |
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ Yes’elune eyyane yevmud din |
|
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ Yevme hum alen nari yuftenun |
|
14. «Tadın fitnenizi. Bu, sizin pek acele isteyip durduğunuz şeydir.» |
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ Zuku fitnetekum hazellezi kuntum bihi testa’cilun |
15. Şüphesiz muttaki olanlar, cennetlerde ve pınarlardadırlar; |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ İnnel muttekıyne fi cennativ ve uyun |
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ Ahızıne ma atahum rabbuhum innehum kanu kable zalike muhsinin |
|
كَانُوا قَلِيلًا مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ Kanu kalilem minel leyli ma yehceun |
|
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ Ve bil eshari hum yestağfirun |
|
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ Ve fi emvalihim hakkul lis saili vel mahrum |
|
20. Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. |
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ Ve fil erdı ayatul lil mukınin |
وَفِي أَنْفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ Ve fi enfusikum e fe la tubrırun |
|
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ Ve fis semai rizkukum ve ma tuadun |
|
فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ Fe ve rabbis semai vel erdı innehu lehakkum misle ma ennekum tentıkun |
|
24. (Ey Nebi!) Sana İbrahim’in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi? |
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ Hel etake hadisu dayfi ibrahimel mukramin |
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا ۖ قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ İz dehalu aleyhi fe kalu selama kale selam kavmum munkerun |
|
26. Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi. |
فَرَاغَ إِلَىٰ أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ Ferağa ila ehlihi fe cae bi ıclin semin |
27. Derken onlara yaklaştırıp (önlerine sürdü); «Yemez misiniz?» dedi. |
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ Fe karrabehu ileyhim kale e la te’kulun |
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ Fe evcese minhum hıyfeh kalu la tehaf ve beşşeruhu bi ğulamin alim |
|
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ Fe akbeletimraetuhu fi sarratin fe sakket vecheha ve kalet acuzun akıym |
|
قَالُوا كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ Kalu kezaliki kale rabbuk innehu huvel hakimul alim |
|
31. (İbrahim) Dedi ki «Şu halde sizin asıl isteğiniz nedir, ey elçiler?» |
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ Kale fema hatbukum eyyuhel murselun |
32. Dediler ki «Gerçek şu ki biz, suçlu günahkâr bir kavme gönderildik.» |
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُجْرِمِينَ Kalu inna ursilna ila kavmim mucrimin |
33. «Üzerlerine çamurdan (iyice sertleşip kaskatı kesilmiş) taşlar yağdırmak için.» |
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ طِينٍ Li nursile aleyhim hıcaratem min tıyn |
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ Musevvemeten ınde rabbike lil musrifin |
|
فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ Fe ahracna men kane fiha minel mu’minin |
|
36. Ne var ki, orda müslümanlardan olan bir evden başkasını da bulmadık. |
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ Fe ma vecedna fiha ğayra beytim minel muslimin |
37. Ve orada, acıklı bir azabdan korkanlar için bir ayet bıraktık. |
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ Ve terakna fiha ayetel lillezine yehafunel azabel elim |
وَفِي مُوسَىٰ إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ Ve fi musa iz erselnahu ila fir’avne bi sultanim mubin |
|
فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ Fe tevella bi ruknihi ve kale sahırun ev mecnun |
|
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ Fe ehaznahu ve cunudehu fe nebeznahum fil yemmi ve huve mulim |
|
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ Ve fi adin iz erselna aleyhimur rihal akıym |
|
42. Üzerinden geçtiği her şeyi (olduğu gibi) bırakmıyor, mutlaka onu çürütüp kül gibi dağıtıyordu. |
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ Ma tezeru min şey’in etet aleyhi illa cealethu kir ramim |
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّىٰ حِينٍ Ve fi semude iz kıyle lehum temetteu hatta hıyn |
|
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus saıkatu ve hum yenzurun |
|
45. Artık ne ayağa kalkmaya güç yetirebildiler, ne de yardım bulabildiler. |
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِرِينَ Femestetau min kıyamiv ve ma kanu muntesırın |
46. Bundan önce Nuh kavmini de (yıkıma uğrattık). Çünkü onlar, fasık olan bir kavim idi. |
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ Ve kavme nuhım min kabl innehum kanu kavmen fasikıyn |
47. Biz göğü ’büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz, (onu) genişletici olanlarız. |
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ Ves semae beneynaha bi eydiv ve inna le musiun |
48. Yeri de biz döşeyip yaydık; ne güzel döşeyici olanlar(ız) . |
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ Vel erda feraşnaha fe nı’mel mahidun |
49. Ve biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz. |
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Ve min kulli şey’in halakna zevceyni leallekum tezekkerun |
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ ۖ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ Fe firru ilallah inni lekum minhu nezirum mubin |
|
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ ۖ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ Ve la tec’alu meallahi ilahen ahar inni lekum minhu nezirum mubin. |
|
كَذَٰلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ Kezalike ma etellezine min kablihim mir rasulin illa kalu sahırun ev mecnun |
|
أَتَوَاصَوْا بِهِ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ E tevasav bih bel hum kavmun tağun |
|
54. Öyleyse sen, onlardan yüz çevir; artık sen, kınanacak değilsin. |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنْتَ بِمَلُومٍ Fe tevelle anhum fe ma ente bi melun |
55. Sen öğüt verip hatırlat! Çünkü gerçekten öğütle hatırlatma, mü’minlere yarar sağlar. |
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَىٰ تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِينَ Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu’minin |
56. Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. |
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’budun |
57. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum ve ben, onların beni doyurup beslemelerini de istemiyorum. |
مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ Ma uridu minhum mir rizkıv ve ma uridu ey yut’ımun |
58. Hiç şüphesiz, rızık veren, O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır. |
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ İnnellahe huver razzaku zul kuvvetil metin |
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ Fe inne lellezine zalemu zenubem misle zenubi ashabihim fe la yesta’cilun |
|
60. Kendilerine va’dedilen o (azab) günlerinden dolayı vay o küfretmekte olanlara. |
فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ Fe veylul lillezine keferu miy yevmihimullezi yuadun |