Edip Yüksel | |
---|---|
طه Taha |
|
مَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَىٰ Ma enzelna aleykel kur’ane li teşka |
|
إِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشَىٰ İlla tezkiratel limey yahşa |
|
تَنْزِيلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْأَرْضَ وَالسَّمَاوَاتِ الْعُلَى Tenziylem mimmen halekal erda ves semavatil ula |
|
الرَّحْمَٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَىٰ Errahmanü alel arşisteva |
|
6. Göklerde, yerde, her ikisinin arasında ve hatta toprağın altında ne varsa onundur. |
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَىٰ Lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve ma beynehüma ve ma tahtes sera |
7. (Niyetini) Sözle açıklasan da (açıklamasan da) O, gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. |
وَإِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemüs sirra ve ahfa |
8. ALLAH, O’ndan başka tanrı yoktur. Tüm güzel isimler O’na aittir. |
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ Allahü la ilahe illa hu lehül esmaül husna |
وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَىٰ Ve hel etake hadiysü musa |
|
إِذْ رَأَىٰ نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَعَلِّي آتِيكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى İz raa naran fe kale li ehlihimküsu innı anestü naral leallı atıküm minha bi kabesin ev ecidü alen nari hüda |
|
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ يَا مُوسَىٰ Felemma etaha nudiye ya musa |
|
12. "Ben, evet Ben senin Efendinim. Sandaletlerini çıkar. Çünkü sen kutsal vadide, Tuva’dasın." |
إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ ۖ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى İnnı ene rabbüke fahla’ na’leyk inneke bil vadil mukaddesi tuva |
وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَىٰ Ve enahtertüke festemı’ lima yuha |
|
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي İnnenı enallahü la ilahe illa ene fa’büdnı ve ekımıs salate li zikrı |
|
إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَىٰ İnnes saate atiyetün ekadü uhfıha li tücza küllü nefsim bi ma tes’a |
|
16. Onu onaylamayıp hevesine uyanlar seni ondan saptırmasın, sonra başüstü düşersin. |
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَىٰ Fe la yesuddenneke anha mel la yü’minü biha vettebea hevahü fe terda |
وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَىٰ Ve ma tilke bi yemınike ya musa |
|
قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَىٰ غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَىٰ Kale hiye asay etevekkeü aleyha ve ehüşşü biha ala ğanemı ve liye fıha mearibü uhra |
|
قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَىٰ Kale elkıha ya musa |
|
فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَىٰ Fe elkaha fe iza hiye hayyetün tes’a |
|
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ ۖ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَىٰ Kale huzha ve la tehaf se nüıydüha sıratehel ula |
|
22. "Bir başka delil olarak, elini koltuğunun altına koy; lekesiz bembeyaz olarak çıksın." |
وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَىٰ Vadmün yedeke ila cenahıke tahrüc beydae min ğayri suin ayeten uhra |
23. "Böylece sana en büyük mucizelerimizden bazılarını gösterelim." |
لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى Li nüriyeke min ayatinel kübra |
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ İzheb ila fir’avne innehu tağa |
|
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي Kale rabbişrah lı sadrı |
|
وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي Ve yessir lı emrı |
|
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي Vahlül ukdetem mil lisanı |
|
يَفْقَهُوا قَوْلِي Yefkahu kavlı |
|
وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي Vec’al li vezıram min ehlı |
|
هَارُونَ أَخِي Harune ehıy |
|
اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي Üşdüd bihı ezrı |
|
وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي Ve eşrikhü fı emrı |
|
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا Key nüsebbihake kesıra |
|
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا Ve nezkürake kesıra |
|
إِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَصِيرًا İnneke künte bina besıyra |
|
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسَىٰ Kale kad ütiyte sü’leke ya musa |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَىٰ Ve lekad menenna aleyke merraten uhra |
|
إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰ İz evhayna ila ümmike ma yuha |
|
أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِي وَعَدُوٌّ لَهُ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِي Enıkzi fıhi fit tabuti fakzi fıhi fil yemmi fel yülkıhil yemnü bis sahıli ye’huzhü adüvvül lı ve adüvvül leh ve elkaytü aleyke mehabbetem minnı ve li tusnea ala aynı |
|
إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ مَنْ يَكْفُلُهُ ۖ فَرَجَعْنَاكَ إِلَىٰ أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ ۚ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا ۚ فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَىٰ قَدَرٍ يَا مُوسَىٰ İz temşı uhtüke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluhu, fe raca’nake ila ümmike key tekarra aynüha ve la tahzen ve katelte nefsen fe necceynake minel ğammi ve fetennake fütunen fe lebiste sinıne fı ehli medyene sümme ci’te ala kaderiy ya musa |
|
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي Vastana’tüke li nefsı |
|
42. "Sen ve kardeşin mucize ve ayetlerimi iletin. Beni anmakta gevşek olmayın." |
اذْهَبْ أَنْتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي İzheb ente ve ehuke bi ayatı ve la teniya fı zikrı |
اذْهَبَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ İzheba ila fir’avne innehu tağa |
|
44. "Ona yumuşak bir dil kullanın; olur ki öğüt alır veya saygı duyar." |
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ Fe kula lehu kevlel leyyinel leallehu yetezekkeru ev yahşa |
45. Dediler ki "Efendimiz, onun bize karşı saldırı ve taşkınlıkta bulunmasından korkuyoruz." |
قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَنْ يَطْغَىٰ Kala rabbena innena nehafü ey yefruta aleyna ev ey yatğa |
46. "Korkmayın" dedi, "Ben sizinle birlikteyim; görüyorum ve işitiyorum." |
قَالَ لَا تَخَافَا ۖ إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَىٰ Kale la tehafa innenı meaküma esmeu ve era |
فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ ۖ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكَ ۖ وَالسَّلَامُ عَلَىٰ مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَىٰ Fe’tiyahü fe kula inna rasula rabbike fe ersel meana benı israıle ve la tüazzibhüm kad ci’nake bi ayetim mir rabbik vesselamü ala menittebeal hüda |
|
48. "Bize vahyedildi Yalanlayıp yüz çevirenler cezalandırılacaktır." |
إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَىٰ مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ İnna kad uhıye ileyna ennel azabe ala men kezzebe ve tevella |
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسَىٰ Kale fe mer rabbüküma ya musa |
|
50. "Efendimiz, Her şeye biçimini veren ve sonra yolunu gösterendir" dedi. |
قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَىٰ كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَىٰ Kale rabbünellezı a’ta külle şey’in halkahu sümme heda |
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَىٰ Kale fema balül kurunil ula |
|
52. "Onların bilgisi Efendimin yanında kayıtlıdır. Efendim yanılmaz, unutmaz!" |
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي فِي كِتَابٍ ۖ لَا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنْسَى Kale ılmüha ınde rabbı fı kitab la yedıllü rabbı ve la yensa |
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتَّىٰ Ellezı ceale lekümül erda mehdev ve selek leküm fıha sübülev ve enzele mines semai maa fe ahracna bihı ezvacem min nebatin şetta |
|
54. Çiftlik hayvanlarını yiyiniz, otlatınız. Zeka sahipleri için bunda işaretler vardır. |
كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَىٰ Külu ver’av en’ameküm inne fı zalike le ayatil li ülin nüha |
55. Sizi o yerden yarattık, sizi tekrar ona döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkartacağız. |
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَىٰ Minha halaknaküm ve fıha nüıydüküm ve minha nuhricüküm taraten uhra |
56. Ona tüm işaret ve delillerimizi göstermemize rağmen yalanlayıp reddetti. |
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَىٰ Ve lekad eraynahü ayatina külleha fe kezzebe ve eba |
57. Dedi ki, "Sen bizi büyünle yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin, Musa?" |
قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَىٰ Kale ec’tena li tuhricena min erdına bi sıhrike ya musa |
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنْتَ مَكَانًا سُوًى Fe le ne’tiyenneke bi sıhrim mislihı fec’al beynena ve belneke mev’ıdel la nuhlifühu nahnü ve la ente mekanen süva |
|
59. Dedi ki "Buluşma zamanınız bayram günüdür. Öğleden önce halk orada toplansın." |
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزِّينَةِ وَأَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى Kale mev’ıdüküm yevmüz zınet ve ey yuhşeran nasü duha |
فَتَوَلَّىٰ فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ أَتَىٰ Fe tevella fir’avnü fe cemea keydehu sümme eta |
|
قَالَ لَهُمْ مُوسَىٰ وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَىٰ Kale lehüm musa veyleküm la tefteru alellahi keziben fe yüshıteküm bi azab ve kad habe meniftera |
|
62. Aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular. |
فَتَنَازَعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَىٰ Fe tenazeu emrahüm beynehüm ve eserrun necva |
قَالُوا إِنْ هَٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ الْمُثْلَىٰ Kalu in hazani le sahırani yürıdani ey yuhricaküm min erdıküm bi sıhrihima ve yezheba bi tarıkatikümül müsla |
|
64. "Haydi, planlarınızı birleştirip birleşik bir cephe oluşturun. Bugün üstün gelen başarmıştır." |
فَأَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّا ۚ وَقَدْ أَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلَىٰ Fe ecmiu keydeküm sümme’tu saffa ve kad eflehal yevme menista’la |
65. "Musa" dediler, "Ya sen at, yahut ilk önce atan biz olalım?" |
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَىٰ Kalu ya musa imma en tülkıye ve imma en nekune evvele men elka |
قَالَ بَلْ أَلْقُوا ۖ فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَىٰ Kale bel elku fe iza hıbalühüm ve ısıyyühüm yühayyehü ileyhi min sıhrihim enneha tes’a |
|
فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُوسَىٰ Fe evcese fı nefsihı hıyfetem musa |
|
قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنْتَ الْأَعْلَىٰ Kulna la tehaf inneke entel a’la |
|
وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا ۖ إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ ۖ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَىٰ Ve elkı ma fı yemınike telkaf ma saneu innema saneu keydü sahır ve la yüflihus sahırü haysü eta |
|
70. Büyücüler, "Harun’un ve Musa’nın Efendisini onayladık" diyerek secdeye kapandılar. |
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَىٰ Fe ülkıyes seharatü sücceden kalu amenna bi rabbi harune ve musa |
قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ ۖ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَىٰ Kale amentüm lehu kable en azene leküm innehu le kebırukümüllezı allemekümüs sıhr fe le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafiv ve le üsallibenneküm fı cüzuın nahli ve le ta’lemünne eyyüna eşeddü azabev ve ebka |
|
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلَىٰ مَا جَاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا ۖ فَاقْضِ مَا أَنْتَ قَاضٍ ۖ إِنَّمَا تَقْضِي هَٰذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا Kalu len nü’sirake ala ma caena minel beyyinati vellazı fetarana fakdı ma ente kad innema takdıy hazihil hayated dünya |
|
إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ ۗ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ İnna amenna bi rabbina li yağfira lena hatayana ve ma ekrahtena aleyhi mines sıhr vallahü hayruv ve ebka |
|
74. Kim Efendisine suçlu olarak gelirse cehennemi hakeder; orada ne ölür, ne de yaşar. |
إِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَىٰ İnnehu mey ye’ti rabbehu mürimen fe inne lehu cehennem la yemutü fıha ve la yahya |
وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُولَٰئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَىٰ Ve mey ye’tihı mü’minen kad amiles salihati fe ülaike lehümüd deracatül ula |
|
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَاءُ مَنْ تَزَكَّىٰ Cennatü adnin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ve zalyike cezaü men tezekka |
|
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَىٰ Ve lekad evhayna ila musa en esri bi ıbadı fadrib lehüm tarıkan fil bahri yebesa la tehafü derakev ve la tahşa |
|
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ Fe etbeahüm fir’avnü bi cünudihı fe ğaşiyehüm minel yemmi ma ğaşiyehüm |
|
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَىٰ Ve edalle fir’avnü kavmehu ve ma heda |
|
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ Ya benı israıle kad enceynaküm min adüvviküm ve vaadnaküm canibet turil eymene ve nezzelna aleykümül menne ves selva |
|
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي ۖ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَىٰ Külu min tayyibati ma razaknnaküm ve la tatğav fıhi fe yehılle aleyküm ğadabı ve mey yahlil aleyhi ğadabı fe kad heva |
|
82. Tövbe eden, gerçeği onaylayan, erdemli yaşayan ve sürekli doğruyu arayanlar için Bağışlayıcıyım. |
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَىٰ Ve innı le ğaffarul limen tabe ve amene ve amile salihan sümmehteda |
وَمَا أَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسَىٰ Ve am a’celek an kavmike ya musa |
|
84. "Onlar öğretimi izliyorlar" dedi, "Hoşnut olasın diye sana doğru acele ettim, Efendim." |
قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَىٰ أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ Kale hüm ülai ala eserı ve aciltü ileyke rabbi li terda |
85. "Halkını, senden sonra sınadık. Samiri onları saptırdı" dedi. |
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ Kale fe inna kad fetenna kavmeke mim ba’dike ve edallehümüs samiriyy |
فَرَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدْتُمْ أَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُمْ مَوْعِدِي Fe racea musa ila kavmihı ğadbane esifa kale ya kavmi elem yeıdküm rabbüküm va’den hasena e fe tale aleykümül ahdü em eradtüm ey yehılle aleyküm ğadabüm mir rabbiküm fe ahleftüm mev’ıdı |
|
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِنْ زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ Kalu ma ahlefna mev’ıdeke bi melkina velakinna hummilna evzaram min zınetil kavmi fe kazefnaha fe kezalike elkas samiriyy |
|
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَٰذَا إِلَٰهُكُمْ وَإِلَٰهُ مُوسَىٰ فَنَسِيَ Fe ahrace lehüm ıclen cesedel lehu huvarun fe kalu haza ilahüküm ve ilahü musa fe nesiy |
|
أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا E fe la yeravne ella yarciu ileyhim kavlev ve la yemlikü lehüm darrav ve la nef’a |
|
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِهِ ۖ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَٰنُ فَاتَّبِعُونِي وَأَطِيعُوا أَمْرِي Ve le kad kale lehüm harunü min kablü ya kavmi innema fütintüm bih ve inne rabbekümür rahmanü fettebiuni ve etıy’u emrı |
|
91. "Musa gelinceye kadar ona hizmet etmeye devam edeceğiz" diye karşılık vermişlerdi. |
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ حَتَّىٰ يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَىٰ Kalu len nebreha aleyhi akifıne hatta yarcia ileyna musa |
92. Dedi ki, "Harun! Seni engelleyen neydi, onları saparken gördüğün zaman" |
قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا Kale ya harunü ma meneake iz raeytehüm dallu |
أَلَّا تَتَّبِعَنِ ۖ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي Ella tettebian e fe esayte emri |
|
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي Kale yebneümme la te’huz bi lıhyetı ve la bi ra’si innı haşıtü en tekule ferrakte beyne benı israıle ve lem terkub kavlı |
|
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ Kale fe ma hatbüke ya samiriyy |
|
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَٰلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي Kale besurtü bi ma lem yebsuru bihı fe kabadtü kabdatem min eserir rasuli fe nebeztüha ve kezalike sevvelet lı nefsı |
|
قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ ۖ وَانْظُرْ إِلَىٰ إِلَٰهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا ۖ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا Kale fezheb fe inne leke fil hayati en tekule la misase ve inne leke mev’ıdel len tuhlefeh venzur ila ilahikellezı zalte aleyhi akifale nüharrıkannehu sümme le nensifennehu fil yemmi nesfa |
|
98. Tanrınız, kendisinden başka tanrı olmayan ALLAH’tır. Bilgisi her şeyi içine almıştır. |
إِنَّمَا إِلَٰهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا İnnema ilahükümüllahüllezı la ilahe illa hu vesia külle şey’in ılma |
99. Geçmişlerin haberlerini, sana böylece aktarıyoruz. Sana katımızdan bir mesaj vermiş bulunuyoruz. |
كَذَٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ ۚ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًا Kezalike nekussu aleyke min embai ma kad sebak ve kad ateynake mil ledünna zikra |
100. Kim ondan yüz çevirirse Diriliş Gününde bir (günah) yükü taşıyacaktır. |
مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا Men a’rada anhü fe innehu yahmilü yevmel kıyameti vizra |
101. Orada ebedi kalırlar. Diriliş günü bu onlar için ne de kötü bir yüktür. |
خَالِدِينَ فِيهِ ۖ وَسَاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا Halidıne fıh ve sae lehüm yevmel kıyameti hımla |
102. Boruya üfürüldüğü gün, suçluları o gün mavi (kederden yüzleri morarmış) olarak toplarız. |
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ ۚ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا Yevme yünfehu fis suri ve nahşürul mücrimıne yevmeizin zürka |
103. Aralarında gizli gizli konuşurlar, "Siz (dünyada) sadece on kaldınız." |
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا Yetehafetune beynehüm il lebistüm illa aşra |
104. Onların ne konuştuğunu iyi biliriz. En doğru görüşlüleri, "Siz sadece birgün kaldınız" diyordu. |
نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا Nahnü a’lemü bima yekulune iz yekulü emselühüm tarıkaten il lebistüm illa yevma |
105. Senden dağları sorarlar. De ki "Efendim onları ufalayıp savuracak." |
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا Ve yes’eluneke anil cibali fe kul yensifüha rabbı nesfa |
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا Fe yezeruha kaan safsafa |
|
107. "Orda ne ufak bir eğrilik ne de bir tümsek göreceksin." |
لَا تَرَىٰ فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا La tera fıha ıvecev ve la emta |
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ ۖ وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَٰنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا Yevmeiziy yettebiuned daıye la ıvece leh ve haşeatil asvatü lir rahmani fe la tesmeu illa hemsa |
|
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا Yevmeizil la tenfeuş şefaatü illa men ezine lehür rahmanü ve radıye lehu kavla |
|
110. Hiç kimse O’nu bilgice kavrayamazken, O onların geçmişini de geleceğini de bilir. |
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yühıytune bihı ılma |
111. Tüm yüzler O Yaşayan, Ebedi Yöneticiye çevrilmiştir. Zulüm yüklenenler kaybedecektir. |
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا Ve anetil vücuhü lil hayyil kayyum ve kad habe men hamele zulma |
112. Gerçeği onaylayıp erdemli davrananlar herhangi bir haksızlıktan ve güçlükten korkmayacaktır. |
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا Ve mey ya’mel mines salihüti ve hüve mü’minün fe la yehafü zulmev ve la hadma |
وَكَذَٰلِكَ أَنْزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا Ve kezalike enzelnahü kur’anen arabiyyev ve sarrafna fıhi minel veıydi leallehüm yettekune ev yuhdisü lehüm zikra |
|
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَىٰ إِلَيْكَ وَحْيُهُ ۖ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا Fe teallellahül melikül hakk ve la ta’cel bil kur’ani min kabli ey yukda ileyke vahyühu ve kur rabbi zidnı ılma |
|
115. Geçmişte Adem’den söz almıştık; ancak unuttu. Biz onda bir azim ve kararlılık görmedik. |
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَىٰ آدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا Ve lekad ahıdna ila ademe min kablü fe nesiye ve lem necid lehu azma |
116. "Adem’e secde edin" dediğimizde melekler secde ettiler, ancak İblis hariç; o reddetti. |
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs eba |
فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَىٰ Fe kulna ya ademü inne haza adüvvül leke ve li zevcike fe la yuhricenneküma minel cenneti fe teşka |
|
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَىٰ İnne leke ella tecua fıha ve la ta’ra |
|
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَىٰ Ve enneke la tazmeü fıha ve la tadha |
|
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَىٰ شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلَىٰ Fe vesvese ileyhiş şeytanü kale ya ademü hel edüllüke ala şeceratil huldi ve mülkil la yebla |
|
فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ ۚ وَعَصَىٰ آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَىٰ Fe ekela minha fe bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsıfani aleyhima miv verakıl cenneti ve asa ademü rabbehu fe ğava |
|
ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَىٰ Sümmectebahü rabbühu fe tabe aleyhi ve heda |
|
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ Kelehbita minha cemıam ba’duküm li ba’dın adüvv fe imma ye’tiyenneküm minnı hüden fe menittebea hüdaye fe la yedıllü ve la yeşka |
|
وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَىٰ Ve men a’rada an zikrı fe innel lehu meıyşeten dankev ve nahşüruhu yevmel kıyameti a’ma |
|
125. "Efendim" der, "Toplantı alanına beni niye kör olarak sürdün, oysa ben görür idim?" |
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَىٰ وَقَدْ كُنْتُ بَصِيرًا Kale rabbi lime haşertenı a’ma ve kad küntü besıyra |
قَالَ كَذَٰلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا ۖ وَكَذَٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسَىٰ Kale kezalike etetke ayatüna fe nesıteha ve kezalikel yevme tünsa |
|
وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِآيَاتِ رَبِّهِ ۚ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَىٰ Ve kezalike neczı men esrafe ve lem yü’mim bi ayati rabbih ve le azabül ahırati eşeddü ve ebka |
|
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَىٰ E fe lem yehdi lehüm kem ehleknü kablehüm minel kuruni yemşune fı mesakinihim inne fı zalike le ayatil li ülin nüha |
|
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى Velev la kelimetün sebekat mir rabbike le kane lizamev ve ecelüm müsemma |
|
فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا ۖ وَمِنْ آنَاءِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَىٰ Fasbir ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kable ğurubiha ve min anail leyli fe sebbıh ve atrafen nehari lealleke terda |
|
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ Ve la temüddenne aynelke ila ma metta’na bihı ezvacem minhüm zehratel hayatid dünya li neftinehüm fıh ve rizku rabbike hayrun ve beka |
|
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا ۖ لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا ۖ نَحْنُ نَرْزُقُكَ ۗ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَىٰ Ve’mur ehleke bis salati vastabir aleyha la nes’elüke rizka nahnü nerzükuk vel akıbetü lit takva |
|
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِنْ رَبِّهِ ۚ أَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَىٰ Ve kalu lev la ye’tiyna bi ayetim mir rabbih e ve lem te’tihim beyyinetü ma fis suhufil ula |
|
وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَذِلَّ وَنَخْزَىٰ Ve lev enna ehleknahüm bi azabim min kablihı le kalu rabbena lev la erselte ileyna rasulen fe nettebia ayatike min kabli en nezille ve nahza |
|
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَىٰ Kul küllüm müterabbisun fe terabbesu fe se ta’lemune men ashabüs sıratıs seviyyi ve menihteda |