Celal Yıldırım | |
---|---|
1. Mü’minler gerçekten, korktuklarından kurtulup umduklarına kavuşmuşlardır. |
قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ Kad eflehal mü’minun |
2. Onlar ki, namazlarında saygı dolu bir korkuyla eğilirler. |
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ Ellezıne hüm fı salatihim haşiun |
وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ Vellezıne hüm anil lağvi mu’ridun |
|
4. Onlar ki zekâtı verip (emredildiği şekilde) yerine getirirler. |
وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ Vellezıne hüm liz zekati faılun |
5. Onlar ki, namus ve iffetlerini (arzu duymaları müstesna;) bu yüzden kınanmazlar. |
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ Vellezıne hüm li fürucihim hafizun |
إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ İlla ala ezvacihim ev ma meleket eymanühüm fe innehüm ğayru melumın |
|
7. Artık kimler bu (meşru) sınırı geçerse, işte onlar haddi aşanlardır. |
فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ Fe menibteğa verae zalike fe ülaike hümül adun |
8. Onlar ki emânetlerini ve verdikleri sözü gözetir (yerine getirirler. |
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ Vellezıne hüm li emanatihim ve ahdihim raun |
9. Onlar ki, namazlarını (vaktinde kılıp) koruyarak gözetirler. |
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ Vellezıne hüm ala salevatihim yühafizun |
أُولَٰئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ Ülaike hümül varisun |
|
11. Firdevs Cenneti’ne vâris olurlar ve orada devamlı kalırlar. |
الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ Ellezıne yerisunel firdevs hüm fıha halidun |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tıyn |
|
13. Sonra onu sağlamca, durup dinlenecek bir yerde nutfe haline getirdik. |
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ Sümme cealnahü nutfeten fı kararim mekın |
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ Sümme halaknen nutfete alekaten fe halaknel alekate mudğaten fe halaknel mudğate ızamen fe kesevnel ızame lahmen sümme enşe’nahü halkan ahar fe tebarakellahü ahsenül halikıyn |
|
ثُمَّ إِنَّكُمْ بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ Sümme inneküm ba’de zalike le meyyitun |
|
16. Sonra da şüphesiz ki siz Kıyamet günü dirilip kaldırılacaksınız. |
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ Sümme inneküm yevmel kıyameti tüb’asun |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ Ve le kad halakna fevkaküm seb’a taraika ve ma künna anil halkı ğafilın |
|
وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ Ve enzelna mines semai maem bi kaderin fe eskennahü fil erdı ve inna ala zehabim bihı le kadirun |
|
فَأَنْشَأْنَا لَكُمْ بِهِ جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ لَكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ Fe enşe’na leküm bihı cennatim min nehıyliv ve a’nab leküm fıha fevakihü kesıratüv ve minha te’külun |
|
20. Ve (daha çok) Tûr-i Sina’da çıkan, yiyenlere yağ ve katık bitirip veren bir ağaç da yeşerttik. |
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْآكِلِينَ Ve şeceraten tahrucü min turi seynae tembütü bid dühni ve sıbğil lil akilın |
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً ۖ نُسْقِيكُمْ مِمَّا فِي بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ Ve inne leküm fil en’ami le ıbrah nüskıyküm mimma fı bütuniha ve leküm fıha menafiu kesıratüv ve minha te’külun |
|
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ Ve aleyha ve alel fülki tuhmelun |
|
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ Ve le kad erselna nuhan ila kavmihı fe kale ya kavmı’büdüllahe mal leküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun |
|
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُرِيدُ أَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَنْزَلَ مَلَائِكَةً مَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ Fe kalel meleüllezıne keferu min kavmihı ma haza illa beşerum mislüküm yürıdü ey yetefeddale aleyküm ve lev şaellahü le enzele melaikeh ma semı’na bi haza fı abainel evvelın |
|
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهِ حَتَّىٰ حِينٍ İn hüve illa racülüm bihı cinnetün fe terabbesu bihı hatta hıyn |
|
26. Nûh, «ey Rabbim ! Beni yalanlamalarına karşılık sen bana yardım et» dedi. |
قَالَ رَبِّ انْصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ Kale rabbinsurnı bima kezzebun |
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۖ إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ Fe evhayna ileyhi enisnaıl fülke bi a’yünina ve vahyina fe iza cae emruna ve farat tennuru feslük fıha min küllin zevceynisneyni ve ehleke illa men sebeka aleyhil kavlü minhüm ve la tühatıbnı fillezıne zalemu innehüm muğrakun |
|
فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ Fe izesteveyte ente ve mem meake alel fülki fe kulil hamdü lillahillezı neccana minel kavmiz zalimın |
|
29. Ve de ki «Rabbim ! Beni mubarek bir konağa indir, sen (konaklara) indirenlerin en hayırlısısın.» |
وَقُلْ رَبِّ أَنْزِلْنِي مُنْزَلًا مُبَارَكًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِلِينَ Ve kur rabbi enzilnı münzelem mübarakev ve ente hayrul münzilın |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ وَإِنْ كُنَّا لَمُبْتَلِينَ İnne fı zalike le ayativ ve in künna le mübtelın |
|
ثُمَّ أَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ Sümme enşe’na mim ba’dihim karnen aharın |
|
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ Fe erselna fıhim rasulem minhüm enı’büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun |
|
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ وَأَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ Ve kalel meleü min kavmihillezıne keferu ve kezzebu bi likail ahırati ve etrafnahüm fil hayatid dünya ma haza illa beşerum mislüküm ye’külü mimma te’külune minhü ve yeşrabü mimma teşrabun |
|
34. Eğer kendiniz gibi bir insana itaat edip peşine takılırsanız o takdirde hüsrana uğrarsınız. |
وَلَئِنْ أَطَعْتُمْ بَشَرًا مِثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَخَاسِرُونَ Ve lein eta’tüm beşeram misleküm inneküm izel lehasirun |
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا أَنَّكُمْ مُخْرَجُونَ E yeıdüküm enneküm iza mittüm ve küntüm türabev ve ızamen enneküm muhracun |
|
هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ Heyhate heyhate lima tuadun |
|
إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ İn hiye illa hayatüned dünya nemutü ve nahya ve ma nahnü bi meb’usın |
|
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنِينَ İn hüve illa racülüniftera alellahi kezibev ve ma nahnü lehu bi mü’minın |
|
39. O (Peygamber) dedi ki «Rabbim ! Beni yalancı saymalarına karşılık bana yardım et.» |
قَالَ رَبِّ انْصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ Kale rabbinsurnı bima kezzebun |
40. Allah buyurduki «Az bir zamanda (azabı görünce) pişman olacaklar.» |
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِمِينَ Kale amma kalılil le yusbihunne nadimın |
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً ۚ فَبُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ Fe ehazethümüs sayhatü bil hakkı fe cealnahüm ğussa fe bu’del lil kavmiz zalimın |
|
42. Sonra bunların ardından biz nice nesilleri ortaya çıkardık. |
ثُمَّ أَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُونًا آخَرِينَ Sümme enşe’na mim ba’dihim kurunen aharın |
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste’hırun |
|
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَىٰ ۖ كُلَّ مَا جَاءَ أُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ Sümme erselna rusülena tetra küllema cae ümmeter rasulüha kezzebuhü fe etba’na ba’dahüm ba’dav ve cealnahüm ehadıs fe bu’del li kavmil la yü’minun |
|
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ Sümme erselna musa ve ehahü harune bi ayatina ve sültanim mübın |
|
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ İla fir’avne ve meleihı festekberu ve kanu kavmen alın |
|
فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ Fe kalu enü’minü li beşerayni mislina ve kavmühüma lena abidun |
|
48. Böylece Musâ ile Harun’u yalanladılar da bu yüzden yok edilen (bedbaht)lardan oldular. |
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ Fe kezzebuhüma fe kanu minel mühlekın |
49. And olsun ki Musâ’ya o kitabı (Tevrat’ı) verdik ki, onlar doğru yolu bulsunlar. |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ Ve le kad ateyna musel kitabe leallehüm yehtedun |
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَىٰ رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ Ve cealnebne meryeme ve ümmehu ayetev ve aveynahüma ila rabvetin zati karariv ve meıyn |
|
يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ Ya eyyüher rusülü külu minet tayyibati va’melu saliha innı bima ta’melune alım |
|
وَإِنَّ هَٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ Ve inne hazihı ümmetüküm ümmetev vahıdetev ve ene rabbüküm fettekun |
|
فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرًا ۖ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ Fetekkatau emrahüm beynehüm zübüra küllü hızbim bima ledeyhim ferihun |
|
فَذَرْهُمْ فِي غَمْرَتِهِمْ حَتَّىٰ حِينٍ Fezerhüm fı ğamratihim hatta hıyn |
|
أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِهِ مِنْ مَالٍ وَبَنِينَ E yahsebune ennema nümiddühüm bihı mim maliv ve benın |
|
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ ۚ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ Nüsariu lehüm fil hayrat bel la yeş’urun |
|
57. Doğrusu onlar ki Rablarından derin bir saygı ile korkup titrerler; |
إِنَّ الَّذِينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَ İnnellezıne hüm min haşyeti rabbihim müşfikun |
وَالَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ Vellezıne hüm bi ayati rabbihim yü’minun |
|
وَالَّذِينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ Vellezıne hüm bi rabbihim la yüşrikun |
|
وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَىٰ رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ Vellezıne yü’tune ma atev ve kulubühüm veciletün ennehüm ila rabbihim raciun |
|
61. İşte onlar hayırlı işlerde yarışırlar ve bunun için öne geçerler. |
أُولَٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ Ülaike yüsariune fil hayrati ve hüm leha sabikun |
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ Ve la nükellifü nefsen illa vüs’aha ve ledeyna kitabüy yentıku bil hakkı ve hüm la yuzlemun |
|
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِنْ هَٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ Vel kulubühüm fı ğamratim min haza ve lehüm a’malüm min duni zalike hüm leha amilun |
|
حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِمْ بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ Hatta iza ehazna mütrafıhim bil azabi iza hüm yec’erun |
|
65. Bugün sızlanıp yardıma çağırmayın; şüphesiz ki siz bizden yardım göremiyeceksiniz. |
لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ ۖ إِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ La tec’erul yevme inneküm minna la tünsarun |
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَ Kad kanet ayatı tütla aleyküm fe küntüm ala a’kabiküm tenkisun |
|
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ Müstekbirıne bihı samiran tehcürun |
|
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ E fe lem yeddebberul kavle em caehüm ma lem ye’ti abaehümül evvelın |
|
69. Yoksa peygamberlerini tanımadılar mı ki, onu inkâr ediyorlar ?! |
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ Em lem ya’rifu rasulehüm fe hüm lehu münkirun |
70. Yoksa o peygamberlerde bir cinnet mi var diyorlar ?! Hayır, O, onlara Hakk ile gelmiştir. |
أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ ۚ بَلْ جَاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ Em yekulune bihı cinneh bel caehüm bil hakkı ve ekseruhüm lil hakkı karihun |
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ ۚ بَلْ أَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَ Ve levittebeal hakku ehvaehüm le fesedetis semavatü vel erdu ve men fıhinn bel eteynahüm bi zekrihim fe hüm an zikrihim mu’ridun |
|
أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ Em tes’elühüm harcen fe haracü rabbike hayruv ve hüve hayrur razikıyn |
|
وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ Ve inneke le ted’uhüm ila sıratım müstekıym |
|
74. Gerçekten o Âhiret’e inanmayanlar (çağırdığın o) doğru yoldan sapmaktadırlar. |
وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ Ve innellezıne la yü’minune bil ahırati anis sıratı lenakibun |
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ Ve lev rahımnahüm ve keşefna ma bihim min durril leleccu fı tuğyanihim ya’mehun |
|
وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ Ve le kad ehaznahüm bil azabi fe mestekanu li rabbihim ve ma yetedarraun |
|
حَتَّىٰ إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ Hatta iza fetahna aleyhim baben za azabin şedıdin iza hüm fıhi müblisun |
|
78. O ki size kulağı, gözleri, gönülleri yarattı; ne de az şükrediyorsunuz !. |
وَهُوَ الَّذِي أَنْشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ Ve hüvellezı enşee lekümüs sem’a vel ebsara vel ef’ideh kalılem ma teşkürun |
79. O ki sizi yeryüzünde yaratıp yaydı ve ancak (dirilip) O’nun huzurunda biraraya getirileceksiniz. |
وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ve hüvellezı zeraeküm fil erdı ve ileyhi tuhşerun |
وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ Ve hüvellezı yuhyı ve yümiytü ve lehuhtilafül leyli ven nehar e fe la ta’kılun |
|
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْأَوَّلُونَ Bel kalu misle ma kalel evvelun |
|
82. Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman diriltilip kaldırılacak mıyız ? |
قَالُوا أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ Kalu e iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun |
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا هَٰذَا مِنْ قَبْلُ إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ Le kad vüıdna nahnü ve abaüna haza min kablü in haza illa esatıyrul evvelın |
|
84. De ki Yerküre ve içinde olanlar kime aittir? Eğer biliyorsanız (haydi cevap verin). |
قُلْ لِمَنِ الْأَرْضُ وَمَنْ فِيهَا إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ Kul li menil erdu ve men fıha in küntüm ta’lemun |
85. Allah’a aittir diyecekler. De ki Artık iyice düşünmez misiniz ? |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ Seyekulune lillah kul efela tezekkerun |
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ Kul mer rabbüs semavatis seb’ı ve rabbul arşil azıym |
|
87. Allah’tır, diyecekler. De ki O halde (O’ndan korkup inkâr ve sapıklıktan) sakınmaz mısınız? |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ Seyekulune lillah kul e fe la tettekun |
قُلْ مَنْ بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ Kul mem bi yedihı melekutü külli şey’iv ve hüve yuciru ve la yücaru aleyhi in küntüm ta’lemun |
|
89. Allah’ın elindedir, diyecekler. De ki O halde nasıl nereden büyüleniyorsunuz ?! |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ فَأَنَّىٰ تُسْحَرُونَ Seyekulune lillah kul fe enna tüsharu |
90. Evet, biz onlara hakkı (doğruyu ve gerçeği) getirdik ve onlar cidden yalancıdırlar. |
بَلْ أَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ Bel eteynüham bil hakkı ve innehüm le kazibun |
مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَٰهٍ ۚ إِذًا لَذَهَبَ كُلُّ إِلَٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ Mettehazellahü miv velediv ve ma kane meahu min ilahin izel le zehebe küllü ilahüm bima haleka ve leala ba’duhüm ala ba’d sübhanellahi amma yasıfun |
|
92. Gaybı da, hazır olanı da bilendir; onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir. |
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ Alimil ğaybi veş şehadeti fe teala amma yüşrikun |
93. De ki «Rabbim! İnkarcıların va’dolundukları azabı bana elbette göstereceksen, |
قُلْ رَبِّ إِمَّا تُرِيَنِّي مَا يُوعَدُونَ Kur rabbi imma türiyennı ma yuadun |
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِي فِي الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ Rabbi fe la tec’alnı fil kavmiz zalimın |
|
95. Şüphesiz ki (Peygamberim ) onlara va’dettiğimiz azabı sana göstermeye kudretimiz yeter. |
وَإِنَّا عَلَىٰ أَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ Ve inna ala en nüriyeke ma neıdühüm lekadirun |
96. Sen o kötülüğü en güzeli ile savıp karşılık ver. Biz onların vasfettiklerini daha iyi biliriz. |
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ ۚ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ İdfa’ billetı hiye ahsenüs seyyieh nahnü a’lemü bi ma yasıfun |
97. De ki «Rabbim ! Şeytanların vesvese ile dürtüşmelerinden sana sığınırım. |
وَقُلْ رَبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ Ve kur rabbi euzü bike min hemezatiş şeyatıyn |
وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَنْ يَحْضُرُونِ Ve euzü bike rabbi ey yahdurun |
|
حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ Hatta iza cae ehadehümül mevtü kale rabbirciun |
|
لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ ۚ كَلَّا ۚ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا ۖ وَمِنْ وَرَائِهِمْ بَرْزَخٌ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Leallı a’melü salihan fıma teraktü kella inneha kelimetün hüve kailüha ve miv veraihim berzehun ila yevmi yüb’asun |
|
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ Fe iza nüfiha fis suri fe la ensabe beynehüm yevmeiziv ve la yetesaelun |
|
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ Fe men sekulet mevazinühu fe ülaike hümül müflihun |
|
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ Ve men haffet mevazınühu fe ülaikellezıne hasiru enfüsehüm fı cehenneme halidun |
|
104. Ateş yüzlerini yakar da dudakları kasılarak dişleri sırıtıp kalır. |
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ Telfehu vücuhehümün naru ve hüm fıha kalihun |
105. (Allah onlara) Âyetlerim size okunurdu da onları yalan sayardınız, değil mi ? (buyurur). |
أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ E lem tekün ayatı tütla aleyküm fe küntüm biha tükezzibun |
106. Onlar, Rabbimiz! Haydutluğumuz bize üstün geldi de (doğru yoldan) sapıtan bir millet olduk. |
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ Kalu rabbena ğalebet aleyna şıkvetüna ve künna kavmen dallın |
رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ Rabbena ahricna minha fe in udna fe inna zalimun |
|
108. (Allah onlara) Aşağılıkla sinin orada, konuşmayın benimle, der. |
قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ Kalahşeu fıha ve la tükellimun |
إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ İnnehu kane ferıkum min ıbadı yekulune rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahımın |
|
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰ أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ Fettehaz tümuhüm sıhriyyen hatta ensevküm zikrı ve küntüm minhüm tadhakun |
|
إِنِّي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوا أَنَّهُمْ هُمُ الْفَائِزُونَ İnnı cezeytühümül yevme bima saberu ennehüm hümül faizun |
|
112. (Allah onlara) Yeryüzünde kaç yıl kaldınız ? diye sorar. |
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ Kale kem lebistüm fil erdı adede sinın |
113. «Bir gün ya da bir günün birazı kaldık, sayanlara sor» derler. |
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَاسْأَلِ الْعَادِّينَ Kalu lebisna yevmen ev ba’da yevmin fes’elil addın |
114. Allah Ancak az bir süre kaldınız. Bunu (daha önce) bir bilseydiniz a ?! Buyurur. |
قَالَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ لَوْ أَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ Kale il lebistüm illa kalılel lev enneküm küntüm ta’lemun |
115. Sizi boşuna, amaçsız yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız ? |
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ E fe hasibtüm ennema halaknaküm abesev ve enneküm ileyna la türceun |
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ Fe teallellahül melikül hakk la ilahe illa hu rabbül arşil kerım |
|
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ Ve mey yed’u meallahi ilahen ahara la bürhane lehu bihı fe innema hısabühu ınde rabbih innehu la yüflihul kafirun |
|
118. De ki Rabbim! Bağışla, merhamet eyle; sen merhamet edenlerin en hayırlısısın. |
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ Ve kur rabbığfir verham ve ente hayrur rahımın |