Abdullah Parlıyan | |
---|---|
1. Andolsun sıra sıra dizilmiş meleklere veya Kur’ân ayetlerine. |
وَالصَّافَّاتِ صَفًّا Vessaffati saffa |
2. Günahlardan vazgeçip sakınanlara veya bulutları sürükleyip götüren meleklere. |
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا Fezzacirati zecra |
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا Fettaliyati zikra |
|
4. Hiç tartışmasız sizin ilahınız, gerçek olup bir ve tektir. |
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ İnne ilaheküm le vahıd |
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül meşarık |
|
6. Biz yeryüzüne en yakın gökleri, yıldızların güzelliğiyle süsledik. |
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ İnna zeyyennes semaed dünya bi zınetinil kevakib |
7. Ve o gökleri hertürlü inatçı şeytandan yıldızlarla koruduk. |
وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍ Ve hıfzam min külli şeytanim marid |
لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ La yessemmeune ilel meleil a’la ve yukzefune min külli canib |
|
9. Kovulup atılırlar, onlar için ahirette ardı arkası kesilmeyen bir azap vardır. |
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ Dühurav ve lehüm azabüv vasıb |
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ İlla men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakıb |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمْ مَنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ طِينٍ لَازِبٍ Festeftihim ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil lazib |
|
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ Bel acibte ve yesharun |
|
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ Ve iza zükkiru la yezkürun |
|
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ Ve iza raev ayetey yesteshırun |
|
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ Ve kalu in haza illa sıhrum mübın |
|
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun |
|
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ E ve abaünel evvelun |
|
18. "Evet üstelik boyun bükmüş, aciz ve çaresiz bir vaziyette diriltileceksiniz. |
قُلْ نَعَمْ وَأَنْتُمْ دَاخِرُونَ Kul neam ve entüm dahırun |
19. Bir tek haykırış yetecek. Bir de bakmışlar ki, hepsi diriltilmişler." |
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ Fe innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm yenzurun |
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ Ve kalu ya veylena haza yevmüd dın |
|
21. "İşte bugün sizin yalanlayıp durduğunuz, ayırt etme günüdür." |
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ Haza yevmül faslillezı küntüm bihı tükezzibun |
احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ Uhşürullezıne zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya’büdun |
|
23. Allah’tan başka ne kadar taptıkları varsa, hepsiyle birlikte cehennem yolunu gösterin. |
مِنْ دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ Min dunillahi fehduhüm ila sıratıl cehıym |
24. Tutuklayın, durdurun onları. Şüphe yok ki, onlar sorguya çekilecekler. |
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun |
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ Me leküm la tenasarun |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Bel hümül yevme müsteslimun |
|
27. Onlardan kimi, kimine yönelip birbirini sorumlu tutmaya kalkışırlar. |
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Ve akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
28. "Bakın" diyecek. "Siz bize ayartma niyetiyle, sağdan yaklaşır, bizi şaşırtırdınız." |
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemın |
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ Kalu bel lem tekunu mü’minın |
|
30. Üstelik sizi zorlayacak bir gücümüz de yoktu, ama siz azgın kişilerdiniz. |
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ Ve ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen tağıyn |
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ Fe hakka aleyna kavlü rabbina inna le zaikun |
|
32. Biz sizi aldatıp baştan çıkardık. Çünkü kendimiz de, baştan çıkmış azgınlardan idik." |
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ Fe ağveynaküm inna künna ğavın |
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ Fe innehüm yevmeizin fil azabi müşterikun |
|
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ İnna kezalike nef’alü bil mücrimın |
|
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ İnnehüm kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun |
|
36. Ve "Mecnun bir şairin sözüyle, biz ilahlarımızı mı terkedeceğiz?" derlerdi. |
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍ Ve yekulune e inna letariku alihetina li şaırim mecnun |
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ Bel cae bil hakkı ve saddekal murselın |
|
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ İnneküm lezaikul azabil elım |
|
39. Ve ancak yaptığınız neyse, onun karşılığı olarak cezalanacaksınız. |
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Ve ma tüczevne illa ma küntüm ta’melun |
40. Ancak Allah’ın samimi, gösterişten uzak kullarına böyle davranılmayacak. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌ Ülaike lehüm rizkum ma’lum |
|
فَوَاكِهُ ۖ وَهُمْ مُكْرَمُونَ Fevakih ve hüm mükramun |
|
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ Fı cennatin neıym |
|
44. Mutluluk koltukları üzerinde, karşılıklı oturup birbirlerine sevgi ile bakışarak. |
عَلَىٰ سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ Ala sürurim mütekabilın |
45. Önlerinde meşrubat pınarlarından, ırmaklarından doldurulmuş kadehler dolaştırılacak. |
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ Yütafü alyhim bi ke’sim mim meıyn |
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ Beydae lezzetil lişşaribın |
|
47. Çarpıp sersem etmeyen ve sarhoşluk da vermeyen bir içki. |
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ La fıha ğavlüv ve la hüm anha yünzefun |
48. Yanlarında bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş, güzel gözlü hûriler de bulunur. |
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ Ve ındehüm kasıratüt tarfi ıyn |
49. Sanki onlar saklanıp, gizlenip muhafaza edilmiş birer yumurta gibi, pürüzsüz ve çarpıcıdırlar. |
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ Ke ennehünne beydum meknun |
50. Orada birbirlerine, geçmiş hayatları hakkında sorular soracaklar. |
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Fe akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ Kle kailüm minhüm innı kane lı karın |
|
52. "Sen de mi Allah’tan, peygamberlerden gelenleri doğrulayanlardansın?" |
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ Yekulü e inneke le minel müsaddikıyn |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le medınun |
|
قَالَ هَلْ أَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ Kale hel entüm müttaliun |
|
55. Bunun üzerine dönüp bakar ve o arkadaşını yanan ateşin ortasında görür. |
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ Fattalea fe raahü fı sevail cehıym |
56. Ve "Aman Allah’ım!" der. Ey eski arkadaşım! Neredeyse beni de mahvedecektin. |
قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدْتَ لَتُرْدِينِ Kale tellahi in kidte le türdın |
57. Eğer Rabbimin lütfu olmasaydı, ben de şimdi azaba uğratılanlar arasında olurdum! |
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ Ve lev la nı’metü rabbı leküntü minel muhdarın |
58. Cennetteki arkadaşlarına hitaben, artık bir daha ölmeyeceğiz, |
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ E fe ma nahnü bi meyyitın |
59. yalnız ilk ölümümüz başka, ölmeyecek ve biz azaba uğratılmayacağız değil mi? |
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ İlla mevtetenel ula ve ma nahnü bi müazzebın |
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ İnne haza le hüvel fevzül azıym |
|
61. Dünyada çalışanlar, bunun gibi bir kurtuluş için çalışsınlar. |
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Li misli haza felya’melil amilun |
62. Böyle bir nimete konmak mı daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? |
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ E zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç zekkum |
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِمِينَ İnna cealnaha fitnetel liz zalimın |
|
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ İnneha şeceratün tahrucü fı aslil cehıym |
|
65. Onun meyve veya tomurcukları çirkin görünüşlü şeytan veya yılanların başı gibidir. |
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ Tal’uha ke ennehu ruusüş şeyatıyn |
66. Cehennemlikler, ondan yemeye ve karınlarını onunla şişirmeye mahkumdurlar. |
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ Fe innehüm le akilune minha fe maliune minhel butün |
67. Sonra, bu yemeğin üzerine kaynar su katılmış içki onlar içindir. |
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِنْ حَمِيمٍ Sümme inne lehüm aleyha le şevbem min hamum |
68. Bu meşrubatı içtikten sonra da, yine cehennemdir dönüp varacakları yer. |
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ Şümme inne merciahüm le ilel cehıym |
69. Şüphe yok ki, onlar atalarını sapıtmış bir halde bulmuşlardı da, |
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ İnnehüm elfev abaehüm dallın |
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ Fe hüm ala asarihim yühraun |
|
71. Onlardan önce gelip geçmiş eski toplumların çoğu da sapıtmışlardı. |
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ Ve le kad dalhle kablehüm ekserul evvelın |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِمْ مُنْذِرِينَ Ve le kad erselna fıhim münzirın |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ Fenzur keyfe kane akıbetül münzerın |
|
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
75. Nuh işte bu sebeple bize yalvarmıştı ve bizim duasını kabul etmemiz ne güzeldi. |
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ Ve le kad nadana nuhun fe le nı’mel müccıbun |
76. Biz O’nu da, aile ve dostlarını da o korkunç felaketten kurtarmıştık. |
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym |
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ Ve cealna zürriyyetehu hümül bakıyn |
|
78. Ve böylece O’nun, sonraki kuşaklar arasında yaşayıp anılmasını sağladık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ Selamün ala nuhın fil alemın |
|
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
82. Böylece O’nu ve kendisiyle beraber olanları kurtardık ve sonra ötekileri suda boğduk. |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ Sümme ağraknel aharın |
وَإِنَّ مِنْ شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ Ve inne min şıatihı le ibrahım |
|
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ İz cae rabbehu bi kalbin selım |
|
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ İz kale li ebıhi ve kavmihı maza ta’büdun |
|
86. "Allah’ı bırakıpta tamamiyle uydurma başka güçlere mi boyun eğmek istiyorsunuz?" |
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ E ifken aliheten dunellahi türıdun |
87. "Öyleyse Alemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir? Ki O’na böyle ortaklar koşuyorsunuz?" |
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ Fe ma zannüküm bi rabbil alemın |
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ Fe nezara nazraten fin nücum |
|
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ Fe kale innı sekıym |
|
90. Bunun üzerine bulaşıcı bir hastalık olabilir diye arkalarını dönüp O’ndan kaçtılar. |
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ Fe tevellev anhü müdbirın |
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ Ferağa ila alihetihim fe kale e ela te’külun |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ Ma leküm la tentıkun |
|
93. Sonra üzerlerine yürüyüp, tüm gücüyle vurup kırdı onları. |
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ Ferağa aleyhim darbem bil yemın |
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ Fe akbelu ileyhi yeziffun |
|
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ Kale e ta’büdune ma tenhıtun |
|
96. Oysa sizi de, sizin yonttuklarınızı da yaratan Allah’tır." |
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ Vallahü halekkkaküm ve ma ta’melun |
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ Kalübnu lehu bünyanen fe elkuhü fil cehıym |
|
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ Fe eradü bihı keyden fe cealnahümül esfelın |
|
99. "Ben bu toprakları terkedeceğim ve Rabbim beni ne tarafa sevkederse, oraya gideceğim." |
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ Ve kale innı zahibün ila rabbı seyehdın |
100. Ey Rabbim! Bana iyi ve yararlı kişilerden olacak bir evlat bağışla diye dua etti. |
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ Rabbi heb lı mines salihıyn |
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ Fe beşşernahü bi ğulamin halım |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ Felemma beleğa meahüs sa’ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif’al ma tü’meru setecidünı in şaellahü mines sabirın |
|
103. Böylece her ikisi de, Allah’ın emrine teslim olup, İbrahim O’nu yüzüstü yatırınca, |
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ Felemma eslema ve tellehu lil cebın |
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ Ve nadeynahü ey ya ibrahım |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kad saddakter rü’ya inna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ İnne haza le hüvel belaül mübın |
|
107. Biz kurban edeceği oğluna bedel, büyük bir kurban koç verdik. |
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ Ve fedeynahü bi zibhın azıym |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
|
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ Selamün ala ibrahım |
|
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihıyn |
|
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهِ مُبِينٌ Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı mübın |
|
114. Ve andolsun ki, biz Musa’ya ve Harun’a bol bol nimetler verdik. |
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Ve le kad menenna ala musa ve haun |
115. O ikisini ve kavimlerini, büyük bir felaket olan Firavuna kölelikten kurtardık. |
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil azıym |
116. Ve kendilerine yardım ettik de, onlar da üstün geldiler. |
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ Ve nasarnahüm fe kanu hümül ğalibın |
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ Ve ateynahümel kitabel müstebın |
|
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ Ve hedeynahümes sıratal müstekıym |
|
119. Sonraki kuşaklar arasında, onlar için güzel bir ün ve güzel bir hatıra bıraktık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhima fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Selamün ala musa ve harun |
|
121. Şüphe yok ki biz, iyi hareket edenleri böyle mükafatlandırırız. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalik enczil muhsinın |
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehüma min ıbadinel mü’minın |
|
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne ilyase le minel murselın |
|
124. "Yolunuzu yordamınızı Allah’ın kitabı vasıtasıyla bulmaz mısınız? |
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale li kavmihı ela tettekun |
125. Ba’l putuna yalvarıp yakarıp, sanatkarların en güzeli olan Allah’ı bir kenara mı bırakırsınız? |
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ E ted’une ba’lev ve tezerune ahsenel halikıyn |
126. Allah’ı, sizin ve önceki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı?" |
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ Allahe rabbeküm ve rabbe abaikümül evvelın |
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Fe kezzebuhü fe innehüm le muhdarun |
|
128. Ancak iyi niyetli, samimi, gösterişten uzak olarak inanan kulları hariç. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
129. Sonraki kuşaklar arasında, onlar için güzel bir ün ve hatıra bıraktık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ Selamün ala ilyasın |
|
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
وَإِنَّ لُوطًا لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne lutal le minel mürselın |
|
134. Ama O’nun günahkar ülkesini cezalandırırken, kendisini ve aile efradını kurtardık. |
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ İz necceynahü ve ehlehu ecmeıyn |
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ İlla acuzen fil ğabirın |
|
136. Ve sonra diğerlerini tamamen yok ettik, kökünü kazıdık. |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ Sümme demmernel aharın |
137. Siz bugüne kadar onların yurtlarından gelip geçmektesiniz, her sabah |
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِحِينَ Ve inneküm le temürrune aleyhim musbihıyn |
وَبِالَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ Ve bil leyl e fe la ta’kılun |
|
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne yunüse le minel murselın |
|
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ İz ebeka ilel fülkil meşhun |
|
141. Ve sonra kur’a çekilmiş, o kur’ada da kaybedenlerden olmuştu. |
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ Fe saheme fe kane minel müdhadıyn |
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ Feltekamehül hutü ve hüve mülım |
|
143. Eğer O, en sıkıntılı anlarında bile, Allah’ın sınırsız şanını yüceltenlerden olmasaydı. |
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn |
144. İnsanların yeniden diriltilecekleri güne kadar, O’nun karnında kalmış olacaktı. |
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Le lebise fı batnihı ila yevmi yüb’asun |
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ Fe nebeznahü bil arai ve hüve sekıym |
|
وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ Ve embenta aleyhi şeceratem miy yaktıyn |
|
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ Ve erselnahü ila mieti elfin ev yezıdün |
|
148. Onlar bu defa Yunus’a inandılar. Bunun üzerine biz de onları, belli bir süre geçindirdik. |
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ Fe amenu fe metta’nahüm ila hıyn |
149. "Rabbine kızlar, kendilerine de oğlanlar mı yakışıyor?" |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ Festeftihim e li rabbikel benatü ve lehümül benun |
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ Em halaknel melaiket inasev ve hüm şahidun |
|
أَلَا إِنَّهُمْ مِنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ E la innehüm min ifkihim le yekulun |
|
152. Allah doğurdu derler. Hayır, onlar elbette yalancıdırlar. |
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ Veledellahü ve innehüm le kazibun |
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ Astafel benati alel benın |
|
154. Ey kâfirler ne oluyor size, ne biçim karar veriyorsunuz? |
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Ma leküm keyfe tahkümun |
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ E fe la tezekkerun |
|
156. Yoksa iddialarınızı doğrulayacak açık bir deliliniz mi var? |
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُبِينٌ Em leküm sültanüm mübın |
157. Eğer doğru söylüyorsanız, haydi kitabınızı getirin de görelim! |
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Fe’tu bi kitabiküm in küntüm sadikıyn |
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le muhdarun |
|
159. Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir, yücedir. |
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhanellahi amma yesıun |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ Fe inneküm ve ma ta’büdun |
|
مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ Ma entüm aleyhi bi fatinın |
|
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ İlla men hüve salil cehıym |
|
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum |
|
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ Ve inna le nahnüs saffun |
|
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ Ve inna le nahnül müsebbihün |
|
وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ Ve in kanu le yekulun |
|
168. "Eğer yanımızda evvelkilere gelen kitaplardan bir kitap olsaydı, |
لَوْ أَنَّ عِنْدَنَا ذِكْرًا مِنَ الْأَوَّلِينَ Lev enne ındena zikram minel evvelin |
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ Lekünna ıbadellahil muhlesıyn |
|
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Fe keferu bih fe sevfe ya’lemun |
|
171. Çünkü daha önce kullarımız olan elçilere söz vermiştik. |
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ Ve le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel murselın |
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَ İnnehüm le hümül mensurun |
|
وَإِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Ve inne cündena lehümül ğalibun |
|
174. Bu sebeple o inkârcılardan, bir süre uzak dur. Onların sözlerine aldırış etme. |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Fe tevelle anhüm hatta hıyn |
175. Onlara inecek azabı gözetle, onlar da yakında görmediklerini görecekler. |
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsırhüm fe sevfe yübsırun |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ E fe biazabina yesta’cilun |
|
177. Fakat azabımız onları yurtlarında indiği zaman uyarılmış olanların uyanması ne kötü olacaktır. |
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ Fe iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul münzerın |
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Ve tevelle anhüm hatta hıyn |
|
179. Ve bekle de gör, onlar da şimdi görmediklerini görecekler. |
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsır fe sevfe yübsırun |
180. Çok üstün ve çok güçlü olan Rabbin, onların vasfettiklerinden yücedir. |
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yesfun |
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ Ve selamün alel murselın |
|
182. Tüm eksiksiz övgüler, bütün alemleri yaratan Allah’a mahsustur. |
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Vel hamdü lillahi rabbil alemın |