Hayrat Neşriyat 

1. Tâ, Hâ.

2. Biz Kur`ân`ı sana, lüzumundan fazla ibadetle kendini yorarak sıkıntıya düşesin, kavmin küfürde ısrar ettiği, senin peygamberliğine iman etmediği için, tebliğde bulun-duğun muhataplarının ters ve düşmanca davranışları dolayısıyla üzülesin, bedbaht olasın diye indirmedik.

3. Ancak (Allah`dan) korkanlara bir nasîhat olarak (indirdik).

4. (O Kur`ân,) yeryüzünü ve pek yüksek gökleri yaratan (Allah) tarafından peyderpey indirilmedir.

5. O Rahmân (ki), arşa hükmetmiştir.

6. Göklerde bulunanlar, yerde olanlar ve ikisi arasındakiler ve toprağın altında olanlar O`nundur.

7. (Duâda) sesi yükseltsen de (yükseltmesen de O`nun için birdir, işitir!); çünki şübhesiz O, gizliyi de, daha gizli olanı da bilir.

8. (O) Allah ki, O`ndan başka ilâh yoktur! En güzel isimler O`nundur!

9. (Ey Habîbim!) Sana Mûsâ`nın haberi de geldi mi?

10. Hani bir ateş görmüştü de âilesine `(Siz burada) durun; doğrusu ben bir ateş gördüm; belki ondan size bir kor getiririm; ya da ateşin yanında yol gösteren bir kimse bulurum` demişti.

11. Nihâyet ona gelince kendisine `Ey Mûsâ!` diye seslenildi.

12. `Muhakkak ki ben, senin Rabbinim; haydi pabuçlarını çıkar! Çünki sen, mukaddes vâdi Tuvâdasın!`

13. `(Ey Mûsâ!) Ben seni (peygamberliğe) seçtim; şimdi (sana) vahyedileni dinle!`

14. `Şübhe yok ki ben, (evet) ancak ben Allah`ım; benden başka ilâh yoktur; öyle ise bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl!`

15. `Kıyâmet günü, mutlaka gelicidir. Neredeyse onu gizleyeceğim (de hiç haber vermeyeceğim); tâ ki herkes yapmakta olduğu ile karşılık bulsun!`

16. `Öyle ise ona inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, sakın seni ondan(ona inanmaktan) alıkoymasın; yoksa helâk olursun!`

17. `Şu sağ elindeki de nedir ey Mûsâ?`

18. (Mûsâ) `O benim asâmdır. Ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim, benim için onda daha başka ihtiyaçlar da vardır` dedi.

19. (Allah) `Onu (yere) bırak, ey Mûsâ!` buyurdu.

20. Birakinca, degnek hemen, kosan bir yilan oluverdi.

21. (Allah) buyurdu ki `Onu al ve (bizim huzûrumuzda hiçbir şeyden) korkma! (Biz)onu yine evvelki hâline döndüreceğiz.`

22. `Ve elini yanına (koltuğunun altına) sok! Başka bir mu`cize olmak üzere, kusursuz bembeyaz (parlayan ve nûr saçan bir el) olarak çıksın!`

23. `Tâ ki sana en büyük mu’cizelerimizden bazılarını gösterelim!`

24. `Fir`avun`a git; şübhesiz o iyice azdı.`

25. (Mûsâ) dedi ki `Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver!`

26. `Ve işimi bana kolaylaştır!`

27. (27-28) `Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyice anlasınlar!`

28. (27-28) `Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyice anlasınlar!`

29. (29-30) `Ve âilemden kardeşim Hârûn`u bana yardımcı kıl!`

30. (29-30) `Ve âilemden kardeşim Hârûn`u bana yardımcı kıl!`

31. (31-34) `Onunla gücümü takviye et ve onu vazîfeme ortak yap ki, seni çok tesbîh edelim ve seni çok zikredelim!`

32. (31-34) `Onunla gücümü takviye et ve onu vazîfeme ortak yap ki, seni çok tesbîh edelim ve seni çok zikredelim!`

33. (31-34) `Onunla gücümü takviye et ve onu vazîfeme ortak yap ki, seni çok tesbîh edelim ve seni çok zikredelim!`

34. (31-34) `Onunla gücümü takviye et ve onu vazîfeme ortak yap ki, seni çok tesbîh edelim ve seni çok zikredelim!`

35. `Muhakkak ki sen, bizi hakkıyla görensin.`

36. (Allah) şöyle buyurdu `İstediğin sana verilmiştir, ey Mûsâ!`

37. `Ve and olsun ki, sana başka bir def`a daha lütufta bulunmuştuk.`

38. `O zaman annene ilhâm edilecek olanı ilhâm etmiştik.`

39. ` `Onu sandığa koy, sonra kendisini denize (Nîl`e) bırak! Böylece deniz onu sâhile çıkarsın; bana da düşman, ona da düşman olan biri onu alsın!` diye (ilhâm etmiştik). (Hem sevilesin) ve müşâhedem altında yetiştirilesin diye sana tarafımdan bir sevimlilik de verdim.`

40. `Hani kız kardeşin (Fir`avun`un sarayına) gidip `Ona bakacak bir kimse için size rehberlik edeyim mi?` diyordu. Böylece seni annene iâde ettik ki, gözü aydın olsun, üzülmesin!

41. `Ve seni kendim için (peygamber olarak) seçtim!`

42. `Sen, kardeşinle berâber, mu`cizelerimle git; ve beni anmakta gevşek davranmayın!`

43. `Fir`avun`a gidin; şübhesiz o (ilâhlık iddiâsıyla) iyice azdı.`

44. `Buna rağmen ona yumuşak söz söyleyin; belki ibret alır ya da (Allah`dan)korkar.`

45. (Mûsâ ve kardeşi) `Rabbimiz! Doğrusu biz (onun) bize karşı aşırı davranmasından; ya da azmasından korkuyoruz` dediler.

46. (Allah) buyurdu ki `Korkmayın! Çünki ben, sizinle berâberim, işitirim ve görürüm.`

47. `Böylece ona gidin de şöyle söyleyin `Şübhe yok ki biz, Rabbinin iki elçisiyiz; artık İsrâiloğullarını bizimle berâber gönder, onlara eziyet etme! (Biz) gerçekten Rabbinden bir mu`cize ile sana geldik. Selâm ise, hidâyete tâbi` olanlaradır.` `

48. `Doğrusu biz (öyle kimseleriz ki), gerçekten bize `Şübhesiz azab,(peygamberleri) yalanlayanlar ve (haktan) yüz çevirenler üzerinedir` diye vahyolundu.`

49. (Fir`avun) `Peki ikinizin Rabbi kimdir, ey Mûsâ?` dedi.

50. (O da) `Bizim Rabbimiz, herşeye yaratılışını (husûsiyetleriyle) veren, sonra da(onu muhtaç olduğu şeylerin yoluna) sevk edendir` dedi.

51. (Fir`avun) `Öyle ise (putlara tapan) önceki nesillerin hâli ne olacak?` dedi.

52. (Mûsâ) `Onların ilmi Rabbimin katında bir kitabda (Levh-i Mahfûz`da)dır. Rabbim ne şaşırır, ne de unutur!` dedi.

53. O ki, yeri sizin için bir beşik yaptı, onda sizin için yollar açtı ve gökten bir su indirdi. Böylece onunla çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.

54. Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın! Şübhesiz ki bunda (istikametli) akıl sâhibleri için nice deliller vardır.

55. Sizi ondan (o topraktan) yarattık; yine sizi oraya iâde edeceğiz ve sizi (haşirde)diğer bir def`a daha ondan çıkaracağız.

56. Celâlim hakkı için, (biz) ona (Fir`avun`a, gösterilecek) mu`cizelerimizin hepsini gösterdik; fakat (o) yalanladı ve (hakkı kabûl etmemekte) diretti.

57. Şöyle dedi `(Sen) sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi bize geldin, ey Mûsâ!`

58. `Öyle ise, (biz de) mutlaka sana onun benzeri bir sihir getireceğiz; şimdi (sen,)bizimle kendi aranda bir buluşma zamânı (ve yeri) ta`yîn et ki, ne bizim, ne de senin ona muhâlefet etmeyeceğimiz, (herkesin gelebileceği) uygun bir yer olsun!`

59. (Mûsâ) `Size va`d edilen vakit (ve yer), bayram günü (toplanma yeri) ve insanların toplanacağı kuşluk zamanıdır` dedi.

60. Bunun üzerine Fir`avun dönüp gitti; hemen (bütün) hîlesini (sihirbazlarını)topladı; sonra (ta`yîn edilen yere) geldi.

61. Mûsâ onlara (o sihirbazlara) `Yazıklar olsun size! Allah`a yalan yere iftirâ etmeyin; sonra (O), bir azâb ile kökünüzü keser. (Allah hakkında) iftirâ eden, elbette hüsrâna uğramıştır` dedi.

62. Buna rağmen (sihirbazlar Mûsâ hakkında yapacakları) işlerini aralarında tartıştılar ve fısıldamalarını gizli tuttular.

63. (Sonunda kendi aralarında şöyle) dediler `Doğrusu bunlar (Mûsâ ile Hârun), gerçekten iki sihirbazdır; sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan yolunuzu(dîninizi) ortadan kaldırmak istiyorlar.`

64. `Onun için (bütün) hîlelerinizi (sihirlerinizi) toplayın; sonra sıra sıra gelin! Bugün üstün gelen muhakkak kurtuluşa ermiştir!`

65. (Sihirbazlar) `Ey Mûsâ! (Sen önce hünerini ortaya) atacak mısın, yoksa önce atan biz mi olalım?` dediler.

66. (Mûsâ) `Hayır, siz atın!` dedi. (Onlar hünerlerini ortaya atınca, Mûsâ) bir de baktı ki, yaptıkları sihirden dolayı kendisine, onların ipleri ve sopaları gerçekten sür`atle gidiyor gibi görünüyor!

67. Bu yüzden Mûsâ, (halkın bu sihirlere kanabileceği endişesiyle) içinde bir çeşit korku duydu.

68. (Biz kendisine) `Korkma! Hiç şübhesiz üstün (gelecek) olan ancak sensin!` dedik.

69. `Sağ elindekini (yere) bırak da (onların özenerek) yaptıkları şeyleri yutsun! Yaptıkları sâdece bir sihirbaz hîlesidir. Hâlbuki (böyle göz boyayan) sihirbaz, her nereye varsa kurtuluşa ermez (maksadına sihirle ulaşamaz).`

70. (Mûsâ`nın asâsı bir ejderha olup, bütün ip ve değnekleri yutunca) sihirbazlar hemen secde eden kimseler olarak, yere kapandılar `(Biz) Hârûn`un ve Mûsâ`nın Rabbine îmân ettik!` dediler.

71. (Fir`avun) `(Ben) size izin vermeden ona îmân ettiniz, öyle mi? Şübhesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Öyle ise (ben de), mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi şübhesiz hurma dallarına asacağım! Böylece hangimizin azâbı daha şiddetli ve daha devamlıymış, kat`iyen bileceksiniz!` dedi.

72. (O sihirbazlar ise) dediler ki `Seni, bize gelen apaçık mu`cizelere ve bizi yaratana aslâ tercîh etmeyiz; artık ne hüküm vereceksen ver! (Sen) ancak bu dünya hayâtında hükmedersin!`

73. `Şübhesiz biz, Rabbimize îmân ettik ki, günahlarımızı ve bizi kendisine zorladığın bu sihirden bizi bağışlasın! Allah(`ın mükâfâtı) hayırlı ve (azâbı) daha devamlıdır!`(dediler).

74. Şu muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr (kâfir) olarak gelirse, artık şübhesiz ona Cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de yaşar!

75. Kim de O`na gerçekten sâlih ameller işlemiş bir mü`min olarak gelirse, işte onlara da en üstün dereceler vardır.

76. (Onlar için) altlarından nehirler akan, içinde ebedî olarak kalıcı oldukları Adn Cennetleri vardır. İşte (günahlardan) temizlenenlerin mükâfâtı budur!

77. And olsun ki Mûsâ`ya şöyle vahyetmiştik `Kullarımı geceleyin (Mısır`dan) yola çıkar; (size) yetişilmesinden korkmadan ve (boğulmaktan) endişe etmeden, denizde onlara kuru bir yol (açmak) için (asân ile denize) vur!`

78. Derken Fir`avun ordusuyla onların peşine düştü (ve onlar da açılan yoldan denize girdiler). Bunun üzerine denizden onları kaplayan şey, kaplayıverdi (de hepsi boğulup helâk oldular).

79. İşte Fir`avun, kavmini dalâlete düşürdü ve hak yola sevk etmedi.

80. Ey İsrâiloğulları! Şübhesiz sizi (böylece) düşmanınızdan kurtardık; Tûr`un sağ tarafında (buluşmak üzere) sizinle sözleştik ve size (pek muhtaç kaldığınız o çölde) kudret helvası ile bıldırcın indirdik.

81. Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yiyin; bu hususda aşırı gitmeyin; yoksa üzerinize gazabım vâcib olur! Kimin de üzerine gazabım vâcib olursa, artık gerçekten (o, uçuruma düşüp) helâk olmuştur.

82. Şübhesiz ki ben, tevbe eden ve îmân edip sâlih amel işleyen, sonra da hidâyette(sebât edip, sabırlı) olan kimseye karşı elbette çok mağfiret ediciyim.

83. Ve (Allah buyurdu ki) `Seni kavminden (ayırıp) acele ettiren nedir, ey Mûsâ!`

84. (Mûsâ) dedi ki `İşte onlar da arkamdalar; Rabbim! Râzı olman için sana(gelmekte) acele ettim.`

85. (Allah) `Fakat muhakkak ki biz, senden (yola çıkmandan) sonra kavmini gerçekten imtihân ettik; Sâmirî onları dalâlete düşürdü` buyurdu.

86. Bunun üzerine Mûsâ kızgın ve üzgün olarak kavmine geri döndü dedi ki `Ey kavmim! Rabbiniz size (Tevrât`ı vermek için) güzel bir va`d ile va`dde bulunmamış mıydı? Yoksa (sizden ayrıldığım) müddet size uzun mu geldi? Yâhut Rabbinizden üzerinize bir gazabın vâcib olmasını mı istediniz ki (îmanda sebât edeceğinize dâir) bana verdiğiniz sözden döndünüz?`

87. (Onlar) şöyle dediler `Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik; fakat biz, o kavmin (Mısırlıların) ziynet eşyâsından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik; sonra onları(eritmek üzere ateşe) attık; işte aynı şekilde Sâmirî de attı.`

88. Derken (Sâmirî) onlara, böğürmesi olan bir buzağı heykeli (ortaya) çıkardı; Bunun üzerine (Sâmirî ve adamları) `İşte sizin de ilâhınız, Mûsânın da ilâhı budur; fakat (o bunu) unuttu` dediler.

89. Hâlbuki (onlar) görmüyorlar mıydı ki, (o buzağı) kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor ve onlar için ne bir zarara, ne de bir faydaya mâlik olamıyordu.

90. And olsun ki, Hârûn daha önce onlara `Ey kavmim! (Siz) bununla (bu heykelle)sâdece imtihân edildiniz. Şübhesiz ki sizin Rabbiniz, Rahmândır; öyle ise bana tâbi` olun ve emrime itâat edin!` demişti.

91. (Onlar ise) `Mûsâ bize dönünceye kadar, buna tapan kimseler olmaktan aslâ vazgeçmeyeceğiz` dediler.

92. (92-93) (Mûsâ dönünce) `Ey Hârûn! Onları dalâlete düşmüş gördüğün zaman, seni benim yolumda gitmekten ne alıkoydu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?` dedi.

93. (92-93) (Mûsâ dönünce) `Ey Hârûn! Onları dalâlete düşmüş gördüğün zaman, seni benim yolumda gitmekten ne alıkoydu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?` dedi.

94. (Hârûn) `Ey anamın oğlu! Sakalımı, başımı tutma! Doğrusu ben (onlara şiddet gösterseydim) `İsrâiloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın!` diyeceğinden korktum!` dedi.

95. (Mûsâ, Sâmirî`ye döndü) `Ya senin maksadın (zorun) neydi, ey Sâmirî?` dedi.

96. (Sâmirî) `(Ben, onların) görmedikleri şeyi gördüm ve (sana gelen) o elçinin(Cebrâîl`in atının) izinden bir avuç (toprak) avuçlayıverdim de onu (eritilmiş ziynet eşyâlarının içine) attım; böylece bunu nefsim bana hoş gösterdi` dedi.

97. (Mûsâ) `(Haydi) git! Artık muhakkak ki sana, (cezâ olarak) hayat boyunca, `(Aman, birbirimize) dokunmak yok!` diyecek olman vardır! Ve elbette sana va`d edilen bir (cezâ) yer(i olan Cehennem) de var ki, ondan (o tehdidden) aslâ döndürülmeyeceksin! Şimdi, ona tapan bir kimse olup durduğun ilâhına bak; elbette (biz) onu cayır cayır yakacağız; sonra da onu kül edip muhakkak denize savuracağız` dedi.

98. Sizin İlâhınız, ancak kendisinden başka ilâh olmayan Allah`dır. (O) herşeyi ilmen kuşatmıştır.

99. (Habîbim, yâ Muhammed!) İşte böylece geçmiş (ümmet)lerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Gerçekten sana katımızdan bir Zikir (Kur`ân) verdik.

100. Kim ondan yüz çevirirse, artık şübhesiz ki o, kıyâmet günü ağır bir yük (olan günahlarının vebâlini) yüklenecektir.

101. (Onlar) onda (o vebâlin altında) ebedî olarak kalıcıdırlar. Kıyâmet gününde, onlar için (bu) ne fenâ bir yüktür!

102. O gün ki, sûra (ikinci kez) üfürülür ve o gün günahkârları, gözleri gömgök (kör)olarak haşrederiz.

103. Kendi aralarında `(Dünyada) on (gün)den fazla kalmadınız` diye gizli gizli konuşurlar.

104. Onların söylemekte olduklarını en iyi bilen biziz! O vakit onların gidişâtça en akıllı olanı `(Siz) sâdece bir gün kaldınız` der.

105. (Ey Resûlüm!) Sana (kıyâmet gününde) dağlar(ın nasıl olacağın)dan soruyorlar; de ki `Rabbim (o gün) onları ufalayıp savuracak!`

106. `Onları(n yerlerini) dümdüz, bomboş bir hâlde bırakacak!`

107. `Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin!`

108. `O gün (herkes) o çağırıcıya (İsrâfîl`e) uyarlar; ona karşı yan çizmek yoktur. Öyle ki, Rahmân(`ın heybetin)den dolayı sesler kısılmıştır; artık seslerin en hafîfinden(yalvaran dudakların kıpırdaması, korkulu ayakların hışırtısından) başka bir şey işitmezsin!`

109. `O gün, Rahmân`ın kendisine izin verdiği ve sözce kendisinden râzı olduğu(konuşmasına izin verdiği) kimseden başkasının şefâati fayda vermez.`

110. `(O) onların önlerindekini ve arkalarındakini (geçmişlerini ve geleceklerini) bilir; ve (onlar) bunu ilmen kuşatamazlar.`

111. `Ve bütün yüzler O Hayy-ı Kayyûm (hayat sâhibi olan ve herşey kendisiyle kaim olan Allah) için (huzûrunda) baş eğmişlerdir; zulüm yüklenen kimse ise, gerçekten hüsrâna uğramıştır.`

112. `Kim mü`min olarak sâlih amellerden işlerse, ne zulüm edilmekten ne de hakkının yenmesinden korkar.`

113. İşte böylece onu, Arabca bir Kur`ân olarak indirdik ve onda (yaptığımız)tehdidleri türlü şekillerde açıkladık. Tâ ki onlar (günahlardan) sakınsınlar, ya da (o Kur`ân), onlar için (ders alacakları) bir ibret meydana getirsin.

114. İşte gerçek hükümdâr olan Allah, çok yücedir. (Ey Habîbim!) Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur`ân`(ı okuma)da acele etme! Ve `Rabbim! İlmimi artır!` de!

115. And olsun ki, daha önce Âdem`e (yasaklandığı o ağaçtan yememesi için) emir vermiştik; fakat (o bunu) unuttu. (Biz) onda bir azim (bir isyan kasdı ve emrimizde sebat)da bulmadık.

116. Bir zaman meleklere `Âdem`e secde edin!` demiştik; (cinlerden olan) İblis hâriç, hemen secde ettiler; (o İblis ise) diretti.

117. Hem demiştik `Ey Âdem! Şübhesiz ki bu (şeytan), senin ve zevcenin düşmanıdır; o hâlde sakın sizi Cennetten çıkarmasın (buna sebeb olacak bir günahla sizi kandırmasın); yoksa çok sıkıntı çekersin!`

118. `Doğrusu senin burada ne acıkman, ne de çıplak kalman vardır.`

119. `Ve şübhesiz ki sen, burada ne susarsın, ne de sıcakta kalırsın.`

120. Derken şeytan ona vesvese verdi `Ey Âdem! Sana ölümsüzlük ağacına ve yok olmayacak bir mülk üzerine rehberlik edeyim mi?` dedi.

121. Bunun üzerine ondan (o ağacın meyvesinden) yediler; böylece (Cennet elbiseleri üzerlerinden hemen alınmakla) avret yerleri kendilerine göründü ve derhâl (bir pişmanlık ve utançla) Cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Âdem, Rabbi(nin emri)ne âsî oldu da şaşırdı.

122. Sonra Rabbi onu seçti; sonunda tevbesini kabûl etti ve (ona) doğru yolu gösterdi.

123. (Onlara) şöyle buyurmuştu `Birbirinize düşman olarak hep birlikte oradan inin! Artık benden size bir hidâyet geldiğinde, kim benim hidâyetime tâbi` olursa, (o) ne dalâlete düşer, ne de bedbaht olur!`

124. `Kim de benim zikrimden (Kitâb`ımdan) yüz çevirirse, artık şübhesiz ki onun için, dar bir geçim vardır ve kıyâmet günü onu kör olarak haşrederiz.`

125. (O) `Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Hâlbuki (ben) gören bir kimse idim!` der.

126. (Allah) `İşte böyle! Sana âyetlerimiz gelmişti de (sen) onları unutmuştun. Bugün de (sen) öyle unutulursun!` buyurur.

127. İşte (haddi aşarak ömrünü) isrâf eden ve Rabbinin âyetlerine îmân etmeyeni böyle cezâlandırırız. Âhiretin azâbı ise, elbette daha şiddetli ve daha devamlıdır.

128. Onlardan önce (yaşamış) olan nice nesilleri (böyle zulümleri sebebiyle) helâk edişimiz, kendilerini hâlâ yola getirmedi mi? (Hâlbuki) onların meskenlerinde dolaşıyorlar. Şübhe yok ki bunda, (doğru) akıl sâhibleri için nice ibretler vardır.

129. Eğer Rabbin tarafından önceden verilmiş bir söz (bir hüküm) ve ta`yîn edilmiş bir ecel (kıyâmet vakti) olmasaydı, (bunlara da azab) elbette (hemen) lâzım olurdu.

130. (Habîbim, yâ Muhammed!) Artık (onların) söylediklerine sabret; güneşin doğmasından önce (sabah namazını) ve batmasından önce (ikindi namazını kılarak)Rabbini hamd ile tesbîh et! Gecenin bir kısım saatlerinde ise (akşam ve yatsı namazını) ve gündüzün etrâfında (öğle namazını kılarak) tesbîh et ki (sana verilecek sevâb ile) hoşnûd olasın!

131. Onlardan (o kâfirlerden) bazı sınıfları imtihân etmek için kendilerini onunla faydalandırdığımız dünya hayâtının süsüne de, sakın gözlerini dikme; Rabbinin rızkı hayırlıdır ve daha devamlıdır.

132. (Ey Resûlüm!) Âilene namazı emret, (kendin de) ona sabırla devâm et! Senden rızık istemiyoruz. (Bil`akis) seni biz rızıklandırıyoruz. (Güzel) âkıbet, takvâ (sâhibleri)içindir.

133. (Kâfirler) `(Muhammed) bize Rabbinden bir mu`cize getirmeli değil miydi?` dediler. Onlara (en büyük mu`cize olarak) önceki kitablarda olanların apaçık delîli (olanKur`ân) gelmedi mi?

134. Eğer gerçekten biz, onları bundan (kendilerini haberdâr etmeden) önce bir azâb ile helâk etseydik, elbette `Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, aşağılığa ve rezilliğe düşmeden önce senin âyetlerine tâbi` olsaydık!` derlerdi.

135. De ki `Herkes (kendi âkıbetini) bekleyicidir! Öyle ise (siz de) bekleyin! Artık doğru yolun sâhiblerinin kimler olduğunu ve kimlerin hidâyete erdiğini yakında bileceksiniz!`