Celal Yıldırım | |
---|---|
وَالصَّافَّاتِ صَفًّا Vessaffati saffa |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا Fezzacirati zecra |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا Fettaliyati zikra |
|
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ İnne ilaheküm le vahıd |
|
5. Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbı’dır; doğuların da Rabbı’dır. |
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül meşarık |
6. Şüphesiz ki biz Dünya semâsını (veya en yakın semâyı) yıldızlarla süsledik. |
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ İnna zeyyennes semaed dünya bi zınetinil kevakib |
وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍ Ve hıfzam min külli şeytanim marid |
|
8. Mele-i A’lâ’ya kulak verip dinleyemezler ve her yandan atılıp itilip kovulurlar. |
لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ La yessemmeune ilel meleil a’la ve yukzefune min külli canib |
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ Dühurav ve lehüm azabüv vasıb |
|
10. Ancak bir söz dinleyip kapan olursa, peşine çok parlak bir kıvılcım takılır. |
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ İlla men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakıb |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمْ مَنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ طِينٍ لَازِبٍ Festeftihim ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil lazib |
|
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ Bel acibte ve yesharun |
|
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ Ve iza zükkiru la yezkürun |
|
14. Bir acık belge (delil veya mu’cize) görseler, onunla alay ederler. |
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ Ve iza raev ayetey yesteshırun |
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ Ve kalu in haza illa sıhrum mübın |
|
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun |
|
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ E ve abaünel evvelun |
|
قُلْ نَعَمْ وَأَنْتُمْ دَاخِرُونَ Kul neam ve entüm dahırun |
|
19. Bir tek haykırış yetecek; hemen (dirilip kalktıklarını) görürler. |
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ Fe innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm yenzurun |
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ Ve kalu ya veylena haza yevmüd dın |
|
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ Haza yevmül faslillezı küntüm bihı tükezzibun |
|
احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ Uhşürullezıne zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya’büdun |
|
مِنْ دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ Min dunillahi fehduhüm ila sıratıl cehıym |
|
24. Ve onları (belli bir noktada durdurup alıkoyun) çünkü onlar mutlaka sorguya çekileceklerdir. |
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun |
25. Ve onlara «Size ne oldu da birbirinize yardım edemiyorsunuz ?» |
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ Me leküm la tenasarun |
26. Hayır, onlar bugün (ister istemez) teslimiyet içindedirler. |
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Bel hümül yevme müsteslimun |
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Ve akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
|
28. Siz bize sağ taraftan (dinî açıdan) geliyordunuz, derler. |
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemın |
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ Kalu bel lem tekunu mü’minın |
|
30. Bizim sizin üzerinizde bir sultamız olmadı, ama siz, azıp sapıtan bir millettiniz, derler. |
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ Ve ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen tağıyn |
31. Bu yüzden Rabbınızın hakkımızdaki sözü yerine geldi. Şüphesiz ki artık onu tadıp duracağız. |
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ Fe hakka aleyna kavlü rabbina inna le zaikun |
32. Evet, sizi biz azdırdık. Çünkü biz kendimiz azgınlar idik. |
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ Fe ağveynaküm inna künna ğavın |
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ Fe innehüm yevmeizin fil azabi müşterikun |
|
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ İnna kezalike nef’alü bil mücrimın |
|
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ İnnehüm kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun |
|
36. Ve derlerdi ki Deli bir şâir için hiç tanrılarımızı bırakır mıyız ? |
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍ Ve yekulune e inna letariku alihetina li şaırim mecnun |
37. Hayır, (O, deli değildir). O, hakk ile gelmiş ve peygamberleri tasdîk etmiştir. |
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ Bel cae bil hakkı ve saddekal murselın |
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ İnneküm lezaikul azabil elım |
|
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Ve ma tüczevne illa ma küntüm ta’melun |
|
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌ Ülaike lehüm rizkum ma’lum |
|
42. (42-43) Meyveler (sunulur) ve kendileri Nîmet Cennet’inde (veya Naîm Cenneti’nde) ağırlanırlar. |
فَوَاكِهُ ۖ وَهُمْ مُكْرَمُونَ Fevakih ve hüm mükramun |
43. (42-43) Meyveler (sunulur) ve kendileri Nîmet Cennet’inde (veya Naîm Cenneti’nde) ağırlanırlar. |
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ Fı cennatin neıym |
عَلَىٰ سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ Ala sürurim mütekabilın |
|
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ Yütafü alyhim bi ke’sim mim meıyn |
|
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ Beydae lezzetil lişşaribın |
|
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ La fıha ğavlüv ve la hüm anha yünzefun |
|
48. Yanlarında bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş iri gözlü (huriler) bulunur. |
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ Ve ındehüm kasıratüt tarfi ıyn |
49. Sanki onlar(ın her biri) saklı bir yumurta (gibi pürüzsüz). |
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ Ke ennehünne beydum meknun |
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Fe akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
|
قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ Kle kailüm minhüm innı kane lı karın |
|
52. Bana, «cidden sen de mi inananlardansın, (söylenen şeyleri tasdîk edenlerdensin) ? |
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ Yekulü e inneke le minel müsaddikıyn |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le medınun |
|
قَالَ هَلْ أَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ Kale hel entüm müttaliun |
|
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ Fattalea fe raahü fı sevail cehıym |
|
56. «Allah’a yemin olsun ki, neredeyse beni de mahvedecektin,» der. |
قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدْتَ لَتُرْدِينِ Kale tellahi in kidte le türdın |
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ Ve lev la nı’metü rabbı leküntü minel muhdarın |
|
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ E fe ma nahnü bi meyyitın |
|
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ İlla mevtetenel ula ve ma nahnü bi müazzebın |
|
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ İnne haza le hüvel fevzül azıym |
|
61. (Dünya’da) çalışanlar bunun gibi bir kurtuluş için çalışsınlar ! |
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Li misli haza felya’melil amilun |
62. Nasıl, böyle bir nimete konmak mı daha hayırlıdır, yoksa Zakkum ağacı mı ? |
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ E zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç zekkum |
63. Şüphesiz ki biz o ağacı zâlimler için bir fitne (bir dert ve kaygı) kıldık. |
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِمِينَ İnna cealnaha fitnetel liz zalimın |
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ İnneha şeceratün tahrucü fı aslil cehıym |
|
65. Tomurcukları (veya meyveleri) şeytanların başlarına benzer. |
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ Tal’uha ke ennehu ruusüş şeyatıyn |
66. Onlar (Cehennem’dekiler) mutlaka ondan yiyecekler de karınlarını onunla dolduracaklar. |
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ Fe innehüm le akilune minha fe maliune minhel butün |
67. Sonra da bunun üzerine onlar için iyice kaynar bir su ile karışık bir içecek var. |
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِنْ حَمِيمٍ Sümme inne lehüm aleyha le şevbem min hamum |
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ Şümme inne merciahüm le ilel cehıym |
|
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ İnnehüm elfev abaehüm dallın |
|
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ Fe hüm ala asarihim yühraun |
|
71. Ve and olsun ki, onlardan önce gelip geçenlerin çoğu da sapıtmıştı. |
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ Ve le kad dalhle kablehüm ekserul evvelın |
72. And olsun ki, biz onlara uyarıcı peygamberler göndermiştik. |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِمْ مُنْذِرِينَ Ve le kad erselna fıhim münzirın |
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ Fenzur keyfe kane akıbetül münzerın |
|
74. Ancak iyi niyetli, samimi, gösterişten uzak, kendini hakka veren Allah kulları müstesna.. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ Ve le kad nadana nuhun fe le nı’mel müccıbun |
|
76. Biz, onu da, aile ve dostlarını da o büyük sıkıntı ve üzüntüden kurtardık. |
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym |
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ Ve cealna zürriyyetehu hümül bakıyn |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
|
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ Selamün ala nuhın fil alemın |
|
80. Şüphesiz ki biz, iyiliği, yararlı işleri huy edinenleri böyle mükâfatlandırırız. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
82. Sonra (inkâr içinde kalan) diğerlerini (tufanda) boğduk. |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ Sümme ağraknel aharın |
83. Şüphesiz ki Nuh’un açmış olduğu yolda yürüyenlerden biri de İbrahim’di. |
وَإِنَّ مِنْ شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ Ve inne min şıatihı le ibrahım |
84. Hani O, Rabbına arınmış, esenliğe ermiş bir gönül ile geldi. |
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ İz cae rabbehu bi kalbin selım |
85. Hani babasına ve kendi milletine, «nelere tapıyorsunuz ?» dedi. |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ İz kale li ebıhi ve kavmihı maza ta’büdun |
86. Allah’ı bırakıp birtakım sahte ilâhları mı arzuluyorsunuz ? |
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ E ifken aliheten dunellahi türıdun |
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ Fe ma zannüküm bi rabbil alemın |
|
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ Fe nezara nazraten fin nücum |
|
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ Fe kale innı sekıym |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ Fe tevellev anhü müdbirın |
|
91. Sonra İbrâhim gizlice onların tanrılarına yönelip yaklaştı ve, «yemek yemez misiniz ?» |
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ Ferağa ila alihetihim fe kale e ela te’külun |
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ Ma leküm la tentıkun |
|
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ Ferağa aleyhim darbem bil yemın |
|
94. Az sonra milleti birbirine girerek İbrahim’e doğru geldiler. |
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ Fe akbelu ileyhi yeziffun |
95. İbrâhim onlara«Yontup şekillendirdiğiniz şeylere mi tapıyorsunuz ? |
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ Kale e ta’büdune ma tenhıtun |
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ Vallahü halekkkaküm ve ma ta’melun |
|
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ Kalübnu lehu bünyanen fe elkuhü fil cehıym |
|
98. Böylece Ona bir tuzak kurmayı plânladılar. Biz de onları alaşağı edip daha da alçalttık. |
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ Fe eradü bihı keyden fe cealnahümül esfelın |
99. Ve İbrâhim, şüphesiz ben Rabbıma gidiyorum, O bana doğru yolu gösterir, dedi. |
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ Ve kale innı zahibün ila rabbı seyehdın |
100. Ey Rabbim! Bana iyi-yararlı kişilerden olacak (bir evlâd) bağışla, diye duâ etti. |
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ Rabbi heb lı mines salihıyn |
101. Biz de O’nu çok sabırlı, zarif ve yumuşak huylu bir oğul ile müjdeledik. |
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ Fe beşşernahü bi ğulamin halım |
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ Felemma beleğa meahüs sa’ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif’al ma tü’meru setecidünı in şaellahü mines sabirın |
|
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ Felemma eslema ve tellehu lil cebın |
|
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ Ve nadeynahü ey ya ibrahım |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kad saddakter rü’ya inna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ İnne haza le hüvel belaül mübın |
|
107. Ve onun yerine fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. |
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ Ve fedeynahü bi zibhın azıym |
108. Sonrakiler arasında onu (onun şerefli ismini) bıraktık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ Selamün ala ibrahım |
|
110. Biz, iyiliği, güzelliği, yararlı işleri huy edinenleri böyle mükâfatlandırırız. |
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kezalike neczil muhsinın |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
112. Ve biz ona İshâk’ı da iyi-yararlı kişilerden sayılan bir peygamber olarak müjdeledik. |
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihıyn |
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهِ مُبِينٌ Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı mübın |
|
114. And olsun ki, biz, Musâ İle Harun’a (peygamberliğin) bereketli nîmetini verdik. |
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Ve le kad menenna ala musa ve haun |
115. İkisini de, milletlerini de büyük bir sıkıntı ve üzüntüden kurtardık. |
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil azıym |
116. Kendilerine yardım ettik ve onlar da bu sayede üstünlük sağladılar. |
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ Ve nasarnahüm fe kanu hümül ğalibın |
117. İkisine (hükümleri rahatlıkla anlaşılır) çok açık kitap verdik. |
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ Ve ateynahümel kitabel müstebın |
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ Ve hedeynahümes sıratal müstekıym |
|
119. Sonrakiler arasında ikisini (ikisinin şerefli ismini) bıraktık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhima fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Selamün ala musa ve harun |
|
121. Şüphesiz biz, iyiliği, yararlı işleri, güzelliği huy edinenleri böyle mükâfatlandırırız. |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalik enczil muhsinın |
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehüma min ıbadinel mü’minın |
|
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne ilyase le minel murselın |
|
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale li kavmihı ela tettekun |
|
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ E ted’une ba’lev ve tezerune ahsenel halikıyn |
|
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ Allahe rabbeküm ve rabbe abaikümül evvelın |
|
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Fe kezzebuhü fe innehüm le muhdarun |
|
128. Ancak Allah’ın iyi niyetli samimi, gösterişten uzak (inanan) kulları müstesna.. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
129. Biz sonrakiler arasında İlyâs’ı (onun şerefli ismini) bıraktık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
130. Selâm Âl-i Yâsîn’e (Yâsîn ailesine, hem İlyâs’a, hem inanan kavmine) olsun ! |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ Selamün ala ilyasın |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
وَإِنَّ لُوطًا لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne lutal le minel mürselın |
|
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ İz necceynahü ve ehlehu ecmeıyn |
|
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ İlla acuzen fil ğabirın |
|
136. Sonra da geride kalan (ahlâksız inkarcıları) kökünden yıkıp yerle bir ettik. |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ Sümme demmernel aharın |
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِحِينَ Ve inneküm le temürrune aleyhim musbihıyn |
|
وَبِالَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ Ve bil leyl e fe la ta’kılun |
|
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne yunüse le minel murselın |
|
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ İz ebeka ilel fülkil meşhun |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ Fe saheme fe kane minel müdhadıyn |
|
142. Yûnus kendi kendini kınarken büyük bir balık onu yutuvermişti. |
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ Feltekamehül hutü ve hüve mülım |
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn |
|
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Le lebise fı batnihı ila yevmi yüb’asun |
|
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ Fe nebeznahü bil arai ve hüve sekıym |
|
وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ Ve embenta aleyhi şeceratem miy yaktıyn |
|
147. Ve onu yüzbin veya daha fazla bir topluluğa peygamber olarak gönderdik. |
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ Ve erselnahü ila mieti elfin ev yezıdün |
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ Fe amenu fe metta’nahüm ila hıyn |
|
149. (Ey Peygamber!) Putperest müşriklere sor Kızlar Rabbın’ın, oğlanlar onların mı ? |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ Festeftihim e li rabbikel benatü ve lehümül benun |
150. Yoksa biz melekleri dişiler olarak yaratmışız da onlar şâhidler mi bulunuyorlarmış ? |
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ Em halaknel melaiket inasev ve hüm şahidun |
أَلَا إِنَّهُمْ مِنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ E la innehüm min ifkihim le yekulun |
|
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ Veledellahü ve innehüm le kazibun |
|
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ Astafel benati alel benın |
|
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Ma leküm keyfe tahkümun |
|
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ E fe la tezekkerun |
|
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُبِينٌ Em leküm sültanüm mübın |
|
157. Doğru kişilerden iseniz haydi kitabınızı getirin (de göreyim). |
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Fe’tu bi kitabiküm in küntüm sadikıyn |
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le muhdarun |
|
159. Allah, onların iddia ve isnad ettikleri sıfatlardan yücedir, münezzehtir. |
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhanellahi amma yesıun |
160. Ancak Allah’ın iyi niyetli, samimi, gösterişten uzak (mü’min) kulları müstesna. |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ Fe inneküm ve ma ta’büdun |
|
مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ Ma entüm aleyhi bi fatinın |
|
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ İlla men hüve salil cehıym |
|
164. (Melekler), «bizden her birimiz için belli-belirli bir makam vardır. |
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum |
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ Ve inna le nahnüs saffun |
|
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ Ve inna le nahnül müsebbihün |
|
وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ Ve in kanu le yekulun |
|
لَوْ أَنَّ عِنْدَنَا ذِكْرًا مِنَ الْأَوَّلِينَ Lev enne ındena zikram minel evvelin |
|
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ Lekünna ıbadellahil muhlesıyn |
|
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Fe keferu bih fe sevfe ya’lemun |
|
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ Ve le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel murselın |
|
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَ İnnehüm le hümül mensurun |
|
173. «Ve şüphesiz bizim ordumuz mutlaka galib geleceklerdir.» |
وَإِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Ve inne cündena lehümül ğalibun |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Fe tevelle anhüm hatta hıyn |
|
175. Onların sonunun ne olacağını gör, onlar da göreceklerdir. |
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsırhüm fe sevfe yübsırun |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ E fe biazabina yesta’cilun |
|
177. Azâb onların sahasına indiği zaman, o uyarılan (nankör inkârcı)ların sabahı ne kötü olur! |
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ Fe iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul münzerın |
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Ve tevelle anhüm hatta hıyn |
|
179. (Sonlarının ne olacağını) gör, kendileri de yakında göreceklerdir. |
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsır fe sevfe yübsırun |
180. Çok üstün, çok güçlü olan Rabbin, onların vasfedegeldiklerinden yücedir, münezzehtir. |
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yesfun |
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ Ve selamün alel murselın |
|
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Vel hamdü lillahi rabbil alemın |