Abdullah Parlıyan | |
---|---|
ص ۚ وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ Sad vel kur’ani ziz zikr |
|
بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ Belillezıne keferu fı ızzetiv ve şikkak |
|
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ Kem ehlekna min kablihim min karnin fe nadev ve late hıyne mens |
|
وَعَجِبُوا أَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ ۖ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ Ve cabu en caehüm münzirun minhüm ve kalel kafirune haza sahırun kezzab |
|
أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَٰهًا وَاحِدًا ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ E cealel alihete ilahev vahıda inne haza le şey’üy ucab |
|
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَىٰ آلِهَتِكُمْ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ Ventalekal melaü minhüm enimşu vasbiru ala alihetiküm inne haza le şey’üy yürad |
|
7. "Biz bunu diğer dinlerin hiç birinde duymadık, bu uydurmadan başkası değildir. |
مَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَٰذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ Ma semı’na bihaza fil milletil ahırah in haza illahtilak |
أَأُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَا ۚ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِنْ ذِكْرِي ۖ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ E ünzile aliyhiz zikru mim beynina bel hüm fı şekkim min zikrı bel lemma yezuku azab |
|
أَمْ عِنْدَهُمْ خَزَائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ Em ındehüm hazinü rahmeti rabbikel azızil vehhab |
|
أَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْأَسْبَابِ Em lehüm mülküs semavati vel erdı ve ma beynehüma feyerteku fil esbab |
|
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْأَحْزَابِ Cündüm ma hünalike menzumüm minel ahzab |
|
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْأَوْتَادِ Kezzebet kablehüm kavmü nuhıv ve adüv ve fir’avnü zül evtad |
|
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ ۚ أُولَٰئِكَ الْأَحْزَابُ Ve semudü ve kavmü lutıv ve ashabül eykeh ülaikel ahzab |
|
14. Onların hepsi de peygamberleri yalanladılar, böylece cezam hak oldu. |
إِنْ كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ İn küllün illa kezzeber rusüle fe hakka ıkab |
15. Ve o inkârcıları tek bir bela çığlığı beklemektedir, o bir an bile gecikmeyecektir. |
وَمَا يَنْظُرُ هَٰؤُلَاءِ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ Ve ma yenzuru haülai illa sayhatev vahıdetem ma leha min fevak |
16. "Ey Rabbimiz!" derler. "Hesap gününden önce, payımıza düşen cezayı bize hemen ver! |
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ Ve kalu rabbena accil lena kıttana kable yevmil hısab |
اصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا الْأَيْدِ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ Isbir ala ma yekulune veskür abdena davude zel eyd innehu evvab |
|
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ İnna sehharnel cibale meahu yüsebbıhne bil aşiyyi vel işrak |
|
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً ۖ كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ Vettayra mahşurah küllül lehu evvab |
|
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَآتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ Ve şededna mülehu ve ateynahül hıkmete ve faslel hıtab |
|
وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ Ve hel etake nebeül hasm iz tesevverul mıhrab |
|
إِذْ دَخَلُوا عَلَىٰ دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَىٰ سَوَاءِ الصِّرَاطِ İz dehalu ala davude fe fezia minhüm kalu la tehaf hasmani beğa ba’duna ala ba’dın fahküm beynena bil hakkı ve la tüştıt vehdina ila sevais sırat |
|
إِنَّ هَٰذَا أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِي فِي الْخِطَابِ İnne haza ehıy lehu tis’uv ve tis’une na’cetev ve liye na’cetüv vahıdetün fe kale ekfilnıha ve azzenı fil hıtab |
|
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَىٰ نِعَاجِهِ ۖ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ الْخُلَطَاءِ لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَا هُمْ ۗ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ ۩ Kale le kad zalemeke bi süali na’cetike ila niacih ve inne kesıram minel huletai le yebğıy ba’duhüm ala ba’dın ilellezıne amenu ve amilüs salihati ve kalılüm ma hüm ve zanne davudü ennema fetennahü festağfera rabbehü ve harra rakiav ve enab |
|
فَغَفَرْنَا لَهُ ذَٰلِكَ ۖ وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَآبٍ Fe ğaferna lehu zalik ve inne lehu ındena le zülfa ve husne meab |
|
يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَىٰ فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ Ya davudü inna cealnake hhalıfeten fil erdı fahküm beynen nasi bil hakkı ve la tettebiıl heva fe yüdılleke an sebılillah innellezıne yedıllune an sebılillahi lehüm azabün şedıdüm bima nesu yevmel hısab (24. Ayet secde ayetidir.) |
|
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ۚ ذَٰلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ Ve ma halaknes semae vel erda ve ma beynehüma batıla zalike zannüllezıne keferu fe veylül lillezine keferu minen nar |
|
أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ Em nec’alüllezıne amenu ve amilus salihati kel müfsidıne fil erdı em nec’alül müttekıyne kel füccar |
|
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ Kitabün enzelnahü ileyke mübarakül li yeddebberu ayatihı ve li yetezekkera ülül elbab |
|
وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ Ve vehebna li davude süleyman nı’mel abdinnehu evvab |
|
إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ İz urida aleyhi bil aşiyyis safinatül ciyad |
|
فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبِّي حَتَّىٰ تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ Fe kale innı ahbebtü hubbel hayri an zikri rabbı hatta tevarat bil hıcab |
|
33. "Onları bana getirin!" diye emretti ve bacaklarıyla boyunlarını sıvazlamaya başladı. |
رُدُّوهَا عَلَيَّ ۖ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ Rudduha aleyy fe tafika mesham bis sukı vel a’nak |
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَىٰ كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ Ve le kad fetenna süleymane ve elkayna ala kürsiyyihı ceseden sümme enab |
|
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي ۖ إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ Kale rabbığfir lı veheb li mülkel la yembeğıy li ehadim mim ba’di inneke entel vehhab |
|
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ Fe sehharna lehür rıha tecrı bi emrihı ruhaen haysü esab |
|
وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاءٍ وَغَوَّاصٍ Veş şeyatıyne küllü bennaiv ve ğavvas |
|
38. ve kötülük yapmamaları için zincirlerle birbirine bağlanmış başkalarını da O’na boyun eğdirdik. |
وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ Ve aharıne mükarranıne fil asfad |
هَٰذَا عَطَاؤُنَا فَامْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ Haza ataüna femnün ev emsik bi ğayri hısab |
|
40. Ve şüphe yok ki, O’nun yanımızda bir yakınlık derecesi ve dönüp geleceği güzel bir makamı vardı. |
وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَآبٍ Ve inne lehu ındena le zülfa ve husne meab |
41. "Gerçekten de şeytan beni yordu ve bana dert ve işkence çektirdi." |
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ Vezkür abdena eyyub iz nada rabbehu ennı messeniyeş şeytanü bi nusbiv ve azab |
42. Bunun üzerine kendisine "Ayağını yere vur, işte serin bir yıkanacak ve içecek su!" dedik. |
ارْكُضْ بِرِجْلِكَ ۖ هَٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ Ürkud bi riclik haza muğteselüm baridüv ve şerab |
وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ Ve vehebna lehu ehlehu ve mislehüm meahüm rahmetem minna ve zikra li ülil elbab |
|
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهِ وَلَا تَحْنَثْ ۗ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ Ve huz biyedike dığsen fadrib bihu ve la tahnes inna vecednahü sabira nı’ mel abd innehu evvab |
|
وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ أُولِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ Vezkür ıbadena ibrahıme ve ishaka ve ya’kube ülil eydı ve ebsar |
|
46. Onları ahireti sürekli hatırlama özelliğiyle samimi, halis kullar yaptık. |
إِنَّا أَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِ İnna ahlasnahüm bi halisatin zikrad dar |
وَإِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ Ve innehüm ındena le minel müstefeynel ahyar |
|
48. İsmail’i, Elyesa’yı ve Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendi. |
وَاذْكُرْ إِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ ۖ وَكُلٌّ مِنَ الْأَخْيَارِ Vezkür ismaıyle vel yesea ve zel kifl ve küllüm minel ahyar |
هَٰذَا ذِكْرٌ ۚ وَإِنَّ لِلْمُتَّقِينَ لَحُسْنَ مَآبٍ Haza zikr ve inne lil müttekıyne le husne meab |
|
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْأَبْوَابُ Cennati adnim müfettehatel lehümül ebvab |
|
51. orada uzanıp, yaslanırlar ve her türlü meyveyi ve içeceği serbestçe isteyebilirler. |
مُتَّكِئِينَ فِيهَا يَدْعُونَ فِيهَا بِفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ وَشَرَابٍ Müttekiıne fıha yed’une fıha bi fakihetin kesırativ ve şerab |
52. Yanlarında gözlerini kocalarından başkasına dikmeyen, kendileriyle yaşıt eşler de vardır. |
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ أَتْرَابٌ Ve ındehüm kasıratüt türfi etrab |
هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ Haza ma tuadune li yevmil hısab |
|
54. Hiç şüphesiz bu bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok. |
إِنَّ هَٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍ İnne haza le rizkuna ma lehu min nefad |
هَٰذَا ۚ وَإِنَّ لِلطَّاغِينَ لَشَرَّ مَآبٍ Haza ve inne lit tağıyne le şerra meab |
|
56. Orası cehennemdir, oraya giderler, orası ne kötü bir yataktır. |
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمِهَادُ Cehennem yaslevneha fe bi’sel mihad |
57. İşte bu, böyleleri içindir. Öyleyse bırak tatsınlar o kaynar suyu ve pis kokulu irini. |
هَٰذَا فَلْيَذُوقُوهُ حَمِيمٌ وَغَسَّاقٌ Haza fel yezukuhu hamımüv ve ğassak |
وَآخَرُ مِنْ شَكْلِهِ أَزْوَاجٌ Ve aharu min şeklihı ezvac |
|
هَٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْ ۖ لَا مَرْحَبًا بِهِمْ ۚ إِنَّهُمْ صَالُو النَّارِ Haza fevcüm muktehımüm meaküm la merhabem bihim innehüm salün nar |
|
قَالُوا بَلْ أَنْتُمْ لَا مَرْحَبًا بِكُمْ ۖ أَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَا ۖ فَبِئْسَ الْقَرَارُ Kalu bel entüm la merhabem biküm entüm kaddemtümuhü lena fe bi’sel karar |
|
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هَٰذَا فَزِدْهُ عَذَابًا ضِعْفًا فِي النَّارِ Kalu rabbena men kaddeme lena haza fezidhü azaben dı’fen fin nar |
|
62. "Kendilerini dünyada iken kötü saydığımız kimseleri, burada niçin görmüyoruz? |
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرَىٰ رِجَالًا كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْأَشْرَارِ Ve kalu ma lena la nera ricalen künna neuddühüm minel eşrar |
63. Kendileriyle alay ettiğimiz kişiler yoksa onlar burada da, biz mi göremiyoruz?" |
أَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِيًّا أَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْأَبْصَارُ Ettehaznahüm sıhriyyen em zağat anhümül ebsar |
64. Cehennemliklerin karşılıklı çekişmeleri mutlaka gerçektir. |
إِنَّ ذَٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ أَهْلِ النَّارِ İnne zalike le hakkun tehasumü ehlin nar |
قُلْ إِنَّمَا أَنَا مُنْذِرٌ ۖ وَمَا مِنْ إِلَٰهٍ إِلَّا اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ Kul innema ene münziruv ve ma min ilahin illellahül vahıdül kahhar |
|
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehümel azızül ğaffar |
|
قُلْ هُوَ نَبَأٌ عَظِيمٌ Kul hüve nebün azıym |
|
أَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ Entüm anhü mu’ridun |
|
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ إِذْ يَخْتَصِمُونَ Ma kane liye min ılmin bil meleil a’la iz yahtesımun |
|
70. Ben gelecek tehlikeleri apaçık uyarıcı olduğum içindir ki, bana vahy olunuyor. |
إِنْ يُوحَىٰ إِلَيَّ إِلَّا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ İy yuha ileyye illa ennema ene nezırum mübın |
إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ طِينٍ İz kale rabbüke lil melaiketi innı halikum beşeram min tıyn |
|
72. Ona en uygun biçimi verip, kendi ruhumdan üfürdüğüm zaman, onun önünde yere kapanın!" |
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ Fe iza sevveytühu ve nefahtü fıhi mir ruhıy fekau lehu sacidın |
فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ Fe secedel melaiketü küllühüm ecmeun |
|
74. Yalnız İblis kapanmadı, ululanıp böbürlendi de böylece gerçekleri örtbas edenlerden oldu. |
إِلَّا إِبْلِيسَ اسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ İlla iblıs istekbera ve kane minel kafirın |
قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ ۖ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَالِينَ Kale ya iblısü ma meneake en tescüde li ma halaktü bi yedeyy estekberte em künte minel alın |
|
76. "Ben ondan daha üstünüm" diye cevap verdi. "Beni ateşten onu ise, balçıktan yarattın." |
قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ ۖ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ Kale ene hayrum minh halaktenı min nariv ve halaktehu min tıyn |
77. "Öyleyse" dedi. "Çık o cennetten, çünkü sen gözden düşmüş, kovulmuş birisin. |
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ Kale fahruc minha fe inneke racım |
78. Ve sen hesap gününe kadar, Rahmetimden uzaklaştırıldın!" |
وَإِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَتِي إِلَىٰ يَوْمِ الدِّينِ Ve inne aleyke la’netı ila yevmid dın |
79. "Ey Rabbim!" dedi. "O halde herkesin dirileceği güne kadar, bana mühlet ver." |
قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Kale rabbi fe enzırni ila yevmi yüb’asun |
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ Kale fe inneke minel münzarın |
|
إِلَىٰ يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ İla yevmil vaktil ma’mum |
|
82. "Senin kudretine andolsun ki, onların tümünü azdıracağım!" dedi. |
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ Kale fe bi ızzetike le uğviyennehüm ecmeıyn |
83. "Senin iyiniyetli, samimi, gösterişten uzak kulların dışında tümünü." |
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadeke minhümül muhlesıyn |
84. Allah o zaman gerçek şudur buyurdu ve ben bu gerçeği söylüyorum |
قَالَ فَالْحَقُّ وَالْحَقَّ أَقُولُ Kale fel hakku vel hakka ekul |
85. Andolsun cehennemi seninle ve sana uyanların hepsiyle dolduracağım!" |
لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ أَجْمَعِينَ Le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake minhüm ecmeıyn |
قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ Kul ma es’elüküm aleyhi min ecriv ve ma enen minel mütekellifın |
|
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ İn hüve illa zikrul lil alemın |
|
88. Ve Kur’ân’ın verdiği haberlerin doğruluğunu, bir süre sonra bilip anlayacaksınız. |
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ Ve le ta’lemünne nebeehu ba’de hıyn |