Abdullah Parlıyan 

1. Elif, Lâm, Râ, Bunlar kitabın ve herşeyi açıklayan apaçık Kur’ân’ın ayetleridir.

2. Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler, çok defa müslüman olmayı arzu edecekler.

3. Şimdilik bırak onları kendi hallerine, yiyip içsinler, avunsunlar, ümitlere kapılsınlar çünkü çok geçmeden gerçeği öğrenecekler.

4. Çünkü biz, hiçbir memleketi yok etmedik ki, onun mutlaka Allah tarafından bilinen bir yazgısı olmuş olmasın.

5. Ve zaten hiçbir toplum, kendisi için belirlenmiş bir sürenin bitmesini öne alamayacağı gibi, erteleyemez de.

6. Ey kendisine Kur’ân indirilen! Sen gerçekten düpedüz delisin.

7. Doğru sözlü biriysen, neden meleklerle gelmiyorsun bize?

8. Melekleri ancak, gerçeğe dayalı bir hikmetle indiririz ve o zaman da, inkârcılara mühlet verilmez, göz açtırılmaz. Yani peygamber gönderme çağrı ve hatırlatma için; melek gönderme ise yargı ve cezalandırmak içindir.

9. Şüphe yok ki, Kur’ân’ı biz indirdik ve şüphe yok ki, O’nu her türlü bozulmadan da biz koruyup muhafaza edeceğiz.

10. Gerçek şu ki ey peygamber! Senden önce, evvelki toplumlara da peygamberler göndermiştik.

11. Hiçbir peygamber göndermedik ki, alay etmesinler onunla.

12. Biz böylece alay edip inanmadıkları Kur’ân’ı, günaha gömülüp giden o alaycıların kalplerinin derinliklerine kadar sokarız da veya biz o alaycı tutumları, günaha gömülüp gidenlerin kalplerine kadar sokarız.

13. Geçmiş toplumların başına gelen felaketler, onlar için ibret olarak durmasına rağmen, gene de O Kur’ân’a iman etmezler.

14. Hatta onlara gökten bir kapı açsaydık da, onlar oradan göğe yükselip çıksalardı bile.

15. "Bizim düpedüz gözlerimiz bağlandı, belki de biz büyülenmiş bir toplumuz."

16. Gerçekten de biz, gökyüzüne takım halinde yıldızları yerleştirdik ve onları seyredenler için süsleyip bezedik.

17. Ve onları kovulmuş her türlü şeytani güce karşı, koruma altına aldık.

18. Öyle ki, göğün sırlarını çalmaya kalkışacak olanları, parlak bir ateş parçası izleyip kovalar.

19. Ve yeryüzünü enine boyuna döşedik de, üzerine yerinden oynatılmaz dağlar yerleştirdik ve herşeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik.

20. Ve yine orada, hem sizin için, hem de rızkı size bağlı olmayan öteki bütün canlılar için, geçim vasıtaları sağladık.

21. Çünkü hiç birşey yoktur ki, hazinesi bizim katımızda olmasın ve biz hiçbir şey indirmeyiz ki, kusursuzca belirlenmiş bir ölçüye ve bir uyuma dayanmasın.

22. Aşılayıcı, bereket verici rüzgarları gönderiyor ve ayrıca susuzluğunuzu gidermek için gökten su indiriyoruz; yoksa onun kaynağını elinde tutan siz değilsiniz.

23. Ve muhakkak ki, hayatı bahşeden de, ölüme hükmeden de biziz. Gerçekten her fani ölümlü kişinin mülküne de biz varis oluruz.

24. Muhakkak ki, biz sizden önce göçüp gidenleri de her halleriyle biliyoruz. Sizden sonra gelecek olanları da elbet biliyoruz.

25. Ve yine şüphe yok ki, Rabbin hesap gününde onların hepsini bir araya toplayacaktır ve gerçekten herşeyin aslını bilen ve yaptığı herşeyi yerli yerince yapan da O’dur.

26. Andolsun ki biz, insanın atası Adem’i kuru, kokmuş, şekil ve suret verilmiş bir çamurdan yarattık.

27. Şeytanı ise, insandan daha önce yakıcı, öldürücü bir harareti olan ateşten yaratmıştık.

28. "Haberiniz olsun! Ben biçim verilebilir, kuru, kokmuş bir çamurdan bir insan yaratacağım" demişti.

29. O’nun yaratılışını tamamlayıp, ruhumdan O’na üfürdüğüm zaman, derhal O’na karşı yere kapanın.

30. Bunun üzerine, meleklerin hepsi birden secde ettiler.

31. Ancak İblis secde etmedi secde edenlere katılmaktan çekindi.

32. "Ey İblis!" diye buyurdu Allah. "Sana ne oldu da, secde edenlere katılmaktan çekindin?"

33. "Kuru, kokmuş, şekil ve suret verilmiş çamurdan yarattığın insana, ben secde etmem" dedi.

34. Allah da, "Çık git buradan, sen kovulmuş ve taşlanmışsın" buyurdu.

35. "Ve bil ki, hesap gününe kadar lanetim peşini bırakmayacak."

36. "Bana ölümden kalkılacağı güne kadar zaman tanı."

37. "Kendilerine, zaman tanınanlardan biri olacaksın.

38. Tabii ki, vakti ancak benim tarafımdan bilinen, o güne kadar."

39. "Benim ona secde etmiyeceğimi bildiğin halde ona secde etmemi isteyerek, rahmetinden uzaklaştırarak sapıtmama sebep olduğun için ben de, o kullarına yeryüzünde kötülükleri süsleyip, bezeyeceğim ve muhakkak ki, o kullarının hepsini rahmetinden mahrum edip, ayartıp yoldan çıkaracağım.

40. Yalnızca senin ihlaslı ve samimi yani gösterişten uzak, katıksız bir samimiyetle, Allah rızasını gözeterek, amel etme şuurunu sunduğun kulların müstesna…"

41. "İhlaslı kullarımın gözettiği dosdoğru ve apaçık bir yoldur.

42. Aslında zaten, yoldan çıkmış olup da kendi istekleriyle senin peşine takılan azgınların dışında, benim kullarıma hiçbir surette senin gücün yetmez.

43. Ve şüphe yok ki, onların topuna vaadolunan yer cehennemdir.

44. O cehennemin yedi kapısı var; her kapıya da o günahkarlardan bir kısmı ayrılmıştır."

45. Muhakkak ki, yolunu Allah ve kitabıyla bulanlar, cennetlerde ve ırmak başlarındadırlar.

46. "Esenlik ve güvenlik içinde girin oraya!" diyerek karşılanacaklar orada.

47. Gönüllerindeki kini, hasedi ta kökünden söküp attık onların; onlar mutluluk divanları üzerinde, karşı karşıya oturan kardeşler gibi olacaklar.

48. O cennetlerde onlara, hiçbir yorgunluk ve bitkinlik erişmez ve oradan çıkarılacak da değillerdir.

49. "Gerçekten ben, evet ben çok bağışlayan ve çok acıyanım.

50. En can yakıcı azap da benim azabımdır."

51. Onlara, İbrahim’e gelen misafirlerden de haber ver.

52. "Biz, sizden gerçekten korkuyoruz!" diye cevap vermişti.

53. "Yoo korkma! Biz sana, kendisine derin ve doğru bilgi bahşedilmiş bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik" dediler.

54. "İhtiyarlık çağımda mı, bana müjde veriyorsunuz? Peki hangi şeyle müjdeliyorsunuz beni?"

55. "Sana öyle bir müjde veriyoruz ki, bu gerçektir, sakın ümidini kesenlerden olma!" demişlerdi.

56. ’Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser?’ dedi.

57. "Ey elçiler! Başka ne işiniz var?"

58. "Biz doğrusu günaha gömülüp giden ve helak edilmesi gereken bir topluma gönderildik" diye cevap verdiler.

59. Ancak Lût’un ailesi, onlar hariçtir. Onların hepsini kurtaracağız.

60. Yalnız karısını kurtarmayacağız. O’nun helak olacak olanlarla birlikte şehirde kalmasını öngördük.

61. Ve elçiler Lût’un ailesine gelince,

62. "Doğrusu siz, burada tanınmayan kimselersiniz!" dedi.

63. "Evet fakat biz sana, kötülükten yana olanların, şüphe edip durdukları azap için geldik" diye cevap verdiler.

64. "Ve sana gerçekleşmesi kaçınılmaz olan gerçek haberi getirdik. Çünkü şüphesiz biz doğru söylüyoruz.

65. Bu durumda artık sen, ailenle birlikte gecenin bir vaktinde yola koyul; sen onları geriden takip et; sizden hiç kimse dönüp arkasına bakmasın yalnızca emredildiğiniz yöne geçin gidin"

66. "Sabah olur olmaz, bu günahkarların kökü kesilmiş olacaktır."

67. Bu arada şehir halkı, birbirlerini müjdeleyerek Lût’un yanındaki misafirlere geldiler.

68. "Bunlar benim konuklarım" dedi "Beni utandırmayın.

69. Allah’tan korkun da, utandırmayın beni"

70. "Biz seni yabancıları konuk etmekten veya elalemin işine karışmayı sana yasaklamamış mıydık?" dediler.

71. "Niyetli olduğunuz şeyi, ille yapacaksanız" dedi. "İşte bunlar, benim kızlarım, onları alın."

72. "Senin ömrüne yemin ederiz ki, kavmin bu durumda seni hiç dinlemezler. Baksana, şehvetten gözleri dönmüş, sarhoşlukları içerisinde, körcesine sendeleyip, ne yaptıklarını bilmiyorlar."

73. Ve tan yeri ağarırken, hak ettikleri azabın gürültüsü, apansız yakaladı onları.

74. Ve böylece, şehirlerinin altını üstüne getirdik; üzerlerine çamurdan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

75. Şüphesiz bütün bunlarda, işaretlerden anlam çıkarmasını bilen kimseler için, çıkarılacak nice dersler vardır.

76. Ve şüphe yok, o şehirler, hâlâ herkesin yol uğrağı olan bir yerdedir.

77. Şüphesiz ki, bütün bunlarda inanan kimseler için ibretler vardır.

78. Medyen’in ağaçlı vadilerinin sakinleri de, gerçekten yaratılış gayesi dışına çıkmışlardı.

79. Ve bu yüzden onları da, hakettikleri cezaya uğrattık. Gerçek şu ki, Lût ve Eykeliler kavmi de, bugün dahi görülebilen bir ana yol üzerinde yaşamaktaydılar.

80. Ve benzer biçimde Hıcr halkı olan Semûdlular da, bizim elçilerimizi yalanlamaya kalkıştılar.

81. Oysa, onlara ayetlerimizi göndermiştik; buna rağmen O’ndan yüz çevirdiler.

82. Ve onlar dağları yontarak, güvenli konutlar yapıyorlardı.

83. Ama sonunda, bir sabah erkenden onları da, hakettikleri azabın gürültüsü apansız yakalayıverdi.

84. Kazandıkları mal ve servet, başlarına gelen azaptan onları kurtaramadı.

85. Biz gökleri, yeri ve herikisi arasında olan şeyleri, boş yere ve gerçek dışında bir amaçla yaratmadık. Muhakkak ki, o kıyamet saati de mutlaka gelecektir. Bunun içindir ki, sen onlara aldırış bile etme, güzel bir bağışlama ile bağışla.

86. Çünkü senin Rabbindir, herşeyin özünü bilen ve herşeyin gerçek ve mutlak yaratıcısı.

87. Biz sık sık tekrarlanan ayetlerden oluşan, yedili bir sûre olan Fatiha’yı ve pek büyük Kur’ân’ı sana verdik.

88. O halde Allah’tan gelen gerçekleri örtbas eden bir takım kimselere, verdiğimiz dünyevî zenginliklerden yana gözünü çevirme ve sana inanmıyorlar diye, onlar için üzülme; fakat mü’minlere kol kanat ger, onları koru.

89. "Haberiniz olsun, gerçekten ben apaçık söz söyleyip, eğri yolun sonucundan uyarıcıyım!"

90. Nitekim bölük bölük olanlara, veya kendilerine indirilen kitabı parçalara ayırıp bir kısmına inanıp, bir kısmını reddedenlere de kitap indirmiştik.

91. İşte onlar, Kur’ân’ı parça parça ettiler de, bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmadılar.

92. Rabbine andolsun ki, onların hepsine soracağız.

93. Hem de bütün yapıp ettiklerini hesaba katarak.

94. Artık sen, sana emrolunanı açıktan açığa bildir. Allah’tan başkalarına ilahlık yakıştıranlardan yüz çevir, onları kendi hallerine bırak.

95. Çünkü ilâhî mesajı küçümseyen, O’nunla alay edenlere karşı, biz sana yeteriz.

96. Onlar ki, Allah’la beraber başka tanrısal güçlerin de, var olduğunu sanıyorlar; ama nasıl olsa, gerçeğin ne olduğunu yakında öğrenecekler.

97. Onların söylediklerinden dolayı, göğsünün daraldığını kuşkusuz biz biliyoruz.

98. Fakat sen yine de, Rabbinin yüceliğini sınırsız kudret ve gücünü tüm eksiksiz övgülerle an; O’nun huzurunda teslimiyet içinde secde edenlerden ol.

99. Rabbine olan kulluğunu, ölüm sana gelip erişinceye kadar devam ettir.