Süleyman Ateş 

1. Elif lâm mim sâd.

2. (Bu,) Sana indirilen bir Kitaptır. Onunla (insanları) uyarman ve insanlara öğüt (vermen) hususunda göğsünde bir sıkıntı olmasın (hiç kuşkulanma, tasalanma, bu tamamen Allâh tarafındandır. Sen hemen insanları uyar).

3. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O’ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

4. Nice kent(ler)i helâk ettik; gece yatarlarken, yahut gündüz uyurlarken, azâbımız onlara geliverdi.

5. Azâbımız onlara geldiğinde "Biz gerçekten zâlimlermişiz!" demelerinden başka yalvarıları kalmadı.

6. Hem kendilerine elçi gönderilmiş olanlara soracağız, hem de gönderilen elçilere soracağız.

7. Ve elbette onlara, olan biten herşeyi bilgi ile anlatacağız, zira biz onlardan uzak değiliz.

8. O gün tartı tam doğrudur. Kimin (sevâp) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır.

9. Kimin (sevâp) tartıları hafif gelirse, işte onlar da âyetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.

10. Doğrusu biz sizi yeryüzünde yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz!

11. Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere "Âdem’e secde edin!" dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı.

12. (Allâh) buyurdu "Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis) "Ben, dedi, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."

13. (Allâh) buyurdu "Öyle ise oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın!"

14. (İblis) dedi "(Bari) bana (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar süre ver."

15. (Allâh) buyurdu "Haydi sen süre verilmişlerdensin."

16. "Öyle ise, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım."

17. "Sonra (onların) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!"

18. (Allâh) buyurdu "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun ki onlardan sana kim uyarsa (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım (azdıran sizler de, size uyup yoldan çıkan insanlar da cehenneme gireceksiniz)!"

19. (Sonra Allâh, Âdem’e hitâbetti) "Ey Âdem, sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz."

20. Derken şeytân, onların, kendilerinden gizlenmiş olan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek, ya da ebedi kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men’etti" dedi.

21. Ve onlara "Elbette ben size öğüt verenlerdenim." diye de yemin etti.

22. Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı, (önceki mevkilerinden indirdi). Ağac(ın meyvasın)ı tadınca çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerine örtmeğe başladılar. Rableri onlara ünledi "Ben sizi o ağaçtan men’etmedim mi ve şeytân size apaçık düşmandır, demedim mi?"

23. Dediler "Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz!"

24. (Allâh) buyurdu "Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir."

25. "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız!" dedi.

26. Ey Âdem oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Korunma giysisi, en iyisidir. İşte bu(nlar), Allâh’ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.

27. Ey Âdem oğulları, şeytân, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belâya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz şeytânları, inanmayanların dostları yaptık.

28. Onlar bir kötülük yaptıkları zaman "Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allâh emretti." dediler. "Allâh kötülüğü emretmez, de, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?"

29. De ki "Rabbim adâleti emretti. Her mescidde yüzlerinizi O’na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na yalvarın (Allah’a hiçbir benzer, eş, ortak koşmadan, gönlünüze başka tanrılar getirmeden sırf Allah’a yönelerek O’na kulluk edin). İlkin sizi yarattığı gibi yine O’na döneceksiniz."

30. (O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, şeytânları Allah’tan başka dostlar tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlar.

31. Ey Âdem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel giysiler)inizi alın; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü O, israf edenleri sevmez.

32. De ki "Allâh’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim harâm etti?" De ki "O, dünyâ hayâtında inananlarındır, kıyâmet günü de yalnız onlarındır." İşte biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.

33. De ki "Rabbim, fuhuşları, gerek açığını, gerek kapalısını; günâhı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmayı ve Allâh hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi kesinlikle harâm etmiştir."

34. Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince (onlar), ne bir an geri kalırlar, ne de öne geçerler, (tam vaktinde batıp giderler).

35. Ey Âdem oğulları, size kendi içinizden elçiler gelip size âyetlerimi anlattıkarı zaman korunup uslananlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

36. Âyetlerimizi yalanlayıp onları kabule tenezzül etmeyenlere gelince, onlar da ateş halkıdır; onlar orada sürekli kalacaklardır.

37. Allah’a yalan uyduran, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Onlara Kitaptan nasipleri erişir (ezelde kendileri için ne rızık takdir edilmişse onu alır ve kendilerine yazılmış süre kadar yaşarlar); nihâyet (ömürleri tükendiği zaman) melek elçilerimiz gelip canlarını alırken "Hani Alah’tan başka yalvardıklarınız nerede?" dediklerinde "Bizden sapıp, kayboldular" dediler ve kendi aleyhlerine, kendilerinin kâfir olduklarına şâhidlik ettiler.

38. (Allâh) buyurdu "Sizden önce geçen cin ve insan topluluklariyle beraber ateşin içine girin!" Her ümmet girdikçe yoldaşına la’net etti. Hepsi birbiri ardından orada toplanınca sonrakiler, öncekiler için dediler ki "Rabbimiz, bunlar bizi saptırdılar. Bunlara ateşten bir kat daha azâb ver!" (Allâh) "Hepsi için bir kat fazla (azâb) vardır, ama siz bilmezsiniz." dedi.

39. Öncekiler de sonrakilere dediler ki "Sizin bize bir üstünlüğünüz yok. O halde siz de kazandıklarınıza karşılık azâbı tadın!"

40. Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmağa tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir! İşte suçluları böyle cezâlandırırız.

41. Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerinde de (yine ateşten) örtüler vardır. İşte zâlimleri böyle cezâlandırırız!

42. İnanıp iyi işler yapanlar, -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz- İşte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır.

43. Göğüslerinden kinden (tasadan) ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akmaktadır. "lutfedip bizi buraya getiren Allah’a hamdolsun, Allâh bizi getirmeseydi, biz bunu bulamazdık! Rabbimizin elçileri, gerçeği getirmişler (söyledikleri doğruymuş)." dediler. Onlara "İşte size cennet; yaptıklarınıza karşılık o size mirâs verildi" diye seslenildi.

44. Cennet halkı, ateş halkına seslendi "Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size va’dettiğini gerçek buldunuz mu?" (Onlar da) "Evet", dediler ve aralarından bir ünleyici "Allâh’ın la’neti zâlimlerin üzerine olsun!" diye ünledi.

45. Onlar ki Allâh’ın yolundan menedip, onu eğriltmek isterler, âhireti de inkâr ederlerdi.

46. İki taraf arasında bir perde ve A’raf üzerinde de hepsini (hem cennetlikleri hem de cehennemlikleri, yüzlerindeki) işâretleriyle tanıyan erkekler vardır. (Bunlar), henüz cennete girmemiş olan, fakat girmeyi bekleyen, cennet halkına "selâm size!" diye seslendiler.

47. Gözleri ateş halkı tarafına çevrildiği zaman da; "Rabbimiz, bizi şu zâlim toplulukla beraber bulundurma!" dediler.

48. A’raf halkı, yüzlerindeki işâretleriyle tanıdıkları birtakım adamlara da ünleyerek dediler ki "Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiçbir yarar sağlamadı."

49. "Allâh onları hiçbir rahmete erdirmeyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?" (Cennetliklere dönerek) "Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz üzüleceksiniz!" dediler.

50. Ateş halkı, cennet halkına "Suyunuzdan veya Allâh’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın (ne olur)!" diye seslendiler. (Onlar da) dediler ki; "Allâh, bu ikisini kâfirlere harâm etmiştir."

51. Onlar ki dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünyâ hayâtı, kendilerini aldattı. Onlar, bu günleriyle karşılaşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi bile bile nasıl inkâr ediyor idilerse, biz de bugün onları öyle unuturuz!.

52. Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitap getirdik.

53. İlle onun te’vilini mi gözetiyorlar? Onun te’vili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki "Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefâ’atçilerimiz var mı ki bize şefâ’at etsinler, yahut tekrar geri döndürül(üp dünyâya gönderil)memiz mümkün mü ki, (orada eski) yaptıklarımızdan başkasını yapalım?" Onlar, kendilerini ziyana soktular ve uydurdukları şeyler, kendilerinden saptı (kaybolup gitti).

54. Rabbiniz o Allah’tır ki; gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arşa istivâ etti (tahta kuruldu. O), geceyi, durmadan onu kovalayan gündüzün üzerine bürüyüp örter. Güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratan O’dur). İyi bilin ki, yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allâh, ne uludur!

55. Rabbinize yalvararak ve gizlice du’â edin, çünkü O, haddi aşanları sevmez.

56. Yeryüzü düzeltildikten sonra onda bozgunculuk yapmayın, korkarak ve umarak O’na du’â edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.

57. O ki rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderir. Nihâyet onlar, ağır ağır bulutları yüklenince, onu ölü bir ülkeye yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyvalar çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Herhalde bundan ibret alırsınız.

58. Güzel olan ülkenin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir toplum için âyetleri böyle döndürüp (tekrar tekrar) açıklarız.

59. Andolsun Nûh’u kavmine gönderdik "Ey kavmim, dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, size büyük bir günün azâbın(ın inmesin)den korkuyorum."

60. Kavminden ileri gelenler dediler ki "Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz!"

61. Dedi ki "Ey kavmim, bende bir sapıklık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim."

62. "Size Rabbimin mesajlarını duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allâh tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum."

63. "Korunup da merhamete uğramanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam aracılığı ile bir Zikir (sizi ikaz eden bir Kitap, size şan ve şeref verecek bir kanun) gelmesine şaştınız mı?"

64. O’nu yalanladılar, biz de O’nunla berebar gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim idiler.

65. Âd(kavmin)e de kardeşleri Hûd’u (gönderdik) "Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’dan başka tanrınız yoktur. (O’na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?" dedi.

66. Kavminden ileri gelen inkârcılar dediler ki "Biz seni bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve biz seni yalancılardan sanıyoruz!"

67. "Ey kavmim, bende beyinsizlik yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." dedi.

68. "Size Rabbimin mesajlarını duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm."

69. "Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir Zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki (Allâh) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı. Üstelik, yaratılışta, size irilik verdi (sizi daha iri yapılı yarattı). Allâh’ın ni’metlerini hatırlayın ki başarıya eresiniz."

70. Dediler ki; "Ya, demek sen, tek Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdid ettiğin(o azâb)ı bize getir!"

71. Dedi ki "Artık size Rabbinizden bir rics (pislik) ve gazab inmiştir. Allâh’ın, kendileri için hiçbir delil indirmediği (ve hiçbir güç vermediği), sadece sizin ve atalarınızın taktığı (boş) isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyle ise, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!"

72. O’nu ve O’nunla beraber olanları, bizden bir rahmetle kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanların ve inanmayacak olanların ardını kestik.

73. Semûd(kavmin)e de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik) "Ey kavmim dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık delil geldi. İşte şu, Allâh’ın devesi, size bir mu’cizedir; bırakın onu Allâh’ın arzından yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azâb yakalar."

74. "Düşünün ki (Allâh), Âd’dan sonra sizi hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi Onun düzlüklerinde saraylar ediniyorsunuz, dağlarını yontup evler yapıyorsunuz, artık Allâh’ın ni’metlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın.

75. Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görülen inananlara "Siz, dediler, Sâlih’in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da) "(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.

76. Büyüklük taslayanlar "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.

77. Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğu dışına çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdid ettiğin (azâb)ı bize getir!" dediler.

78. Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

79. (Sâlih), onlardan öteye döndü de "Ey kavmim, ben size Rabbimin mesajlarını duyurdum ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz!" dedi.

80. Lût’u da (gönderdik). Kavmine dedi ki "Siz, sizden önce dünyâlarda hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?"

81. "Siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere gidiyorsunuz ha! Doğrusu siz, israfçı (aşırı) bir kavimsiniz!"

82. Kavminin cevabı "Onları (şu Lût taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış!" demelerinden başka olmadı.

83. Biz de onu ve âilesini kurtardık, yalnız karısı geride kalanlardan oldu.

84. Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak, işte suçluların sonu nasıl oldu!

85. Medyen’e de kardeşleri Şuayb’i (gönderdik) "Ey kavmim, dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inananlar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!"

86. "Ve her yolun başına oturup da tehdid ederek inananları Allâh yolundan çevirmeğe ve o(Hak yolu)nu eğriltmeğe çalışmayın; düşünün siz az idiniz, O sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!"

87. "Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allâh aramızda hükmedinceye kadar sabredin; O, hükmedenlerin en iyisidir!"

88. Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki "Ey Şu’ayb, mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!" Dedi ki "İstemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak veya dinimizden döndüreceksiniz)?

89. Allâh, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allâh’ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabbimiz Allâh, dilemedikten sonra o(sizin dediğiniz di)ne dönmemiz, bizim için olur şey değildir. Rabbimiz, bilgice her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a dayanmışız. (Ey) Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasın(daki iş)i gerçekle aç(ığa çıkar). Muhakkak ki sen (gerçekleri) aç(ığa çıkar)anlanın en iyisisin!"

90. Kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki "Eğer Şu’ayb’e uyarsanız muhakkak siz ziyana uğrarsınız!"

91. Derken o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

92. Şu’ayb’i yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şu’ayb’i yalanlayanlar... işte ziyana uğrayanlar, onlar oldular.

93. (Şu’ayb), onlardan öteye döndü de "Ey kavmim dedi, ben size Rabbimin mesajlarını duyurdum ve size öğüt verdim, artık kâfir bir kavme nasıl acırım?"

94. Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını -yalvarıp yakarsınlar diye- mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.

95. Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdik de (insanlar) çoğaldılar ve "Atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuştu (onlar da üzüntülü ve sevinçli günler geçirmişlerdi)." dediler (de olaylardan ibret alıp şükretmediler). Biz de onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.

96. (O) ülkelerin halkı inanıp (kötülüklerden) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyle yakaladık.

97. Peki (o) ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken azâbımızın kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler?

98. Ya da (o) ülkelerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azâbımızın onlara gelmeyeceğinden emin midirler?

99. Allâh’ın tuzağından (kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allâh’ın tuzağın(a yakalanmayacağın)dan emin olamaz.

100. (Geçmiştekilerin başlarına gelenler), sâhiplerinden sonra şu toprağa vâris olanları yola getirmedi mi (hâlâ anlamadılar mı) ki biz dilesek, kendilerini de günâhlarıyle cezâlandırırız ve kalblerini mühürleriz, artık hiç işitmezler.

101. İşte o ülkeler; sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun, elçileri onlara açık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıklarından ötürü, inanmak istemediler. İşte Allâh, kâfirlerin kalblerini böyle mühürler.

102. Onların çoklarını yoldan çıkmış bulduk ama, çoklarında sözde durma diye bir şey bulmadık.

103. Onlardan sonra Mûsâ’yı âyetlerimizle Fir’avn’a ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik, âyetlerimize haksızlık ettiler; fakat bak, bozguncuların sonu nasıl oldu!

104. Mûsâ dedi ki "Ey Fir’avn, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim."

105. "Allah’a karşı gerçekten başkasını söylememek, benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim, artık İsrâil oğullarını benimle gönder!"

106. (Fir’avn) dedi. "Eğer bir âyet (mu’cize) getirmiş isen, hakikaten doğru söylüyorsan göster onu bakalım!"

107. Bunun üzerine (Mûsâ), asâsını attı, birden o, açıkça bir ejderha (oluverdi).

108. Ve elini (böğründen) çıkardı, birden o, bakanlar için, bembeyaz parlayan bir şey oldu.

109. Fir’avn kavminden ileri gelen bir topluluk dediler ki "Bu, çok bilgili bir büyücüdür!"

110. "Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz?"

111. "Onu da kardeşini de beklet, dediler, şehirlere toplayıcılar yolla."

112. "Bütün bilgili büyücüleri (toplayıp) sana getirsinler."

113. Büyücüler Fir’avn’a gelip "Eğer üstün gelen biz olursak, elbet bize bir mükâfât var, değil mi?" dediler.

114. (Fir’avn) "Evet, dedi, hem de siz (benim) yakınlar(ım)dan(olacak)sınız!"

115. Dediler ki "Ey Mûsâ, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?"

116. "Siz atın" dedi. (Hünerlerini ortaya) atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve büyük bir büyü (ortaya) getirdiler.

117. Biz de Mûsâ’ya "Asânı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki o, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. (Mûsâ’nın ejderha olan değneği, büyücülerin büyülerini yutup yok etmişti).

118. Gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları bâtıl oldu.

119. Orada yenildiler, küçük düştüler.

120. Ve büyücüler secdeye kapandılar

121. "Âlemlerin Rabbine inandık!" dediler.

122. "Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine!"

123. Fir’avn "Ben size izin vermeden ona inandınız mı?" dedi. "Bu, bir tuzaktır, şehirde bu tuzağı kurdunuz ki, halkını oradan çıkarasınız, ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz!"

124. "Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi (hurma dallarına) asacağım!"

125. Dediler ki "Biz zaten Rabbimize döneceğiz!"

126. "Rabbimizin, bize gelmiş olan âyetlerine inandığımız için bizden öc alıyorsun. (Ey) Rabbimiz, üzerimize sabır boşalt ve bizi müslümanlar olarak öldür!"

127. Fir’avn kavminden ileri gelen bir topluluk dedi ki "Mûsâ’yı ve kavmini bırakıyorsun ki, seni ve tanrılarını terk edip yeryüzünde bozgunculuk mu yapsınlar?" (Fir’avn) "Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz dâimâ onların üstünde eziciler olacağız!" dedi.

128. Mûsâ, kavmine; "Allah’tan yardım isteyin, sabredin!" dedi; yeryüzü Allâh’ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç, korunanlarındır!"

129. "(Ey Mûsâ), sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da bize işkence edildi." dediler. (Mûsâ) dedi "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı yok eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar."

130. Andolsun biz, Fir’avn âilesini tuttuk, öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlıkla ve ürünleri azaltmakla sıktık.

131. Onlara bir iyilik geldiği zaman "Bu, bizimdir (kendi becerimizle bunu elde ettik)" derler; kendilerine bir kötülük ulaşırsa, Mûsâ ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlar(onların yüzünden belâya uğradıklarını sanırlar)dı. İyi bilinki, onların uğursuzluğu Allâh katındadır, fakat çokları bilmezler.

132. Ve dediler ki "bizi büyülemek için ne kadar mu’cize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz!"

133. Biz de onların üzerine ayrı ayrı mu’cizeler olarak tûfân, çekirge, kımıl (haşerât), kurbağalar ve kan gönderdik; ama yine büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular.

134. Üzerlerine azâb çökünce "Ey Mûsâ, dediler, sana verdiği söz uyarınca bizim için Rabbine du’â et; eğer bizden azâbı kaldırırsan, muhakkak sana inanacağız ve mutlaka İsrâil oğullarını seninle beraber göndereceğiz!"

135. Biz onlardan, geçirecekleri bir süreye kadar azâbı kaldırınca, hemen yeminlerini bozmağa başladılar.

136. Biz de onlardan öc aldık, onları yemm(su)da boğduk! Çünkü onlar, âyetlerimizi yalanlamışlardı ve onları umursamaz olmuşlardı.

137. Hor görülüp ezilmekte olan milleti de içini bereketlerle donattığımız yerin, doğularına ve batılarına mirâsçı kıldık. Rabbinin İsrâil oğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Fir’avn’ın ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık.

138. İsrâil oğullarını denizden geçirdik, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar "Ey Mûsâ, dediler, (bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap!" (Mûsâ) dedi "Siz, gerçekten câhil bir toplumsunuz."

139. "Şunların içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır."

140. "Allâh, sizi âlemlere üstün yapmış iken size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?" dedi.

141. (Ey İsrâiloğulları), hatırlayın o zamanı ki biz sizi Fir’avn âilesinden kurtarmıştık. Onlar size azâbın en kötüsünü yapıyorlardı "Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.

142. Mûsâ ile otuz gece (bana ibâdet etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a dedi ki "Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et, bozguncuların yoluna uyma."

143. Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmağa gelip de Rabbi ona konuşunca "Rabbim, bana görün, sana bakayım!" dedi. (Rabbi) buyurdu ki "Sen beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin!" Rabbi dağa görününce onu darmadağın etti ve Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca "Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim!" dedi.

144. (Allâh) buyurdu ki "Ey Mûsâ, Ben mesajlarımla ve konuşmamla seni insanların başına seçtim; sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol!"

145. Öğüte ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsâ için levhalara yazdık "Bunları kuvvetle tut, kavmine de emret, bunların en güzelini tutsunlar (bu en güzel buyruklar gereğince amel etsinler); size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl târumâr ettiğimi) göstereceğim!"

146. Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her âyeti görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.

147. Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanların eylemleri boşa çıkmıştır. Onlar, yalnız yaptıklarıyle cezâlanmıyorlar mı?

148. Mûsâ kavmi, kendisin(in, Rabbi ile mülâkâta gitmesin)den sonra kendilerinin zinet takımlarından yapılmış, böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benimsediler. Görmediler mi ki o, ne kendilerine söz söylüyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve zâlimler(den) oldular.

149. Ne zaman ki (pişmanlıklarından ötürü) başları elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını gör(üp anla)dılar, dediler ki "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana uğrayanlardan oluruz!"

150. Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi, levhaları yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) "Anamın oğlu, dedi, bu insanlar beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. (Ne olur) düşmanları üstüme güldürme, beni bu zâlim kavimle beraber tutma!"

151. (Mûsâ) "Rabbim, dedi, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetinin içine sok, merhametlilerin en merhametlisi sensin!"

152. Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere, muhakkak Rablerinden bir öfke ve dünyâ hayâtında bir alçaklık erişecektir! İşte biz iftirâcıları böyle cezâlandırırız.

153. Ama kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip inananlar(a karşı), muhakkak ki Rabbin, o(tevbe ve imâ)ndan sonra, elbette bağışlayandır, esirgeyendir.

154. Öfkesi dinince Mûsâ, levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için yol gösterme ve rahmet vardı.

155. (Allâh, Mûsâ’ya kırk gece ibâdetten sonra buluşma va’detmiş ve kavminden yetmiş kişiyi de seçip o huzûra getirmesini emretmişti). Mûsâ, bizimle buluşma vakti için kavminden yetmiş adam seçti (huzûra getirdi. Gelenler, Mûsâ ile Allâh arasındaki o yüce konuşmayı işitmekle yetinmeyip Allâh’ı açıkça görmedikçe inanmayacaklarını söylediler. Bunun üzerine) onları sarsıntı yakalayınca (Mûsâ) dedi ki "Rabbim, dileseydin bunları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk mı edeceksin? Bu (iş), senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini şaşırtırsın, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim velimizsin, bizi bağışla, bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!"

156. "Bize bu dünyâda da iyilik yaz, âhirette de. Biz sana yöneldik." (Alah) buyurdu ki "Azâbıma, dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu, korunanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım."

157. Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmi Peygamber’e uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O’na inanan, destekleyerek O’na saygı gösteren, O’na yardım eden ve O’nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır.

158. De ki "Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sâhibi olan, kendisinden başka tanrı bulunmayan, yaşatan, öldüren Allâh’ın Elçisiyim. Gelin Allah’a ve O’nun ümmi peygamberi olan Elçisine inanın -ki o (peygamber) de Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır- O’na uyun ki doğru yolu bulasınız!"

159. Mûsâ kavmi içinde doğrulukla hakka götüren ve hak ile adâlet yapan bir topluluk da vardır.

160. Biz onları (Ya’kûb’un oniki oğlundan gelen) oniki torun kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Mûsâ’ya "Asânla taşa vur!" diye vahyettik. Taştan oniki göze fışkırdı. Her kabile içeceği yeri bildi. (Ayrıca) üzerlerine bulutla gölge yaptık ve onlara kudret helvasıyle bıldırcın eti indirdik "Size verdiğimiz güzel rızıklardan yeyin!" (dedik). Ama onlar (saptılar, haksızlık ettiler. Böylece onlar) bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı.

161. Onlara "Şu kentte oturun. Orada dilediğiniz yerden yeyin, (Allah’a niyaz edip bizi) affet deyin ve secde ederek kapıdan girin ki hatâlarınızı bağışlayalım; biz iyilik edenlere daha fazlasını da vereceğiz." denildi.

162. İçlerinden zulmedenler, (söylediğimiz) sözü, kendilerine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler. Biz de haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azâb gönderdik.

163. Onlara, deniz kıyısında bulunan kent(halkın)ın durumunu sor. Hani onlar Cumartesine saygısızlık edip haddi aşıyorlardı. Çünkü Cumartesi (tatil) yaptıkları gün, balıkları onlara akın akın gelirdi. Cumartesi (tatil) yapmadıkları gün balıkları gelmezlerdi. Biz onları yoldan çıkmalarından ötürü böyle sınıyorduk.

164. İçlerinden bir topluluk "Allâh’ın helâk edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azâbedeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. Dediler ki "Rabbinize ma’zeret (beyan edebilmek) için, bir de belki korunurlar diye (öğüt veriyoruz)."

165. Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azâb ile yakaladık.

166. Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara "Aşağılık maymunlar olun!" dedik.

167. Rabbin, "Elbette tâ kıyâmet gününe kadar onlara azâbın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir!" diye ilân etmişti. Doğrusu, Rabbin çabuk cezâ verendir ve O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

168. Onları yeryüzünde topluluklara ayırdık. Onlardan kimi iyi kişilerdi, kimi de alçak! Belki dönerler diye onları iyiliklerle de, kötülüklerle de sınadık.

169. Onların ardından, yerlerine geçip Kitaba vâris olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyân)ın menfaatini alıyorlar "Biz nasıl olsa bağışlanacağız!" diyorlar. Kendilerine, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki "Allâh hakkında, gerçekten başkasını, söylememeleri hususunda kendilerinden Kitap misâkı alınmamış mıydı? Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Âhiret yurdu, korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?

170. O(koruna)nlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar; elbette biz, iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz.

171. Bir zaman da üzerlerine dağı, bir gölge gibi kaldırmıştık, üstlerine düşecek sanmışlardı "Size verdiğim(Kitap)ı kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlay(ıp yap)ın ki (azâbımızdan) korunasınız!" (demiştik).

172. Rabbin, Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye onları kendilerine şâhid tutmuştu. "Evet, (buna) şâhidiz!" dediler. kıyâmet günü "Biz bundan habersizdik!" demeyesiniz.

173. Yahut "(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah’a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil old(uğumuz için öyle yapt)ık. (Gerçekleri) iptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mı ediyorsun?" demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduğum hakkında sizleri şâhid tutmuştuk).

174. İşte biz, âyetleri böyle açıklıyoruz, artık herhalde döner(yola gelir)ler.

175. Onlara şu adamın haberini de oku Kendisine âyetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı, şeytân onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu.

176. Dileseydik elbette onu o âyetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünür(öğüt alır)lar.

177. Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine de zulmeden topluluğun durumu ne kötüdür!

178. Allâh kime yol gösterirse, işte yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte ziyana uğrayanlar onlardır.

179. Andolsun, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki kalbleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hattâ daha da sapık... Ve işte gâfiller onlardır!

180. En güzel isimler Allâh’ındır. O halde O’na o (güzel isim)lerle du’â edin ve O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın; onlar yaptıklarının cezâsını çekeceklerdir.

181. Yarattıklarımız içinde, doğrulukla hakka götüren ve hak ile adâlet yapan bir ümmet de vardır.

182. Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız.

183. Onlara mühlet veriyorum, çünkü benim tuzağım sağlamdır.

184. Düşünmediler mi ki arkadaşlarında hiçbir delilik yoktur, o apaçık bir uyarıcıdır?

185. Göklerin, yerin melekûtuna ve Allâh’ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bak(ıp ibret al)madılar mı? Peki bun(a inanmadık)dan sonra hangi söze inanacaklar?

186. Allâh kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren olmaz. Ve bırakır onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.

187. Sana (Duruşma) sâ’at(in)den soruyorlar Gelip çatması ne zaman diye. De ki "Onun bilgisi, ancak Rabbimin yanındadır. Onu tam zamanında açığa çıkaracak olan, yalnız O’dur. O, göklere de, yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir." Sanki sen, onu biliyormuşsun gibi, sana soruyorlar. De ki "Onun bilgisi, Allâh’ın yanındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler."

188. De ki "Ben kendime, Allâh’ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sâhip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbete çok hayır (mal ve mülk) elde ederdim. Bana kötülük dokunmamış (beni cin çarpmamış)tır. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.

189. O’dur ki sizi bir tek nefisten yarattı, gönlü ısınsın diye ondan eşini var eti; eşini sarıp örtünce (eşiyle birleşince) eşi, hafif bir yük yüklendi, onu gezdirdi. (Yükü) ağırlaşınca ikisi beraber Rableri Allah’a du’â ettiler "Eğer bize iyi, güzel bir çocuk verirsen elbette şükredenlerden oluruz!" (dediler).

190. Fakat (Allâh) onlara iyi, güzel bir çocuk verince, kendilerine verdiği şeyde Allah’a ortaklar koşmağa başladılar. Allâh ise onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

191. Hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyleri (Allah’a) ortak mı koşuyorlar?

192. (O putlar), ne onlara bir yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler?

193. Onları doğru yola çağırsanız size uymazlar. Ha onları çağırmışsınız, ha susmuşsunuz, sizin için birdir.

194. Allah’tan başka yalvardıklarınız da sizler gibi kullardır, (onların tanrı olduğu hakkındaki iddiânızda) doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler.

195. Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var, yoksa görecekleri gözleri mi var, yahut işitecekleri kulaklarımı var? De ki "(Allah’a) ortak(koştuk)larınızı çağırın, sonra bana tuzak kurun, haydi (elinizden geliyorsa) hiç göz açtırmayın bana!"

196. Benim velim, Kitabı indiren Allah’tır. O, iyileri yönetir (korur).

197. O’ndan başka yalvardıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler.

198. Onları hidâyete çağırırsanız, işitmezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar görmezler.

199. Affı al, iyiliği emret, câhillere aldırış etme.

200. Ne zaman şeytândan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah’a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir.

201. Allah’tan korkanlar, kendilerine şeytândan gelen bir vesvese dokunduğu zaman düşünür, (gerçeği) görürler.

202. Kardeşleri ise onları, azgınlığa çekerler, hiç yakalarını bırakmazlar.

203. Onlara bir âyet getirmediğin zaman "Bunu da derleseydin ya!" derler. De ki "Ben, ancak Rabbimden bana vahyolunana uyuyorum. Bu (Kur’ân), Rabbinizden gelen basiretler(gönül gözlerini açan nurlar, gerçeğe ileten kanıtlar)dır ve inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmettir!"

204. Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin.

205. Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gâfillerden olma!

206. Rabbinin yanında olanlar, büyüklük taslayıp O’na kulluktan geri kalmazlar, (dâimâ) O’nu tesbih ederler ve O’na secde ederler.