Ömer Nasuhi Bilmen 

1. Hamd o Allah Teâlâ’ya mahsustur ki, gökleri ve yeri yaratmış ve zulmetler ile nûru var etmiştir. Sonra kâfir olanlar, (bunları) Rablerine denk tutuyorlar.

2. O, o Halık-ı Azîm’dir ki, sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir ecel takdir etti ve O’nun nezdinde mâlûm bir ecel de vardır. Sonra da siz şüphe ediyorsunuz.

3. Ve O göklerde de, yerde de Allah’dır, sizin gizli ve aleni olan herşeyinizi bilir ve ne kazanacağınızı da bilir.

4. Ve onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki, illâ onlar O’ndan yüz çevirirler.

5. İşte onlar hakkı kendilerine geldiği vakit tekzîp ettiler. Fakat onlara ne ile istihzâ eder olduklarının haberleri atiyen gelecektir.

6. Görmediler mi onlardan evvel kaç nesli helâk ettik, o nesillere yeryüzünde size vermediğimiz imkanları vermiş idik ve onların üzerine göğü bol bol salıvermiştik ve ırmakları onların altlarından akar bir halde kılmıştık, sonra onları günahları sebebiyle helâk ettik ve onlardan sonra birer başka başka nesli vücuda getirdik.

7. Eğer sana kağıtta (yazılı) bir kitab indirseydik de onu eller ile yoklayacak olsalardı elbette o kâfir olanlar, yine diyeceklerdi ki bu bir sihirden başka değildir.

8. Ve dediler ki «Onun üzerine bir melek indirilmeli değil mi idi?» Ve eğer Biz bir melek indirmiş olsaydık elbette iş bitirilmiş olurdu. Sonra onlara göz açtırılmazdı.

9. Ve eğer O’nu (peygamberi) bir melek kılsaydık, elbette O’nu yine bir erkek (suretinde) kılardık ve onları yine düşmüş oldukları şüpheye düşürürdük.

10. Andolsun ki, senden evvelki peygamberler ile de elbette istihzâda bulunulmustur. Artık o kendisiyle istihzâda bulundukları şey, onlardan istihzâda bulunanları her taraftan kuşatıverdi.

11. De ki «Yeryüzünde dolaşınız, sonra bakınız ki, tekzîp edenlerin akibeti nasıl olmuştur?»

12. De ki «Göklerde ve yerde olan şeyler kimindir?» De ki «Allah Teâlâ’nındır. O kendi zâtı üzerine rahmeti yazmıştır. Elbette sizleri Kıyamet gününe toplayacaktır. Bunda şüphe yoktur.» O kimseler ki, nefislerine ziyankar olmuşlardır. İşte onlar imân etmezler.

13. Halbuki, gecede ve gündüzde barınan her ne varsa O’nundur ve hakkıyle işiten, bilen de ancak O’dur.

14. De ki «Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah Teâlâ’dan başkasını velî ittihaz eder miyim? Halbuki, O besliyor ve kendisi beslenmekten münezzeh bulunuyor.» De ki «Ben muhakkak emrolundum ki, ehl-i İslâm’ın birincisi olayım ve (bana) sakın müşriklerden olma!» (buyuruldu).

15. De ki «Eğer ben Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.»

16. «Kim kendisinden o gün azab bertaraf edilirse muhakkak ona merhamet buyurmuştur. Ve işte en açık bir kurtuluş odur.»

17. Ve eğer Allah Teâlâ sana bir zarar dokundurursa onu O’ndan başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundurursa, işte O herşeye hakkıyla kâdirdir.

18. Ve O, kullarının üzerinde mutasarrıftır. Ve O hakîmdir, habîrdir.

19. De ki «Hangi şey, şehâdetçe daha büyüktür?» De ki «Allah Teâlâ benimle sizin aranızda bihakkın şahittir ve bana bu Kur’an vahyolundu ki sizleri ve erişeceği kimseleri O’nunla inzar edeyim. Ya siz Allah Teâlâ ile beraber başka ilâhlar da olduğuna şehâdet mi edersiniz?» De ki «Ben şehâdet etmem.» De ki «O ancak bir tanrıdır. Ve muhakkak ben sizin şerik koştuklarınızdan tamamen berîyim.»

20. Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, O’nu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanır bilirler. O kimseler ki nefislerini hüsrâna uğratmışlardır, işte onlar imân etmezler.

21. Cenâb-ı Hakk’a karşı yalan yere iftirada bulunandan veya O’nun âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim vardır? Şüphe yok ki o zalimler felâh bulmayacaktır.

22. Ve o gün ki, onları hep birlikte haşredeceğiz, sonra şirke düşmüş olanlara, «Hani nerede sizin zûm eder olduğunuz şerikleriniz?» diyeceğiz.

23. Sonra onların hilesi, «Vallahi ey Rabbimiz! Bizler müşriklerden olmadık,» demekten başka olmayacak.

24. Bak kendi nefisleri aleyhine nasıl yalan irtikab ettiler. Ve onlardan iftira eder oldukları şey de nasıl zail oluverdi.

25. Ve onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat onların kalbleri üzerine onu hakkı yalanlamalarına mani olacak kat kat perdeler ve kulaklarının içine de ağırlık koymuşuzdur. Ve eğer her bir mûcizeyi görseler ona yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle mücadelede bulunurlar. Kâfir olanlar der ki «Bu, eskilerin uydurmalarından başka değildir.»

26. Ve onlar bundan hem nehyederler, kendileri de bundan uzaklaşırlar. Ve başkalarını değil, kendi nefislerini helâk etmiş olurlar da farkına varamazlar.

27. Ve (onları) ateşin üzerine durdurulup da «Eyvah bize ne olurdu bir geriye çevrilseydik ki, Rabbimizin âyetlerini tekzîp etmeseydik ve mü’minlerden olsaydık» dedikleri zaman bir görecek olsan.

28. Hayır Evvelce gizler oldukları şey kendilerine zahir oldu da (ondan) ve eğer geri çevrilselerdi kendisinden nehy olundukları şeye elbette yine dönüverirlerdi. Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır.

29. Ve dediler ki, «Bu bizim dünya hayatımızdan başka hayat yoktur ve bizler bir daha dirilecek değiliz.»

30. Ve (onları) görecek olsan Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman! Buyuracak ki «Şu hak değil miymiş?» onlar da «Evet. Rabbimize and olsun ki» diyecekler. (Cenâb-ı Hak da) «O halde azabı tadınız, küfreder olduğunuz şeyler sebebiyle,» diye buyurmuş olacaktır.

31. Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkacaklarını kendilerine ansızın Kıyamet gelinceye kadar inkâr eden kimseler, muhakkak hüsrâna uğramışlardır. Onlar bütün veballerini sırtlarına yüklenmiş oldukları halde, «Eyvah bizlere, orada yaptığımız kusurlardan dolayı,» diyeceklerdir. Dikkat ediniz! Onların yüklenip taşıyacakları şeyler ne kadar kötü!

32. Ve dünya hayatı bir oyundan, bir lehivden (oyalanmadan) başka bir şey değildir. Ve elbette ahiret yurdu ittikada bulunanlar için hayırlıdır. (Buna) Akıl erdiremez misiniz?

33. Muhakkak biliyoruz ki, onların dedikleri şey, seni elbette mahzun ediyor. hakikat halde onlar seni tekzîp etmiş olmuyorlar, fakat o zalimler Allah Teâlâ’nın âyetlerini inkâr ediyorlar.

34. Ve andolsun ki, senden evvel de peygamberler tekzîp olunmuşlardır. Fakat tekzîp olundukları ve eziyete uğradıkları şeylere karşı sabretmişlerdir. Nihâyet onlara Bizim yardımımız gelip yetişti. Ve Allah Teâlâ’nın kelimelerini tebdîl edecek yoktur. Ve andolsun ki, sana peygamberlerin haberlerinden gelivermiştir.

35. Ve eğer senin üzerine, onların kaçınmaları ağır gelmiş ise artık muktedir isen yerde bir menfez, veya gökte bir merdiven araştırıp da onlara bir âyet getirecek isen (haydi getir) ve eğer Allah Teâlâ dilese idi onları hidâyet üzerine toplardı. Sakın cahillerden olma.

36. Ancak o kimseler (dâvete) icabet ederler ki, işitir bulunurlar. Ölüleri de Allah Teâlâ diriltir, sonra O’na döndürülürler.

37. Ve dediler ki «Onun üzerine Rabbinden bir âyet indirilmeli değil mi idi?» De ki «Şüphe yok Allah Teâlâ âyet indirmeğe kâdirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.»

38. Ve yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadı ile uçan bir kuş yoktur ki, onlar sizin gibi ümmetlerdir. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra Rablerinin huzuruna sevkolunacaklardır.

39. Ve o kimseler ki, Bizim âyetlerimizi yalanladılar. Zulmetler içinde kalmış birtakım sağır ve dilsizlerdir. Allah Teâlâ kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru bir yol üzerinde kılar.

40. De ki «Siz bana haber verebilir misiniz? Eğer size Allah Teâlâ’nın azabı gelirse veya size kıyamet gelirse Allah Teâlâ’dan başkasına mı niyazda bulunursunuz? Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz (söyleyin bakalım!).»

41. «Hayır, ancak O’na niyaz edersiniz. O da kendisine niyaz ettiğiniz şeyi dilerse açar(husûle getirir) ve siz de (Allah Teâlâ’ya) şerik ittihaz ettiğiniz şeyleri (o zaman) unutursunuz.»

42. Andolsun ki, senden evvel de ümmetlere peygamberler gönderdik, sonra o ümmetleri birtakım şiddetler ile, zorluklar ile yakaladık, ola ki yalvarıversinler diye.

43. Artık Bizim azabımız onlara geldiği zaman yalvarmalı değil miydiler? Fakat onların gönülleri katılaşmış ve şeytan onlara yapar oldukları şeyleri süslemiş idi.

44. Vaktâ ki, onlar kendilerine ne ile öğüt verildiğini unuttular, onların üzerine herşeyin kapılarını açıverdik, nihâyet kendilerine verilen şeyler ile ferahlandıkları vakit onları ansızın tuttuk. Artık onlar o anda bütün umduklarından mahrum kaldılar.

45. Artık o zulmeden kavmin kökü kesilmiş oldu. Hamdolsun âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’ya.

46. De ki «Haber veriniz, Eğer Allah Teâlâ sizin kulaklarınızı ve gözlerinizi alıverse ve kalblerinizin üzerini mühürlese Allah Teâlâ’dan başka onu size getirecek hangi bir ilâh vardır?» Bak Biz âyetleri nasıl açıklıyoruz, sonra onlar yüz çeviriyorlar.

47. De ki «Gördün mü kendinizi! Eğer Allah Teâlâ’nın azabı sizlere ansızın veya apaçık gelirse zalimler olan kavimden başkası mı helâk edilmiş olur?»

48. Biz peygamberleri göndermeyiz, ancak mübeşşirler ve münzirler olmak üzere göndeririz. İmdi her kim imân eder ve (halini) ıslahta bulunursa artık onlar için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

49. Ve o kimseler ki, Bizim âyetlerimizi tekzîp ettiler, onlara yapmış oldukları fısk sebebiyle azap isabet edecektir.

50. De ki «Ben size demiyorum ki, benim yanımda Allah Teâlâ’nın hazineleri vardır. Ve ben gaybı da bilmem ve size ’Ben hakikaten meleğim’ de demiyorum. Ben bana vahyolunandan başkasına tâbi olmam.» De ki «Kör ile görür kimse müsavî olur mu? Hiç düşünmez misiniz?»

51. Ve onunla o kimseleri korkut ki, onlar Rablerinin huzuruna haşrolunacaklarından korkarlar bir halde ki, onlar için ondan başka bir yar, bir şefaatci yoktur. Umulur ki, ittikada bulunurlar.

52. O zâtları yanından kovma ki, sabah ve akşam Rablerine O’nun cemalini dileyerek dua ederler. Senin aleyhine onların hesabından birşey yoktur, ve senin hesabından da onların üzerine birşey yoktur ki, onları kovup da zalimlerden olasın.

53. Ve işte böylece onların bazısını bazısı ile fitneye düşürmüşüzdür ki, «Ya Allah Teâlâ aramızda şunlara mıdır ki, lütfunu reva görmüştür?» deyiversinler. Allah Teâlâ şâkir olanları ziyâdesiyle bilen değil midir?

54. Âyetlerimize imân edenler, sana geldikleri zaman de ki «Selâm sizlere. Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazdı ki, sizden her kim bir cehaletle bir kötü iş işlese de ondan sonra tevbe etse ve ıslah-ı halde bulunsa şüphesiz ki, o Rabbiniz çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.»

55. Ve böylece âyetleri mufassalan beyan ediyoruz ve günah işleyenlerin yolu apaçık seçilsin diye.

56. De ki «Ben Allah Teâlâ’dan başka taptığınız şeylere ibadetten nehyedilmiş bulunmaktayım.» De ki «Sizin hevâlarınıza asla uymam. O takdirde ben muhakkak dalâlete düşmüş ve ben hidâyete erenlerden olmamış olurum.»

57. De ki «Ben şüphesiz Rabbimden bir beyyine üzerindeyim. Siz ise O’nu tekzîp ettiniz. Sizin alelacele istediğiniz şey benim yanımda değil, hüküm ise ancak Allah’ındır. Hakkı o beyan eder ve o ayırdedenlerin en hayırlısıdır.»

58. De ki «Eğer o acele istediğiniz şey benim yanımda olsaydı iş benimle sizin aranızda elbette halledilmiş ve fasledilmiş olurdu. Allah Teâlâ zalimleri bihakkın bilendir.»

59. Ve gaybın anahtarları O’nun (Cenâbı Hakk’ın) yanındadır. Onları O’ndan başkası bilemez. Ve karada ve denizde ne varsa bilir. Bir yaprak düşmez, ve yerin zulmetleri içinde bir habbe de bulunmaz ki, illâ O bilir. Ve bir yaş ve bir kuru da yoktur ki, illâ apaçık bir kitaptadır.

60. Ve O, o Zât-i Kibriya’dır ki, sizleri geceleyin uykuya daldırır ve gündüzün ne kazandığınızı bilir. Sonra ondan gündüzün uyandırır. Tâ ki mukadder olan ecel nihâyete ersin. Sonra dönüşünüz O’nadır. Sonra size ne işler yapar olduğunuzu haber verecektir.

61. Ve o kullarının üzerinde kahirdir. Ve sizin üzerinize hafaza meleklerini gönderir. Nihâyet sizden birinize ölüm gelince onun ruhunu Bizim gönderdiğimiz melekler kabzederler, ve onlar vazifelerinde kusur etmezler.

62. Sonra (halk) hak olan Mevlâlarına reddolunmuş olurlar. Agâh olunuz ki, hüküm, o mevlâ’ya aittir. Ve O, hesap görenlerin en sür’atlisidir.

63. De ki «Sizleri karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarır? O’na alaniyeten ve sırren dua eder de, ’Eğer bizi bundan kurtarırsan elbette bizler şükredenlerden oluruz.’ (diye yalvardığınız zaman).»

64. De ki «Allah Teâlâ sizi ondan ve herbir gamdan kurtarır, sonra siz (yine ona putları) şerik ittihaz edersiniz.»

65. De ki «O, sizin üzerinize üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe ve sizi fırkalar halinde karıştırmaya ve bazınıza bazınızın hıncını tattırmaya kâdirdir.» Bak âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Gerek ki, onlar anlayabilsinler.

66. Kavmin O’nu (Kur’an-ı kerîm’i) yalan saydı. Halbuki, o bir hakikattır. De ki «Ben sizin üzerinize vekil olmuş değilim.»

67. Her bir haberin bir mukarrer zamanı vardır. Ve yakında bilirsiniz.

68. Ve Bizim âyetlerimizde (cahilane mütala’alara) dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze dalıncaya kadar hemen onlardan yüz çevir. Ve şâyet (bunu) şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra o zalimler olan kavim ile beraber oturma.

69. Ve muttakî olanların üzerine onların hesabından bir şey yoktur. Fakat bir öğüttür, olabilir ki, onlar sakınırlar.

70. Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence ittihaz eden ve kendilerini dünya hayatı mağrur etmiş bulunan kimseleri bırak. Ve onunla öğüt ver ki, hiçbir kimse kazandığı şey sebebiyle helâke düşmesin, onun için Allah Teâlâ’dan başka ne bir dost ve ne de bir şefaatcı yoktur. Ve o bütün fidyeyi feda edecek olsa ondan alınmaz. Onlar o kimselerdir ki, kazanmış oldukları şeyler sebebiyle azaba maruz kalmışlardır. Onlar için küfrettikleri şey sebebiyle pek sıcak sudan bir içki ve pek incitici bir azap vardır.

71. De ki «Biz Allah Teâlâ’dan başka bize ne faide ve ne de zarar veremiyecek şeylere tapar mıyız? Ve bize Allah Teâlâ hidâyet etmişken ardımıza döndürülur müyüz? O kimse gibi ki, yerde şaşkınca dolaşırken kendisini şeytanlar dalâlete düşürmüştür. Halbuki, onun için birtakım arkadaşlar vardır ki, «Gel bize,» diyerek onu doğru yola çağırır dururlardı.» De ki «Muhakkak Allah Teâlâ’nın hidâyetidir hidâyet olan, ve bize emrolunmuştur ki, âlemlerin Rabbine halisâne ibadette bulunalım.»

72. «Ve namaz kılın, ve O’ndan korkunuz ve O, o (Hâlik-ı Azîm) dir ki, O’na haşrolunacaksınızdır diye de emrolunduk.»

73. Ve O, o Zât-ı Kibriyâ’dır ki, gökleri ve yeri hakkıyla yaratmıştır. Ve O’nun «Ol!» diyeceği gün (herşey) hemen oluverir, kelâmı haktır ve sûra üfürüleceği gün mülk O’nundur. Gaip olanı da müşahede olanı da bilendir. O hakîmdir, habîrdir.

74. Ve bir vakit ki, İbrahim babası Azer’e demişti ki «Sen putları ilâhlar mı ittihaz ediyorsun! Ben şüphe yok seni ve kavmini apaçık bir dalâlet içinde görüyorum»

75. Ve İbrahim’e şöylece göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki, yakinen bilip inananlardan oluversin.

76. Vaktâ ki, üzerine yine gece bastı, bir yıldızı gördü, «Bu benim Rabbim,» dedi. Batınca da, «Ben öyle batanları sevmem,» deyiverdi.

77. Vaktâ ki, ay’ı doğar bir halde gördü. «Rabbim budur,» dedi. Sonra ay batınca da «Andolsun ki, eğer bana Rabbim hidâyet etmemiş olsaydı, elbette ben dalâlete düşenler gürûhundan olacaktım» dedi.

78. Vaktâ ki, güneşi doğmaya başlar gördü. Dedi ki «Budur Rabbim, bu daha büyük.» Nihâyet o da batınca dedi ki «Ey kavmim! Ben muhakkak sizin Allah Teâlâ’ya şerik koştuğunuz şeylerden berîyim.»

79. «Ben muhakkak bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaradana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.»

80. Ve O’na karşı kavmi hüccet getirmeğe kalkıştı. Dedi ki «Siz Hakk-ı İlâhi’de bana karşı ihticaca mı yelteniyorsunuz? O halbuki bana hidâyet nâsip buyurmuştur. Ve ben O’na şerik koştuğunuz şeylerden korkmam. Meğer ki, Rabbim birşey dilemiş olsun. Rabbim herşeyi ilmen ihata etmiştir. Artık siz hiç düşünmez misiniz?»

81. «Ve nasıl olur da sizin şerik koştuklarınızdan korkarım. Halbuki siz Allah Teâlâ’ya (haklarında sizin üzerinize hiç bir bürhan indirmemiş olduğu şeyleri) şerik koşuyorsunuz da, korkmuyorsunuz! Artık korkudan emin olmaya bu iki tâifeden hangisi daha haklıdır? Eğer siz bilir kimseler iseniz (söyleyin bakalım ).»

82. O kimseler ki, imân etmişler ve imânlarını bir zulme bulaştırmamışlardır. İşte korkudan emin olmak onlara aittir. Ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır.

83. Ve işte o, Bizim hüccetimizdir ki, onu kavmine karşı İbrahim’e vermiştik. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphe yok ki, Rabbin hakîmdir, alîmdir.

84. Ve ona İshak’ı ve Yakub’u ihsan ettik ve hepsini de hidâyete erdirdik. Daha evvel de Nûh’u ve O’nun neslinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyûb’u, Yusuf’u, Mûsa’yı ve Harun’u da hidâyete erdirmiştik. Ve işte Biz güzel hareket edenleri böyle mükâfaatlandırırız.

85. Ve Zekeriya’yı da, Yahya’yı da, İsa’yı da, İlyas’ı da (hidâyete erdirdik). Hepsi de sâlih zâtlardandı.

86. Ve İsmail’i, Elyesa’yı ve Yûnus ile Lût’u da (hidâyete nâil ettik) ve hepsini âlemlerin üzerine tercih eyledik.

87. Ve onların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden birçoklarını da (hidâyete erdirdik) ve onları seçtik ve kendilerini doğru bir yola kavuşturduk.

88. İşte bu, Allah Teâlâ’nın hidâyetidir, onunla kullarından dilediğine hidâyet eder. Ve eğer onlar şirk etmiş olsalardı, elbette yapmış oldukları amelleri kendilerinden sükut edip gitmiş olurdu.

89. İşte onlar o kimselerdir ki, kendilerine kitap, hüküm ve nübüvvet vermişizdir. Şimdi şu kavimler, eğer bu delilleri inkar ederlerse artık Biz ona münkir olmayan bir kavmi tevkil etmişizdir.

90. İşte onlar, Allah Teâlâ’nın hidâyet ettiği zâtlardır. Sen de onların bu tarik-i hidayetini takip et. De ki «Sizden bunun üzerine bir ücret istemem, o âlemler için bir mev’izeden başka değildir.»

91. Ve (Yahudiler) Allah Teâlâ’nın kadrini O’nun şan-ı ulûhiyetine layık olacak bir surette takdir edemediler. Çünkü, «Allah insanlara birşey indirmiş değildir,» dediler. De ki «Musa’nın bir nûr ve nâs için bir hüda olarak getirmiş olduğu kitabı kim indirmiştir? Siz onu parça parça kağıtlara yazıyor, meydana koyuyorsunuz ve birçoğunu da gizliyorsunuz ve sizin babalarınızın bilmediklerini öğretilmiş oluyorsunuz». Sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları batakta oynayıp dursunlar.

92. Ve işte bu da bir kitaptır ki, O’nu Biz indirmişizdir, mübarektir, kendisinden evvelki kitapları tasdik edicidir ve Ümmü’lKura’yı çevresinde bulunanları inzar etmek için indirmiştir. Ve ahirete imân edenler buna da imân ederler. Ve onlar namazlarını da muhafazada bulunurlar.

93. Ve daha zalim kim vardır o kimseden ki, yalan yere Allah Teâlâ’ya iftirada bulunmuş, veya kendisine bir şey vahyedilmediği halde, «Bana vahyolundu,» demiş ve «Ben de Allah’ın indirdiğinin mislini indireceğim,» diye iddiada bulunmuş olur. Görecek olsan o zaman ki, zalimler ölüm gamerâtı içinde kalacak, onlara melekler de ellerini uzatarak «Çıkarınız canlarınızı! Bugün zillet azabıyla cezalanacaksınız, Allah Teâlâ’ya karşı hak olmayanı söyler olduğunuzdan ve onun âyetlerinden böbürlenerek kaçtığınızdan dolayı,» diyeceklerdir.

94. Andolsun ki, siz Bizim huzurumuza ilk evvel yarattığımız gibi teker teker gelmişsinizdir. Ve size verip içine daldırdığımız şeyleri arkalarınızın gerisine bırakmışsınızdır. Ve sizinle beraber şefaatçilerinizi göremiyoruz ki, sizin hakkınızda onların ortaklar olduğunu zûm ediyordunuz. Muhakkak ki aranızda rabıtalar parçalanıp kopmuştur ve zûm eder olduğunuz şeyler sizden kaybolup gitmiştir.

95. Şüphe yok ki, daneleri de, çekirdekleri de yaran Allah Teâlâ’dır. Diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkaran O’dur. İşte Allah Teâlâ O’dur. Artık nasıl olur da (O’ndan) çevriliyorsunuz?

96. O Hâlik-i Zîşan sabahı yarıp çıkarandır. Ve geceyi bir rahat zamanı, güneş ile ay’ı da birer hesab vasıtası kılmıştır. İşte bunlar Azîz-i Alîmin (O Hâlik-ı Kadîm’in) takdiridir.

97. Ve O, o zât-ı akdesdir ki, yıldızları sizin için yaratmıştır. Tâ ki onlar ile karanın ve denizin karanlıklarında yollarınızı dosdoğru takib edesiniz. Biz muhakkak âyetleri bilir kişiler olan bir kavim için mufassalan beyan eyledik.

98. Ve O (o Hâlik-i Hakîm)dir ki sizleri bir tek nefisten yaratmıştır. Artık bir karar yeri, bir de emanet yeri vardır. Hakkâ ki, Biz âyetleri ince anlayışlılar olan bir kavim için uzun uzadıya açıkladık.

99. Ve o Hâlik-ı Kâdir’dir ki, gökten su indirmiştir. Sonra o su ile herşeyin nebatını çıkardık, sonra ondan da yeşil fidanlar çıkarıverdik. Fidanlardan biribiri üzerine binmiş başaklar çıkarıyoruz. Ve hurma ağacından, onun tomurcuğundan da yakın salkımlar çıkardık. Ve üzüm bahçeleri ve biribirine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar çıkardık. Bakınız! Herbirinin meyve verdiği vakit meyvesine ve kemale erişine. Şüphe yok ki, bunda imân eder olan bir kavim için birçok âyetler vardır.

100. Ve Allah Teâlâ için cinleri ortak kıldılar. Halbuki, onları da o yaratmıştır. Ve Cenâb-ı Hakk’a bilmeksizin oğullar ve kızlar uydurdular, onun Zât-ı Subhanîsi ise vasfettiklerinden münezzehtir, müteâlîdir.

101. O semâları ve yeri yoktan var edendir. O’nun için nasıl çocuk olabilir? Ve O’nun için bir refika da yoktur ve herşeyi O yaratmıştır ve O, her şeyi tamamiyle bilendir.

102. İşte Rabbiniz Allah Teâlâ’dır. O’ndan başka mabud yoktur. Her şeyi yaratan O’dur. Artık O’na ibadet ediniz. Ve o her şey üzerine vekildir.

103. Gözler O’nu (görüp) idrak edemez. O ise bütün gözleri idrak eder. Ve O latîftir, habîrdir.

104. «Muhakkak size Rabbiniz tarafından basiretler gelmiştir. Artık kim görürse kendi lehinedir, kim de görmezse kendi aleyhinedir. Ve ben sizin üzerinize bir muhafız değilim.»

105. Ve işte Biz âyetleri böyle türlü türlü beyan ederiz. Tâ ki onlar, «Sen ders almışsın,» desinler. Ve Biz onu bilir olan bir kavim için açıkça beyan edelim.

106. Sen, Rabbin cânibinden sana vahyolunana tâbi ol, O’ndan başka ilâh yoktur. Ve müşriklerden yüz çevir.

107. Ve eğer Allah Teâlâ dilese idi onlar şirke düşmezlerdi. Ve seni onların üzerine bir muhafız kılmadık, ve sen onların üzerine bir vekil değilsin.

108. Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyiniz. Sonra onlar da bilmeksizin Allah Teâlâ’ya düşmanlıkla söverler. Öylece her ümmete amellerini tezyin etmişizdir. Sonra dönüşleri Rablerinedir. Artık onlara ne yapar olduklarını haber verecektir.

109. Ve Allah Teâlâ’ya olanca yeminleriyle kasem ettiler ki, eğer onlara bir âyet gelirse elbette O’na imân edecekler. De ki «Âyetler ancak Allah’ın indindedir.» Size ne bildirecektir ki, o âyet geldiği vakit de yine imân etmeyeceklerdir.

110. Ve Biz onların kalplerini ve gözlerini O’na evvelce de imân etmedikleri gibi tersine döndürürüz. Ve onları o tuğyanları içinde körükörüne yuvarlanır gider bir halde bırakırız.

111. Eğer Biz hakikaten onlara melekleri indirsek ve onlar ile ölüler konuşacak olsalar ve onların üzerine her şey de bölük bölük haşretsek yine imân edecek değillerdir. Meğer ki Allah Teâlâ dileyecek olsun. Fakat onların çokları bilmezler.

112. Ve böyle her peygamber için insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Onların bazısı bazısına, aldatmak için sözün yaldızlısını telkin eder. Ve eğer Rabbin dilemiş olsaydı onu yapmazlardı, artık onları ve iftira eder oldukları şeyleri bırak.

113. Ve o (yaldızlı) sözlerle ahirete inanmayanların gönülleri ona meyletsin ve ondan hoşlansınlar ve onlar irtikab eder olduklarını irtikab etsinler diye telkin eyler.

114. Allah Teâlâ’dan başka hakem ister miyim ki o, size kitabı mufassalan indirmiş olan zâttır. Ve kendilerine kitap verdiklerimiz bilirler ki, o şüphesiz Rabbin tarafından hak olarak indirilmiştir. Artık sakın şüpheye düşmüş olanlardan olma.

115. Rabbinin kelimesi, doğruluk ve adaletce tamamlanmıştır. Onun kelimelerini tebdîl edecek yoktur. O semîdir, alîmdir.

116. Ve eğer yerde bulunanların çoğuna itaat eder isen seni Allah Teâlâ’nın yolundan saptırırlar. Onlar sırf zandan başka birşeye tâbi olmazlar ve onlar yalan yanlış söyler dururlar.

117. Şüphe yok ki Rabbindir, yoldan sapıvermiş kimseleri en ziyâde bilen ve doğru yola gidenleri de en ziyâde bilen O’dur.

118. İmdi eğer siz O’nun âyetlerine inanan kimseler iseniz üzerine Allah Teâlâ’nın ismi anılmış olanlardan yiyin.

119. Size ne var ki, üzerine Allah Teâlâ’nın ismi zikredilmiş olanı yemeyesiniz. Ve muhakkak size haram olan şeyler mufassalan bildirilmiştir. Ancak kendisine muzdar kaldığınız şey müstesna. Ve şüphe yok ki birçokları bilmeksizin kendi hevâlarıyla (halkı) dalâlete düşürürler. Senin Rabbin ise muhakkak ki, mütecavizleri en ziyâde bilendir.

120. Günahın âşikâr olanını da, gizlicesini de bırakınız. Şüphesiz o kimseler ki günahı kazanırlar, elbette irtikab ettikleri şeyden dolayı cezalanacaklardır.

121. Üzerine Allah Teâlâ’nın ismi zikredilmemiş olanlardan yemeyiniz. Ve şüphe yok ki, o bir fısktır ve muhakkak ki, şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına ilkaatta bulunurlar. Ve eğer onlara itaat ederseniz şüphe yok ki, siz de müşriklersinizdir.

122. Ya bir adem ki ölü iken diriltmişiz ve ona bir nûr vermişiz, onunla insanlar arasında yürüyor. O, meselâ zulmetler içinde kalmış, ondan asla çıkamaz bir halde bulunmuş olan bir kimse gibi midir? Fakat kâfirlere, yaptıkları, böyle süslü gösterilmiştir.

123. Ve böylece her bir beldede günahkârlarını büyükler kıldık ki, orada hilede bulunsunlar. Halbuki, onlar hilekarlık yapmazlar, ancak kendilerine yapmış olurlar da farkına varamazlar.

124. Ve onlara bir âyet geldiği zaman derler ki, «Allah’ın peygamberlerine verilmiş olanın misli bizlere verilinceye kadar biz imân etmeyiz.» Allah Teâlâ peygamberliği nereye tevcih edeceğini ziyâdesiyle bilendir. Elbette günahkâr olanlara yapar oldukları mekr ve hileden dolayı Hak Teâlâ’nın indinde bir mezellet ve şiddetli bir azap isabet edecektir.

125. İmdi Allah Teâlâ her kime hidâyet etmek isterse onun göğsünü İslâm için genişletir. Ve her kimi dalâlete düşürmek dilerse onun göğsünü daraltır, sıkışmış bir hale getirir, sanki zorla göğe yükselecek imiş gibi (bulunur). İşte Allah Teâlâ imân etmeyenlerin üzerine böylece pisliği (havale) kılar.

126. Ve bu Rabbinin dosdoğru olan yoludur. Muhakkak ki, Biz âyetleri düşünür bir kavim için mufassalan beyan etmişizdir.

127. Onlar için Rablerinin indinde selâmet yurdu vardır. Ve onların yaptıkları amelleri sebebiyle, velîsidir.

128. Ve o gün ki, (Allah Teâlâ) onların hepsini haşredecektir. «Ey cin tâifesi! İnsanlardan birçok kimseler edindiniz (diye buyuracak).» Onların insanlardan dostları olanlar da «Rabbimiz! Bizim bazımız bazımızdan faidelendik ve bizim için tayin ettiğin ecelimize erdik,» diyecekler. Cenâb-ı Hak da buyuracak ki «Ateş sizin karargâhınızdır, orada ebedîyen kalacaksınız, ancak Allah Teâlâ’nın dilediği müstesna.» Şüphe yok ki, senin Rabbin hakîmdir, alîmdir.

129. Ve işte böylece zalimlerin bazısını bazısına irtikab ettikleri şeyler sebebiyle musallat ederiz.

130. «Ey cin ve ins cemaati! İçinizden size benim âyetlerimi tebliğ eder ve sizi bu güne kavuşmanızla korkutur peygamberler gelmedi mi?» Diyeceklerdir ki «Biz kendi aleyhimize şehâdet ederiz.» Ve onları dünya hayatı aldattı ve kendi aleyhlerine şehâdette bulundular ki, onlar muhakkak kâfir kimseler olmuşlardı.

131. İşte bu, Rabbin, ülkelerin ahalisini gâfil bir halde bulunurlarken zulümleri sebebiyle helâk edici olmadığından dolayıdır.

132. Ve herkes için yaptıkları şeylerden dolayı dereceler vardır. Ve senin Rabbin onların ne yapar olduklarından gâfil değildir.

133. Ve senin Rabbin ganîdir, rahmet sahibidir. Eğer dilerse sizi giderir ve sizin arkanızdan dilediğini, yerinize getirir. Nasıl ki, sizi başka bir kavmin zürriyetinden vücuda getirmiştir.

134. Şüphe yok ki, vaad olunduğunuz şey elbette gelecektir. Ve siz onu bertaraf edebilecek değilsinizdir.

135. De ki «Ey kavmim! Son derece iktidarınız ile yapacağınızı yapınız, şüphe yok ki, ben de (memur olduğum vazifeyi) yapmaktayım. Artık şüphesiz yakında bileceksinizdir ki, dar-ı ahiretin güzel akibeti (kime) nâsip olacaktır! Şu muhakkak ki, zalimler felâha eremiyeceklerdir.»

136. Ve (o müşrikler) Allah için O’nun yarattığından, ekinden ve hayvanlardan bir pay ayırdılar, sonra zûmlarınca, «Bu Allah içindir, bu da ortaklarımız (putlarımız) içindir,» dediler. Artık ortakları için olan Allah’a ulaşmaz, Allah için olan ise o ortaklarına ulaşır. Hükmeder oldukları şey ne fena!

137. Ve bunun gibi müşriklerden birçoklarına çocuklarını öldürmeyi, onların ortakları tezyin etmişler. Tâ ki onları helâk etsinler, ve dinlerini de kendilerine karıştırsınlar. Ve eğer Allah Teâlâ dileseydi onu yapmazlardı. Artık onları da, iftira eder oldukları şeyi de bırak.

138. Ve zûmlarınca dediler ki «Bu hayvanlar ve ekin haramdır. Onları dilediğimiz kimselerden başkası yiyemez.» Ve bir kısım hayvanların da sırtları haram kılınmıştır. Ve bir kısım hayvanlar da vardır ki, onların üzerine (boğazlanırken) Allah Teâlâ’nın ismini zikretmezler. Bunları hep Allah Teâlâ’ya iftira ederek yaparlar. Elbette (Allah Teâlâ) bunları iftira ettikleri şey yüzünden yakında cezalandıracaktır.

139. Ve dediler ki «Şu hayvanların karınlarındaki, sadece erkeklerimize mahsustur. Ve kadınlarımıza haram kılınmıştır». Ve eğer ölmüş olursa onlar onda ortaklardır. Allah Teâlâ onlara bu vasıflarının cezasını yakında verecektir. Şüphe yok ki O, hakîmdir, alîmdir.

140. Çocuklarını sefihlikten ve bilgisizlikten dolayı öldürenler ve Allah Teâlâ’nın merzûk ettiği şeyleri Cenâb-ı Hakk’a iftira ederek haram sayanlar, şüphe yok ki hüsrâna uğramışlardır. Muhakkak ki onlar sapıtmışlar, doğru yolu bulamamışlardır.

141. Ve O, o zâttır ki, yeryüzüne döşenmiş ve döşenmemiş bostanları ve yenilmesi muhtelif hurmaları ve ekinleri ve birbirine benzer ve benzemez bir halde zeytin ve nar ağaçlarını yaratmıştır. Onlardan herbirinin meyvelendiği zaman meyvesinden yiyiniz, biçildiği gün de hakkını veriniz ve israfta bulunmayınız, şüphe yok ki, Allah Teâlâ müsrifleri sevmez.

142. Ve hayvanlardan yük taşıyanları ve serilecek olanları (da O yaratmıştır). Allah Teâlâ’nın size rızk kıldığı şeylerden yiyin ve şeytanın izlerine uymayın. Şüphe yok ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.

143. (Allah Teâlâ) Sekiz çift (yarattı). Koyundan iki, keçiden de iki. De ki «İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Veya iki dişinin rahîmlerinin muhtevi olduklarını mı? Eğer siz doğru sözlü bulunmakta iseniz bana bir bilgi ile haber veriniz.»

144. Deveden de iki çift sığırdan da iki çift (yarattı). De ki «İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahîmlerinin muhtevi olduklarını mı? Yoksa siz Allah Teâlâ bununla size tavsiyede bulunduğu zaman hazırlar mı idiniz?» Artık nâsı bilmeksizin saptırmak için Allah Teâlâ’ya karşı yalan yere iftirada bulunan kimseden daha zalim kim vardır? Şüphe yok ki Allah Teâlâ zalimler gürûhunu hidâyete erdirmez.

145. De ki «Bana vahyedilmiş olan da yiyecek bir kimseye yiyeceği haram kılınmış bir taam bulamıyorum. Meğer ki ölü veya akar kan veya domuz eti ki bu şüphesiz bir murdar şeydir veyahut bir fısk ki, üzerine Allah’tan başkasının ismi zikredilerek kesilmiş bulunur, maahaza her kim muzdar kalırsa tecavüz etmeksizin ve haddi aşmaksızın (bunlardan yiyebilir).» Çünkü senin Rabbin şüphe yok ki gafûrdur, rahîmdir.

146. Ve Yahudiler üzerine her tırnaklı olanı haram kıldık ve onlara sığırdan ve koyundan (çıkarılan) iç yağlarını da haram kıldık. Ancak bunların sırtlarına veya bağırsaklarına yapışkan olan veya bir kemikle karışan yağlar müstesna. Bunu onlara haddi tecavüz ettiklerı için bir ceza olarak yaptık. Ve şüphe yok ki Biz elbette sâdıklarız.

147. İmdi seni tekzîp ederlerse de ki «Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Fakat onun ikâbı da günahkâr olan bir gürûhtan reddedilemez.»

148. Müşrik olanlar elbette diyeceklerdir ki «Eğer Allah dilemiş olsa idi biz de şirke düşmezdik, babalarımız da. Ve ne de bir şeyi haram kılardık.» Onlardan evvelkiler de böyle tekzîpte bulunmuştu, nihâyet azabımızı tattılar. De ki «Sizin yanınızda ilimden birşey var mı? Onu bize çıkarsanıza. Siz zandan başka bir şeye tâbi olmuyorsunuz ve siz ancak yalan yanlış tahminlerde bulunanlardan başka değilsiniz.»

149. De ki «Hüccet-i bâliğa, Allah Teâlâ’ya mahsustur. Eğer o dileseydi elbette hepinizi hidâyete erdirirdi.»

150. De ki «Haydi, ’Allah Teâlâ bunları muhakkak haram kıldı’ diye şehâdet edecek olan şahitlerinizi getiriniz.» Şayet onlar şehâdet ederlerse sen onlar ile beraber şehâdette bulunma ve âyetlerimizi tekzîp edenlerin ve ahirete inanmayanların hevâlarına tâbi olma. Ve onlar, başkalarını Rablerine denk tutarlar.

151. De ki «Geliniz, Rabbinizin, üzerinize neleri haram kılmış olduğunu okuyayım O’na hiçbir şeyi şerik koşmayınız, ve ana ile babaya iyilik ediniz. Ve çocuklarınızı yoksulluktan dolayı öldürmeyiniz. Sizi de onları da Biz merzûk kılarız. Ve fuhşiyata, onlardan alenî olana da, gizlice olana da yaklaşmayınız, ve Allah Teâlâ’nın haram kıldığı herhangi kimseyi de öldürmeyiniz, bihakkın olan müstesna. İşte bunlar ile size tavsiyede bulunmuştur. Tâ ki âkilâne düşünesiniz.»

152. Ve yetimin malına (rüştüne kadar) yaklaşmayınız, meğer ki, en güzel bir suretle ola. Ve ölçeği ve tartıyı adâlet üzere ifâ ediniz. Biz bir kimseyi halinin fevkinde birşey ile mükellef kılmayız ve söz söyleyeceğiniz zaman adâlette bulununuz, velev ki, karabet sahibi olsun. Ve Allah Teâlâ’nın ahdini yerine getiriniz. İşte size bunlar ile tavsiyede bulunmuştur. Umulur ki, düşünürsünüz, (nasihatyab olursunuz).

153. Ve şüphesiz ki, bu Benim müstakim yolumdur. Artık ona tâbi olunuz, başka yolları takib etmeyiniz. Sonra bunlar sizi Cenâb-ı Hakk’ın yolundan ayırır. İşte size bununla tavsiyede bulundu. Gerektir ki, siz sakınasınız.

154. Sonra Biz Mûsa’ya, ahkâmına güzelce riâyet edene, kitabı tamam bir veçh üzere ve herşeyi mufassalan bildirmek ve bir hidâyet ve rahmet olmak için verdik. Tâ ki Rablerinin huzuruna varacaklarına imân etsinler.

155. Ve bu bir kitaptır ki, bunu Biz indirdik, mübarektir. Artık O’na tâbi olunuz. Ve ittikada bulununuz, tâ ki rahmete eresiniz.

156. Demeyesiniz ki, «Kitap ancak bizden evvel iki tâifeye indirilmiştir ve biz onların kıraatinden şüphesiz ki gâfiller idik.»

157. Yahut demeyesiniz ki, «Eğer bize kitap indirilmiş olsa idi, elbette biz onlardan daha ziyâde hidâyete ermiş olurduk». İşte size Rabbinizden beyyine de geldi, hidâyet ve rahmet de. Artık Allah Teâlâ’nın âyetlerini tekzîp edenden ve ondan (yüz) çevirenden daha zalim kimdir? Biz âyetlerimizden iraz edenleri elbette böyle irazları sebebiyle azabın en kötüsü ile cezalandıracağızdır.

158. Onlar başka değil, kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbin gelmesini veya Rabbin bazı âyetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbin bazı âyetlerinin geleceği gün evvelce imân etmemiş veya imânında bir hayır kazanmamış olan şahsa imân faide bahş olmaz. De ki «Bekleyiniz, ve biz de şüphe yok ki bekleyicileriz.»

159. Şüphesiz o kimseler ki, dinlerini tefrikaya düşürdüler ve muhtelif fırkalara ayrıldılar. Sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işleri ancak Allah’a aitir. Sonra onlara ne yapar olduklarını haber verecektir.

160. Her kim bir iyilik ile gelirse kendisi için onun on misli vardır. Ve her kim bir kötülük ile gelirse o ancak onun misli ile cezalandırılır. Ve onlar zulme uğramazlar.

161. De ki, «Şüphe yok ki Rabbim beni müstakim bir yola, dosdoğru bir dine, İbrahim’in Hanîf olan milliyetine hidâyet buyurdu. Ve o, müşriklerden olmuş değildi.»

162. De ki «Benim namazım, ibadetlerim ve diriliğim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ içindir.»

163. «O’nun bir ortağı yoktur. Ve ben bununla memur oldum ve ben müslümanların ilkiyim.»

164. De ki «Ben Allah Teâlâ’dan başka bir Rab mı ararım ki, O herşeyin Rabbidir. Ve herkesin kazanacağı (günah) ancak kendi aleyhinedir. Ve hiçbir günahkâr nefis, başkasının günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O zaman o Rabbiniz kendisinde ihtilâfa düşmüş olduğunuz şeyleri size haber verecektir.»

165. «Ve O, (o Hâlik-ı Zîşan)dır ki, sizi yeryüzünde halife kıldı. Ve bazınızı bazınızın üzerine derecelerce yükseltti, tâ ki sizi size verdiği şeylerde imtihana tâbi tutsun. Şüphe yok ki, senin Rabbin Seriu’l-İkâb’tır. Ve muhakkak ki, O gafûrdur, rahîmdir.»