Hasan Basri Çantay | |
---|---|
وَالصَّافَّاتِ صَفًّا Vessaffati saffa |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا Fezzacirati zecra |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا Fettaliyati zikra |
|
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ İnne ilaheküm le vahıd |
|
5. (O), göklerin ve yerin ve bunlar arasında ne varsa hepsinin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir O. |
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül meşarık |
6. Hakîkat biz (size) en yakın göğü bir zînetle, yıldızlarla (donatıp) süsledik. |
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ İnna zeyyennes semaed dünya bi zınetinil kevakib |
وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍ Ve hıfzam min külli şeytanim marid |
|
لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ La yessemmeune ilel meleil a’la ve yukzefune min külli canib |
|
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ Dühurav ve lehüm azabüv vasıb |
|
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ İlla men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakıb |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمْ مَنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ طِينٍ لَازِبٍ Festeftihim ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil lazib |
|
12. Belki sen (Habîbim) teaccüb etdin. Onlar da (bu teaccübünden dolayı) eğlenirler, |
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ Bel acibte ve yesharun |
13. Kendilerine (Kur’an ile) va’z edilince düşünüb de öğüt kabul etmezler, |
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ Ve iza zükkiru la yezkürun |
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ Ve iza raev ayetey yesteshırun |
|
15. (Nitekim) «Bu, dediler, apaçık bir sihirden başkası değildir». |
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ Ve kalu in haza illa sıhrum mübın |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun |
|
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ E ve abaünel evvelun |
|
18. Sen de ki «Evet (diriltileceksiniz). Hem siz (hepiniz) hor ve hakıyr olarak». |
قُلْ نَعَمْ وَأَنْتُمْ دَاخِرُونَ Kul neam ve entüm dahırun |
19. İşte o, ancak birtek sayhadan ibâretdir ki onların birden bire gözleri açılıverecekdir. |
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ Fe innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm yenzurun |
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ Ve kalu ya veylena haza yevmüd dın |
|
21. (Evet), bu, sizin tekzib eder olduğunuz ayırdetme günüdür. |
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ Haza yevmül faslillezı küntüm bihı tükezzibun |
احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ Uhşürullezıne zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya’büdun |
|
مِنْ دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ Min dunillahi fehduhüm ila sıratıl cehıym |
|
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ Me leküm la tenasarun |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Bel hümül yevme müsteslimun |
|
27. Onlardan kimi kimine yönelib birbirini mes’ûl tutmıya kalkışırlar. |
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Ve akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
28. «Hakıykat siz, derler, biz sağdan (suret-i hakdan) gelirdiniz». |
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemın |
29. (Metbu’ları da) «Hayır, siz (esasen) îman ediciler değildiniz», derler, |
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ Kalu bel lem tekunu mü’minın |
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ Ve ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen tağıyn |
|
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ Fe hakka aleyna kavlü rabbina inna le zaikun |
|
32. «Çünkü biz de sizi (büsbütün) başdan çıkardık. Zîrâ biz de azgın kimselerdik». |
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ Fe ağveynaküm inna künna ğavın |
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ Fe innehüm yevmeizin fil azabi müşterikun |
|
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ İnna kezalike nef’alü bil mücrimın |
|
35. Çünkü onlar «Allahdan başka hiçbir Tanrı yok» denildiği vakit büyüklük taslarlardı, |
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ İnnehüm kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun |
36. «Biz mecnun bir şâir için ma’budlarımızdan vaz mı geçecekmişiz?» derler (di). |
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍ Ve yekulune e inna letariku alihetina li şaırim mecnun |
37. Hayır, o, hak (ve hakıykat) ı getirmiş, bütün peygamberleri de tasdıyk etmişdir. |
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ Bel cae bil hakkı ve saddekal murselın |
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ İnneküm lezaikul azabil elım |
|
39. Yapmakda idiğiniz şeylerden başkasiyle de cezalandırılmayacaksınız. |
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Ve ma tüczevne illa ma küntüm ta’melun |
40. Allahın ihlâsa (ve samîmiyyete) erdirilmiş kulları müstesna. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
41. Onlar böyle. Onlar için (haassaları) ma’lûm bir rızık vardır. |
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌ Ülaike lehüm rizkum ma’lum |
42. Türlü meyveler. Onlar (izzet ve) ikram edilmiş kimselerdir, |
فَوَاكِهُ ۖ وَهُمْ مُكْرَمُونَ Fevakih ve hüm mükramun |
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ Fı cennatin neıym |
|
عَلَىٰ سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ Ala sürurim mütekabilın |
|
45. Onların her biri (şerâb-ı) maıynden türlü kadehlerle tavaf (ve ziyaret edilir (ler). |
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ Yütafü alyhim bi ke’sim mim meıyn |
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ Beydae lezzetil lişşaribın |
|
47. Orada bir humar (baş ağrısı) da yok, onların bundan bîhuş olacakları da yok. |
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ La fıha ğavlüv ve la hüm anha yünzefun |
48. Yanlarında da nazarlarını yalınız zevclerine atfetmiş iri (şahin) gözlü kadınlar vardır, |
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ Ve ındehüm kasıratüt tarfi ıyn |
49. ki bunlar (kuş tüyleriyle) örtülüb saklanmış yumurtalar gibidir. |
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ Ke ennehünne beydum meknun |
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Fe akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
|
51. İçlerinden bir sözcü der ki «Hakıykat, benim (dünyâda) bir arkadaşım vardı. |
قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ Kle kailüm minhüm innı kane lı karın |
52. (Bana) «Gerçek sen de (tekrar dirilmiye) kat’î inananlardan mısın?» derdi. |
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ Yekulü e inneke le minel müsaddikıyn |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le medınun |
|
54. (O sözü söyleyen zât, ihvanına) der ki «Siz (onun iç yüzüne) vaakıf olucular mısınız?» |
قَالَ هَلْ أَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ Kale hel entüm müttaliun |
55. Derken o (bizzat) bakıb bunu o çılgın ateşin ta ortasında gördü. |
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ Fattalea fe raahü fı sevail cehıym |
56. (Ve ona) dedi ki «Allaha yemîn ederim, sen az kaldı beni de muhakkak helak edecekdin». |
قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدْتَ لَتُرْدِينِ Kale tellahi in kidte le türdın |
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ Ve lev la nı’metü rabbı leküntü minel muhdarın |
|
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ E fe ma nahnü bi meyyitın |
|
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ İlla mevtetenel ula ve ma nahnü bi müazzebın |
|
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ İnne haza le hüvel fevzül azıym |
|
61. Artık çalışanlar da bunun gibi (bir murad için) çalışmalıdır. |
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Li misli haza felya’melil amilun |
62. Böyle (bir ni’mete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? |
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ E zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç zekkum |
63. Hakıykat, biz onu zaalimler (kâfirler) için bir fitne (imtihan) yapdık. |
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِمِينَ İnna cealnaha fitnetel liz zalimın |
64. Şübhesiz ki o, çılgın ateşin dibinde (bitib) çıkacakdır. |
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ İnneha şeceratün tahrucü fı aslil cehıym |
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ Tal’uha ke ennehu ruusüş şeyatıyn |
|
66. İşte hakıykat onlar bundan yiyecekler, bu suretle karınlarını bundan dolduracaklar. |
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ Fe innehüm le akilune minha fe maliune minhel butün |
67. Sonra üzerine de onlar için çok sıcak bir su ile karışdırılmış (şarab) vardır. |
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِنْ حَمِيمٍ Sümme inne lehüm aleyha le şevbem min hamum |
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ Şümme inne merciahüm le ilel cehıym |
|
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ İnnehüm elfev abaehüm dallın |
|
70. Kendileri de onların izleri üzerinde (birbirini itib) koşduruluyorlardı. |
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ Fe hüm ala asarihim yühraun |
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ Ve le kad dalhle kablehüm ekserul evvelın |
|
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِمْ مُنْذِرِينَ Ve le kad erselna fıhim münzirın |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ Fenzur keyfe kane akıbetül münzerın |
|
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
75. Andolsun ki Nuuh bize niyaz etmişdi de ne güzel icabet (ve kabul) eylemişdik. |
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ Ve le kad nadana nuhun fe le nı’mel müccıbun |
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym |
|
77. Zürriyyetini (yer yüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık. |
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ Ve cealna zürriyyetehu hümül bakıyn |
78. Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında da ona (iyi bir nâm) bırakdık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ Selamün ala nuhın fil alemın |
|
80. Şübhesiz biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ Sümme ağraknel aharın |
|
وَإِنَّ مِنْ شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ Ve inne min şıatihı le ibrahım |
|
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ İz cae rabbehu bi kalbin selım |
|
85. O zaman babasına ve kavmine demişdi ki «Siz nelere tapıyorsunuz»? |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ İz kale li ebıhi ve kavmihı maza ta’büdun |
86. «Yalancılık etmek için mi Allâhı bırakıb düzme Tanrılar diliyorsunuz»? |
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ E ifken aliheten dunellahi türıdun |
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ Fe ma zannüküm bi rabbil alemın |
|
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ Fe nezara nazraten fin nücum |
|
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ Fe kale innı sekıym |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ Fe tevellev anhü müdbirın |
|
91. Bunun üzerine o da kurnazca onların düzme Tanrılarına varıb dedi ki «Hani yemek yemiyorsunuz»?! |
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ Ferağa ila alihetihim fe kale e ela te’külun |
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ Ma leküm la tentıkun |
|
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ Ferağa aleyhim darbem bil yemın |
|
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ Fe akbelu ileyhi yeziffun |
|
95. (İbrâhîm) dedi ki «Kendi (elinizle) yontmakda olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz»? |
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ Kale e ta’büdune ma tenhıtun |
96. «Halbuki siz de, (elinizle) yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmışdır». |
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ Vallahü halekkkaküm ve ma ta’melun |
97. Dediler «Onun için bir bina yapın da alevli ateşe atın onu». |
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ Kalübnu lehu bünyanen fe elkuhü fil cehıym |
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ Fe eradü bihı keyden fe cealnahümül esfelın |
|
99. (İbrâhîm) «Ben, dedi, doğrusu Rabbime gidiciyim. O, bana yol gösterir». |
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ Ve kale innı zahibün ila rabbı seyehdın |
100. «Ey Rabbim, bana saalihlerden (bir oğul) ihsânet» (diye düâ etdi). |
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ Rabbi heb lı mines salihıyn |
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ Fe beşşernahü bi ğulamin halım |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ Felemma beleğa meahüs sa’ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif’al ma tü’meru setecidünı in şaellahü mines sabirın |
|
103. Vaktâkî bu suretle ikisi de (Allahın emrine) râm oldular, (İbrâhîm) onu alnı üzere yıkdı. |
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ Felemma eslema ve tellehu lil cebın |
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ Ve nadeynahü ey ya ibrahım |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kad saddakter rü’ya inna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ İnne haza le hüvel belaül mübın |
|
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ Ve fedeynahü bi zibhın azıym |
|
108. Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında ona (iyi bir nam) bırakdık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ Selamün ala ibrahım |
|
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
112. Ona saalihlerden bir peygamber olmak üzere de İshakı müjdeledik. |
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihıyn |
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهِ مُبِينٌ Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı mübın |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Ve le kad menenna ala musa ve haun |
|
115. Hem onlar, hem kavmlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. |
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil azıym |
116. Kendilerine yardım etdik de galebeyi kazananlar onlar oldular. |
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ Ve nasarnahüm fe kanu hümül ğalibın |
117. Onlara (her hakıykatı) apaçık gösteren o kitabı verdik. |
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ Ve ateynahümel kitabel müstebın |
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ Ve hedeynahümes sıratal müstekıym |
|
119. Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında da onlara (iyi bir nâm) bırakdık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhima fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Selamün ala musa ve harun |
|
121. Şübhesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalik enczil muhsinın |
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehüma min ıbadinel mü’minın |
|
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne ilyase le minel murselın |
|
124. O vakit kavmine (şöyle) demişdi «Siz (Allahdan) korkmaz mısınız»? |
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale li kavmihı ela tettekun |
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ E ted’une ba’lev ve tezerune ahsenel halikıyn |
|
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ Allahe rabbeküm ve rabbe abaikümül evvelın |
|
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Fe kezzebuhü fe innehüm le muhdarun |
|
128. Allahın ihlâsa erdirilmiş kulları (bunlardan) müstesna. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
129. Biz ona sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler içinde (iyi bir nâm) bırakdık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ Selamün ala ilyasın |
|
131. Şübhe yok ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
133. Lût da gerçek ve şübhesiz gönderilmiş peygamberlerdendi. |
وَإِنَّ لُوطًا لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne lutal le minel mürselın |
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ İz necceynahü ve ehlehu ecmeıyn |
|
135. (Azâbda) kalanlar içinde bırakılan bir koca karı müstesna idi. |
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ İlla acuzen fil ğabirın |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ Sümme demmernel aharın |
|
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِحِينَ Ve inneküm le temürrune aleyhim musbihıyn |
|
وَبِالَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ Ve bil leyl e fe la ta’kılun |
|
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne yunüse le minel murselın |
|
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ İz ebeka ilel fülkil meşhun |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ Fe saheme fe kane minel müdhadıyn |
|
142. O, kınanmış bir halde iken kendisini hemen balık yutmuşdu. |
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ Feltekamehül hutü ve hüve mülım |
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn |
|
144. Her halde (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalıb gitmişdi. |
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Le lebise fı batnihı ila yevmi yüb’asun |
145. İşte biz onu, kendisi de hasta olarak, açık bir yere (çıkarıb) bırakdık. |
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ Fe nebeznahü bil arai ve hüve sekıym |
146. Üzerine sakı olmayan cinsden (gölgelik) bir nebat bitirdik. |
وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ Ve embenta aleyhi şeceratem miy yaktıyn |
147. Onu yüz bine peygamber gönderdik. Hattâ artıyorlardı da. |
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ Ve erselnahü ila mieti elfin ev yezıdün |
148. Nihayet ona îman etdiler de kendilerini bir zamana kadar geçindirdik. |
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ Fe amenu fe metta’nahüm ila hıyn |
149. Şimdi sor (Habîbim) onlara Her halde kızlar Rabbinin de, oğullar onların mı?! |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ Festeftihim e li rabbikel benatü ve lehümül benun |
150. Yoksa biz melekleri dişi yaratdık da onlar (buna) şâhid midirler? |
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ Em halaknel melaiket inasev ve hüm şahidun |
أَلَا إِنَّهُمْ مِنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ E la innehüm min ifkihim le yekulun |
|
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ Veledellahü ve innehüm le kazibun |
|
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ Astafel benati alel benın |
|
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Ma leküm keyfe tahkümun |
|
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ E fe la tezekkerun |
|
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُبِينٌ Em leküm sültanüm mübın |
|
157. Öyle ise, eğer (davanızda) doğru söyleyenlerseniz, getirin kitabınızı. |
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Fe’tu bi kitabiküm in küntüm sadikıyn |
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le muhdarun |
|
159. Allah, onların isnâd edegeldiklerinden yücedir, münezzehdir. |
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhanellahi amma yesıun |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ Fe inneküm ve ma ta’büdun |
|
مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ Ma entüm aleyhi bi fatinın |
|
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ İlla men hüve salil cehıym |
|
164. Bizden kimse müstesna olmamak üzere her biri için ma’lûm birer makam vardır. |
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum |
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ Ve inna le nahnüs saffun |
|
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ Ve inna le nahnül müsebbihün |
|
167. Hakıykat (müşrikler evvelce) şu kat’î sözü söylüyorlardı |
وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ Ve in kanu le yekulun |
168. «Eğer nezdimizde evvelki (ümmetlere inen) lerden bir kitab olsaydı», |
لَوْ أَنَّ عِنْدَنَا ذِكْرًا مِنَ الْأَوَّلِينَ Lev enne ındena zikram minel evvelin |
169. «Elbet biz de Allahın ihlâsa erdirilmiş kullarından olurduk». |
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ Lekünna ıbadellahil muhlesıyn |
170. Şimdi ise ona (inanmayıb) kâfir oldular, ileride (küfürlerinin akıbetini) bileceklerdir ya. |
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Fe keferu bih fe sevfe ya’lemun |
171. Andolsun ki (peygamber olarak) gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş sözümüz (vardır) |
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ Ve le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel murselın |
172. «Muhakkak onlar, behemehal onlar mansur (ve muzafferdirler. |
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَ İnnehüm le hümül mensurun |
173. «Muhakkak bizim ordumuz, her halde onlar galebe edicidirler. |
وَإِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Ve inne cündena lehümül ğalibun |
174. Onun için (Habîbim) sen bir zamana kadar onlardan yüz çevir, |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Fe tevelle anhüm hatta hıyn |
175. Gözetle onları. Kendileri de (başlarına geleceği) yakında göreceklerdir. |
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsırhüm fe sevfe yübsırun |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ E fe biazabina yesta’cilun |
|
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ Fe iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul münzerın |
|
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Ve tevelle anhüm hatta hıyn |
|
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsır fe sevfe yübsırun |
|
180. Galebe saahibi Rabbin onların isnâd etmekde oldukları vasıflardan yücedir, münezzehdir. |
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yesfun |
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ Ve selamün alel murselın |
|
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Vel hamdü lillahi rabbil alemın |