Harun Yıldırım | |
---|---|
1. Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab’ın ve apaçık bir Kur’an’ın âyetleridir. |
الر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ Elif lam ra tilke ayatül kitabi ve kur’anim mübın |
2. İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de müslüman olsaydık, diye arzu ederler. |
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ Rubema yeveddüllezıne keferu lev kanu müslimın |
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Zerhüm ye’külu ve yetemetteu ve yülhihimül emelü fe sevfe ya’lemun |
|
4. Helâk ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki hakkında (bizce) bilinen bir yazgı olmasın. |
وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ Ve ma ehlekna min karyetin illa veleha kitabüm ma’lum |
5. Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez, ve onu geciktiremez. |
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste’hırun |
6. Dediler ki "Ey kendisine Kur’an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!" |
وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ Ve kalu ya eyyühellezi nüzzile aleyhiz zikru inneke le mecnun |
7. "Eğer doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin." |
لَوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ Lev ma te’tına bilmelaiketi in künte mines sadikıyn |
8. Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet verilmez. |
مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ Ma nünezzilül melaikete illa bil hakkı ve ma kanu izem münzarin |
9. Kur an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız. |
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ İnna nahnü nezzelnez zikra ve inna lehu le hafizun |
10. Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik. |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ Ve le kad erselna min kablike şiyeıl evvelin |
11. Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi. |
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ Ve ma ye’tıhim mir rasulin illa kanu bihı yestehziun |
كَذَٰلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ Kezalike neslükühu fı kulubil mücrimin |
|
13. Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur’an’a) inanmıyorlar. |
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ La yü’minune bihı ve kad halet sünnetül evvelin |
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ Ve lev fetahna aleyhim babem mines semai fe zallu fıhi ya’rucun |
|
15. "Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler. |
لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ Le kalu innema sükkirat ebsaruna bel nahnü kavmün meshurun |
16. Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyr edenler için onu süsledik. |
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ Ve le kad cealna fis semai bürucev ve zeyyennaha lin nazırın |
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ Ve hafıznaha min külli şeytanir racım |
|
18. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür. |
إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ İlla menisterekas sem’a fe etbeahu şihabüm mübın |
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ Vel erda medednaha ve elkayna fıha ravasiye ve embetna fıha min külli şey’im mevzun |
|
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ Ve cealna leküm fıha meayişe ve mel lestüm lehu bi razikıyn |
|
21. Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz. |
وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ Ve im min şey’in illa ındena hazinühu ve ma nünezzilühu illa bi kaderim ma’lum |
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ Ve erselner riyaha levakıha fe enzelna mines semai maen fe eskaynakümuh ve ma entüm lehu bi hazinın |
|
23. Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz. |
وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Ve inna le nahnü nuhyı ve nümıtü ve nahnül varisun |
24. Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz. |
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ Ve le kad alimnel müstakdimıne minküm ve le kad alimnel müste’hırın |
وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ ۚ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ Ve inne rabbeke hüve yahşüruhüm innehu hakımün alım |
|
26. Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ Ve le kad halaknel insane min salsalim min hameim mesnun |
وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ Vel canne halaknahü min kablü min naris semum |
|
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ Ve iz kale rabbüke lil melaiketi innı haliküm beşeram min salsalim min hameim mesnun |
|
29. "Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!" |
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ Fe iza sevveytühu ve nefahtü fıhi mir ruhıy fekau lehu sacidın |
فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ Fe secedel melaiketü küllühüm ecmeun |
|
31. Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. |
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ İlla iblıs eba ey yekune meas sacidın |
32. Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi. |
قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ Kale ya iblısü ma leke ella tekune meas sacidın |
قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ Kale lem ekül li escüde li beşerin halaktehu min salsalim min hameim mesnun |
|
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ Kale fahruc minha fe inneke racım |
|
35. Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır! |
وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَىٰ يَوْمِ الدِّينِ Ve inne aleykel la’nete ila yevmid dın |
36. (İblis) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi. |
قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Kale rabbi fe enzırnı ila yevmi yüb’asun |
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ Kale fe inneke minel münzarın |
|
إِلَىٰ يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ İla yevmil vaktil ma’lum |
|
قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ Kale rabbi bima ağveytenı le üzeyyinenne lehüm fil erdı ve le uğviyennehüm ecmeıyn |
|
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadeke minhümül muhlesıyn |
|
قَالَ هَٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ Kale haza sıratun aleyye müstekıym |
|
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ İnne ıbadı leyse leke aleyhim sültanün illa menittebeake minel ğavın |
|
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ Ve inne cehenneme le mev’ıdühüm ecmeıyn |
|
44. Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır. |
لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ Leha seb’atü ebvab likülli babim minhüm cüz’üm maksum |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ İnnel müttekıyne fı cennativ ve uyun |
|
ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ Üdhuluha bi selamin aminın |
|
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَىٰ سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ Ve neza’na ma fı sudurihim min ğıllin ıhvanen ala sürurim mütekabilın |
|
48. Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır. |
لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ La yemessühüm fıha nesabüv ve ma hüm minha bi muhracın |
49. (Resûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver. |
نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ Nebbi’ ıbadı ennı enel ğafurur rahıym |
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ Ve enne azabı hüvel azabül elım |
|
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ Ve nebbi’hüm an dayfi ibrahım |
|
52. Hani yanına girdiklerinde "Selam" demişlerdi. O da "Gerçekten biz sizden korkmaktayız." demişti. |
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ İz dehalu aleyhi fe kalu selama kale inna minküm vecilun |
53. Dediler ki "Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz." |
قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ Kalu la tevcel inna nübeşşiruke bi ğulamin alım |
54. Dedi ki "Bana ihtiyarlık gelip çatmışken mi müjdeliyorsunuz!? Beni ne ile müjdelemektesiniz?" |
قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَىٰ أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ Kale e beşşertümunı ala em messeniyel kiberu fe bime tübeşşirun |
55. Dediler ki "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse sakın umut kesenlerden olma!" |
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ Kalu beşşernake bil hakkı fe la teküm minel kanitıyn |
56. Dedi ki "Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit kesebilir?" |
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ Kale ve mey yaknetu mir rahmeti rabbihı illed dallun |
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ Kale fe ma hatbuküm eyyühel murselun |
|
58. Dediler ki "Gerçekten biz, suçlu bir kavme gönderildik." |
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُجْرِمِينَ Kalu inna ürsilna ila kavmim mücrimın |
59. "Ancak Lût ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız." |
إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ İlla ale lut inna le müneccuhüm ecmeıyn |
60. "Yalnız karısı müstesna. Biz onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik." |
إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا ۙ إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ İllemraetehu kadderna inneha le minel ğabirın |
فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ Felemma cae ale lutnil murselun |
|
قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ Kale inneküm kavmümü münkerun |
|
63. Dediler ki "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helâkı) getirdik. |
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ Kalu bel ci’nake bima kanu fıhi yemterun |
64. Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz. |
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ Ve eteynake bil hakkı ve inna le sadikun |
فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ Fe esri bi ehlike bi kıt’ım minel leyli vettebı’ edbarahüm ve la yeltefit minküm ehadüv vemdu haysü tü’merun |
|
66. Ona şu hükmümüzü vahyettik "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı kesilmiş olacaktır." |
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَٰلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَٰؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ Ve kadayna ileyhi zalikel emra enne dabira haülai maktuum musbihıyn |
وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ Ve cae ehlül medıneti yestebşirun |
|
68. Dedi ki "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın." |
قَالَ إِنَّ هَٰؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ Kale inne haülai dayfı fe la tefdahun |
وَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ Vettekullahe ve la tuhzun |
|
70. "Biz seni, elâlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?" dediler. |
قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ Kalu e ve lem nenheke anil alemın |
قَالَ هَٰؤُلَاءِ بَنَاتِي إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ Kale haülai benatı in küntüm faılın |
|
72. (Resûlüm!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. |
لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ Le amruke innehüm le fı sekratihim ya’mehun |
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ Fe ehazethümüs sayhatü müşrikıyn |
|
74. Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. |
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ Fe cealna aliyeha safileha ve emtarna aleyhim hıcaratem min siccıl |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ İnne fı zalike le ayatil lil mütevessimın |
|
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ Ve inneha le bisebılim mükıyn |
|
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ İnne fı zalike le ayatel lil mü’minın |
|
وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ Ve in kane ashabül eyketi le zalimın |
|
79. Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir. |
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ Fentekamna minhüm ve innehüma le bi imamim mübın |
وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ Ve le kad kezzebe ashabül hıcril murselın |
|
81. Biz onlara mucizelerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirmişlerdi. |
وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ Ve ateynahüm ayatina fe kanu anha mu’ridıyn |
82. Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler oyarlardı. |
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ Ve kanu yenhıtune minel cibali büyuten aminın |
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ Fe ehazethümüs sayhatü musbihıyn |
|
84. Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı savmadı. |
فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ Fe ma ağna anhüm ma kanu yeksibun |
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ ۗ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ ۖ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ Ve ma halaknes semavati vel erda ve ma beynehüma illa bil hakk ve innes saate le atiyetün fasfehıs safhal cemıl |
|
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ İnne rabbeke hüvel hallakul alım |
|
87. Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur’an’ı verdik. |
وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ Ve le kad ateynake seb’am minel mesanı vel kur’anel azıym |
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ La temüddenne ayneyke ila ma metta’na bihı ezvacem minhüm ve la tahzen aleyhim vahfıd cenahake lil mü’minın |
|
وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ Ve kul innı enen nezırul mübın |
|
90. Nitekim biz, (Kur’an’ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir. |
كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ Kema enzelna alel muktesimın |
الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ Ellezıne cealül kur’ane ıdıyn |
|
92. Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz. |
فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ Fe ve rabbike le nes’elennehüm ecmeıyn |
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ Amma kanu ya’melun |
|
94. Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir! |
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ Fasdoa’bima tü’meru ve a’rıd anil müşrikın |
إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ İnna kefeynakel müstehziın |
|
96. Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler! |
الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Ellezıne yec’alune meallahi ilahen ahar fe sevfe ya’lemun |
97. Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz. |
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ Ve le kad na’lemü enneke yedıyku sadruke bima yekulun |
98. Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! |
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ Fe sebbıh bi hamdi rabbike ve küm mines sacidın |
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّىٰ يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ Ve’büd rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn |