Ömer Nasuhi Bilmen | |
---|---|
1. Elif, Lâm, Râ. Bunlar kitabın ve Kur’an-ı Mübîn’in âyetleridir. |
الر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ Elif lam ra tilke ayatül kitabi ve kur’anim mübın |
2. O kâfir olanlar, çok kere arzu edeceklerdir ki, keşke müslüman olmuş olsaydılar. |
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ Rubema yeveddüllezıne keferu lev kanu müslimın |
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Zerhüm ye’külu ve yetemetteu ve yülhihimül emelü fe sevfe ya’lemun |
|
4. Ve hiçbir ülkeyi helâk etmedik ki, illâ onun için malum bir kitap vardır. |
وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ Ve ma ehlekna min karyetin illa veleha kitabüm ma’lum |
5. Hiçbir ümmet, ecelini ne geçebilir ve ne de geciktirebilirler. |
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste’hırun |
6. Ve dediler ki «Ey üzerine kitap indirilmiş olan! (zât) Şüphe yok sen elbette bir mecnûnsun.» |
وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ Ve kalu ya eyyühellezi nüzzile aleyhiz zikru inneke le mecnun |
7. «Eğer sen sâdıklardan isen bize melekleri getirmeli değil misin?» |
لَوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ Lev ma te’tına bilmelaiketi in künte mines sadikıyn |
مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ Ma nünezzilül melaikete illa bil hakkı ve ma kanu izem münzarin |
|
9. Şüphe yok ki, o Kur’an’ı Biz indirdik Biz. Ve muhakkak ki, onun için muhafız olanlar da Bizleriz. |
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ İnna nahnü nezzelnez zikra ve inna lehu le hafizun |
10. Ve andolsun ki, senden evvelki kavimler arasında da (peygamberler) göndermiştik. |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ Ve le kad erselna min kablike şiyeıl evvelin |
11. Ve onlara bir peygamber gelmezdi ki, illâ onunla istihzâda bulunur olmuşlardı. |
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ Ve ma ye’tıhim mir rasulin illa kanu bihı yestehziun |
12. İşte böylece onu (o istihzâyı) günahkâr olanların kalplerine sokarız. |
كَذَٰلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ Kezalike neslükühu fı kulubil mücrimin |
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ La yü’minune bihı ve kad halet sünnetül evvelin |
|
14. Ve eğer onların üzerine gökten bir kapı açsak da oradan yukarıya çıkacak olsalar, |
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ Ve lev fetahna aleyhim babem mines semai fe zallu fıhi ya’rucun |
لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ Le kalu innema sükkirat ebsaruna bel nahnü kavmün meshurun |
|
16. Andolsun ki, Biz gökte burçlar yaptık ve onu nazar edenler için tezyin ettik. |
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ Ve le kad cealna fis semai bürucev ve zeyyennaha lin nazırın |
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ Ve hafıznaha min külli şeytanir racım |
|
18. Ancak o ki, kulak hırsızlık etmiş olur. Artık onu da apaçık bir ateş parçası takip eder. |
إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ İlla menisterekas sem’a fe etbeahu şihabüm mübın |
19. Yeryüzünü de yaydık ve onda sabit dağlar bıraktık. Ve onda her bir ölçülmüş şeyden bitirdik. |
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ Vel erda medednaha ve elkayna fıha ravasiye ve embetna fıha min külli şey’im mevzun |
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ Ve cealna leküm fıha meayişe ve mel lestüm lehu bi razikıyn |
|
وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ Ve im min şey’in illa ındena hazinühu ve ma nünezzilühu illa bi kaderim ma’lum |
|
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ Ve erselner riyaha levakıha fe enzelna mines semai maen fe eskaynakümuh ve ma entüm lehu bi hazinın |
|
23. Ve muhakkak ki Biz, evet Biz elbette diriltir ve öldürürüz. Varisler olanlar da Bizleriz. |
وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Ve inna le nahnü nuhyı ve nümıtü ve nahnül varisun |
24. Andolsun ki, Biz elbette sizden önce geçenleri de, geri kalanları da biliriz. |
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ Ve le kad alimnel müstakdimıne minküm ve le kad alimnel müste’hırın |
25. Ve şüphe yok. Senin Rabbindir ki, O onları haşredecektir. Muhakkak ki, O hakîmdir, alîmdir. |
وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ ۚ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ Ve inne rabbeke hüve yahşüruhüm innehu hakımün alım |
26. Muhakkak ki, Biz insanı kuru bir çamurdan, tegayyür etmiş bir balçıktan yarattık. |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ Ve le kad halaknel insane min salsalim min hameim mesnun |
27. Cin tâifesini de evvelce bir dumansız ateşten yaratmıştık. |
وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ Vel canne halaknahü min kablü min naris semum |
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ Ve iz kale rabbüke lil melaiketi innı haliküm beşeram min salsalim min hameim mesnun |
|
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ Fe iza sevveytühu ve nefahtü fıhi mir ruhıy fekau lehu sacidın |
|
فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ Fe secedel melaiketü küllühüm ecmeun |
|
31. Şeytan müstesna. O secde edenler ile beraber bulunmaktan kaçındı. |
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ İlla iblıs eba ey yekune meas sacidın |
32. (Cenâb-ı Hak) buyurdu ki «Ey Şeytan! Senin için ne var ki, secde edenler ile beraber olmayasın?» |
قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ Kale ya iblısü ma leke ella tekune meas sacidın |
قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ Kale lem ekül li escüde li beşerin halaktehu min salsalim min hameim mesnun |
|
34. (Hak Teâlâ da) Buyurdu ki «Artık çık oradan, muhakkak ki, sen kovulmuşundur.» |
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ Kale fahruc minha fe inneke racım |
وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَىٰ يَوْمِ الدِّينِ Ve inne aleykel la’nete ila yevmid dın |
|
قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Kale rabbi fe enzırnı ila yevmi yüb’asun |
|
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ Kale fe inneke minel münzarın |
|
إِلَىٰ يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ İla yevmil vaktil ma’lum |
|
قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ Kale rabbi bima ağveytenı le üzeyyinenne lehüm fil erdı ve le uğviyennehüm ecmeıyn |
|
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadeke minhümül muhlesıyn |
|
قَالَ هَٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ Kale haza sıratun aleyye müstekıym |
|
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ İnne ıbadı leyse leke aleyhim sültanün illa menittebeake minel ğavın |
|
43. «Ve muhakkak ki, onların hepsine elbette vaadolunmuş olan yer, cehennemdir.» |
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ Ve inne cehenneme le mev’ıdühüm ecmeıyn |
44. «Onlar için yedi kapı vardır. Herbir kapı için onlardan ayrılmış bir cüz vardır.» |
لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ Leha seb’atü ebvab likülli babim minhüm cüz’üm maksum |
45. «Muttakî olanlar ise muhakkak ki, cennetler ve pınarlar içindedirler.» |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ İnnel müttekıyne fı cennativ ve uyun |
ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ Üdhuluha bi selamin aminın |
|
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَىٰ سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ Ve neza’na ma fı sudurihim min ğıllin ıhvanen ala sürurim mütekabilın |
|
48. Onlara orada bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir. |
لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ La yemessühüm fıha nesabüv ve ma hüm minha bi muhracın |
نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ Nebbi’ ıbadı ennı enel ğafurur rahıym |
|
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ Ve enne azabı hüvel azabül elım |
|
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ Ve nebbi’hüm an dayfi ibrahım |
|
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ İz dehalu aleyhi fe kalu selama kale inna minküm vecilun |
|
53. (Onlar da) Demişlerdi ki «Korkma, muhakkak seni ziyade bilgin bir oğul ile müjdeleriz.» |
قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ Kalu la tevcel inna nübeşşiruke bi ğulamin alım |
قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَىٰ أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ Kale e beşşertümunı ala em messeniyel kiberu fe bime tübeşşirun |
|
55. Dediler ki «Seni hak ile müjdeledik, artık sen ümitsizliğe düşmüş olanlardan olma.» |
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ Kalu beşşernake bil hakkı fe la teküm minel kanitıyn |
56. Dedi ki «Sapıtmışlardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser.» |
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ Kale ve mey yaknetu mir rahmeti rabbihı illed dallun |
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ Kale fe ma hatbuküm eyyühel murselun |
|
58. Dediler ki «Muhakkak biz, mücrimler olan bir kavime gönderilmişizdir.» |
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُجْرِمِينَ Kalu inna ürsilna ila kavmim mücrimın |
59. «Lût’un efrâd-ı ailesi müstesna. Şüphesiz ki, biz onların hepsini kurtaracağız.» |
إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ İlla ale lut inna le müneccuhüm ecmeıyn |
60. Zevcesi başka, takdir ettik ki, muhakkak o, elbette (azapta) kalacaklardandır. |
إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا ۙ إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ İllemraetehu kadderna inneha le minel ğabirın |
فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ Felemma cae ale lutnil murselun |
|
62. (Lut aleyhisselâm) Dedi ki «Muhakkak siz, meçhul bir tâifesiniz.» |
قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ Kale inneküm kavmümü münkerun |
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ Kalu bel ci’nake bima kanu fıhi yemterun |
|
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ Ve eteynake bil hakkı ve inna le sadikun |
|
فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ Fe esri bi ehlike bi kıt’ım minel leyli vettebı’ edbarahüm ve la yeltefit minküm ehadüv vemdu haysü tü’merun |
|
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَٰلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَٰؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ Ve kadayna ileyhi zalikel emra enne dabira haülai maktuum musbihıyn |
|
وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ Ve cae ehlül medıneti yestebşirun |
|
قَالَ إِنَّ هَٰؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ Kale inne haülai dayfı fe la tefdahun |
|
وَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ Vettekullahe ve la tuhzun |
|
70. (Kavmi de) Dediler ki «Biz seni âlemlerin işine karışmaktan men etmiş değil miydik?» |
قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ Kalu e ve lem nenheke anil alemın |
قَالَ هَٰؤُلَاءِ بَنَاتِي إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ Kale haülai benatı in küntüm faılın |
|
72. Ömrüne andolsun ki, şüphe yok, onlar kendi sarhoşlukları içinde şaşırıp durur kimseler idi. |
لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ Le amruke innehüm le fı sekratihim ya’mehun |
73. Artık onları işrak vaktine girdikleri sırada, o sayha tutuverdi. |
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ Fe ehazethümüs sayhatü müşrikıyn |
74. Hemen onların üstünü altına getirdik ve onların üzerine balçıktan yapılmış taşlar yağdırdık. |
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ Fe cealna aliyeha safileha ve emtarna aleyhim hıcaratem min siccıl |
75. Şüphe yok ki, bunda düşünceli kimseler için elbette ibretler vardır. |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ İnne fı zalike le ayatil lil mütevessimın |
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ Ve inneha le bisebılim mükıyn |
|
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ İnne fı zalike le ayatel lil mü’minın |
|
وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ Ve in kane ashabül eyketi le zalimın |
|
79. Artık onlardan da intikam aldık ve şüphe yok ki, ikisi de elbette apaçık öndedirler. |
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ Fentekamna minhüm ve innehüma le bi imamim mübın |
80. Kasem olsun ki Hicr ahalisi de peygamberleri tekzîp etmişlerdir. |
وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ Ve le kad kezzebe ashabül hıcril murselın |
81. Ve onlara âyetlerimizi vermiş idik de onlardan yüz çevirici olmuşlardı. |
وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ Ve ateynahüm ayatina fe kanu anha mu’ridıyn |
82. Ve onlar emniyet içinde olarak dağlardan evler yontar olmuşlardı. |
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ Ve kanu yenhıtune minel cibali büyuten aminın |
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ Fe ehazethümüs sayhatü musbihıyn |
|
84. Artık o kazanageldikleri şeyleri kendilerini kurtaramadı. |
فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ Fe ma ağna anhüm ma kanu yeksibun |
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ ۗ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ ۖ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ Ve ma halaknes semavati vel erda ve ma beynehüma illa bil hakk ve innes saate le atiyetün fasfehıs safhal cemıl |
|
86. Şüphe yok ki, senin Rabbindir bihakkın bilen, ziyâdesiyle yaratıcı olan ancak O’dur. |
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ İnne rabbeke hüvel hallakul alım |
وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ Ve le kad ateynake seb’am minel mesanı vel kur’anel azıym |
|
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ La temüddenne ayneyke ila ma metta’na bihı ezvacem minhüm ve la tahzen aleyhim vahfıd cenahake lil mü’minın |
|
89. Ve de ki «Ben, şüphesiz ben (sizi azab-ı ilâhî ile) apaçık korkutucuyum.» |
وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ Ve kul innı enen nezırul mübın |
90. Nitekim (o azabı,) taksimcilerin üzerlerine indirmiştik. |
كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ Kema enzelna alel muktesimın |
91. O kimseler (in üzerine ki, Kur’an’ı) taksime uğratmak istemişlerdi. |
الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ Ellezıne cealül kur’ane ıdıyn |
92. İmdi Rabbine andolsun ki, elbette onlara, hepsine soracağız. |
فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ Fe ve rabbike le nes’elennehüm ecmeıyn |
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ Amma kanu ya’melun |
|
94. Artık sen emir olunduğun şeyi izhar et ve müşrik olanlara aldırış etme. |
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ Fasdoa’bima tü’meru ve a’rıd anil müşrikın |
إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ İnna kefeynakel müstehziın |
|
96. Onlar ki, Allah Teâlâ ile beraber başka tanrı edinirler. Artık yakında bileceklerdir. |
الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Ellezıne yec’alune meallahi ilahen ahar fe sevfe ya’lemun |
97. Andolsun ki, biliyoruz, söyledikleri şeyden dolayı senin göğsün muhakkak ki, darlaşıyor. |
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ Ve le kad na’lemü enneke yedıyku sadruke bima yekulun |
98. Sen hemen Rabbine hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. |
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ Fe sebbıh bi hamdi rabbike ve küm mines sacidın |
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّىٰ يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ Ve’büd rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn |