Süleyman Ateş | |
---|---|
وَالصَّافَّاتِ صَفًّا Vessaffati saffa |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا Fezzacirati zecra |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا Fettaliyati zikra |
|
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ İnne ilaheküm le vahıd |
|
5. Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların Rabbi, doğuların da Rabbidir. |
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve rabbül meşarık |
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ İnna zeyyennes semaed dünya bi zınetinil kevakib |
|
7. Ve (onu) itâ’at dışına çıkan her türlü şeytândan koruduk. |
وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍ Ve hıfzam min külli şeytanim marid |
لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ La yessemmeune ilel meleil a’la ve yukzefune min külli canib |
|
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ Dühurav ve lehüm azabüv vasıb |
|
10. Yalnız (yüce topluluktan) bir söz kapan olursa, onu da delici bir şihâb (ışın) izler. |
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ İlla men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakıb |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمْ مَنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ طِينٍ لَازِبٍ Festeftihim ehüm eşddü halkan em men halakna inna halaknahüm min tıynil lazib |
|
12. Hayır sen (bu muhteşem kudrete) hayran kaldın; onlarsa (seninle) alay ediyorlar. |
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ Bel acibte ve yesharun |
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ Ve iza zükkiru la yezkürun |
|
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ Ve iza raev ayetey yesteshırun |
|
15. "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." diyorlar. |
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ Ve kalu in haza illa sıhrum mübın |
16. "Yani biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, biz mi diriltilecek mişiz?" |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun |
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ E ve abaünel evvelun |
|
قُلْ نَعَمْ وَأَنْتُمْ دَاخِرُونَ Kul neam ve entüm dahırun |
|
19. O (iş) sadece korkunç bir sesten ibârettir. Hemen onlar (diriltilmiş olarak) bakıyorlardır. |
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ Fe innema hiye zecratüv vahıdetün fe izahüm yenzurun |
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ Ve kalu ya veylena haza yevmüd dın |
|
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ Haza yevmül faslillezı küntüm bihı tükezzibun |
|
22. (Yüce Allâh meleklerine emreder) "Toplayın o zâlimleri, onların eşlerini ve taptıklarını." |
احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ Uhşürullezıne zalemu ve ezvacehüm ve ma kanu ya’büdun |
مِنْ دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ Min dunillahi fehduhüm ila sıratıl cehıym |
|
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ Ve kıfuhüm innehüm mes’ulun |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ Me leküm la tenasarun |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Bel hümül yevme müsteslimun |
|
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Ve akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
|
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ Kalu inneküm küntüm te’tunena anil yemın |
|
29. (Ötekiler de) "Hayır, dediler, zaten siz kendiniz inanan insanlar değildiniz." |
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ Kalu bel lem tekunu mü’minın |
30. "Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu. Siz kendiniz azgın bir toplum idiniz." |
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ Ve ma kane lena aleyküm min sultan bel küntüm kavmen tağıyn |
31. "Artık Rabbimizin sözü bize hak oldu. Biz (hak ettiğimiz cezâyı mutlaka) tadacağız!" |
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ Fe hakka aleyna kavlü rabbina inna le zaikun |
32. "Sizi azdırdık, çünkü biz kendimiz azmıştık (siz de bize uyunca azmış oldunuz)." |
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ Fe ağveynaküm inna künna ğavın |
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ Fe innehüm yevmeizin fil azabi müşterikun |
|
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ İnna kezalike nef’alü bil mücrimın |
|
35. Çünkü onlara "Allah’tan başka tanrı yoktur!" dendiği zaman büyüklük taslarlardı. |
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ İnnehüm kanu iza kıyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun |
36. "Cinlenmiş bir şâir için biz tanrılarımızı mı terk edeceğiz?" derlerdi. |
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍ Ve yekulune e inna letariku alihetina li şaırim mecnun |
37. "Hayır, o (ne şâirdi, ne mecnun. O) gerçeği getirmiş ve elçileri de doğrulamıştı." |
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ Bel cae bil hakkı ve saddekal murselın |
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ İnneküm lezaikul azabil elım |
|
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Ve ma tüczevne illa ma küntüm ta’melun |
|
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌ Ülaike lehüm rizkum ma’lum |
|
فَوَاكِهُ ۖ وَهُمْ مُكْرَمُونَ Fevakih ve hüm mükramun |
|
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ Fı cennatin neıym |
|
عَلَىٰ سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ Ala sürurim mütekabilın |
|
45. Önlerinde akan kaynaktan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. |
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ Yütafü alyhim bi ke’sim mim meıyn |
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ Beydae lezzetil lişşaribın |
|
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ La fıha ğavlüv ve la hüm anha yünzefun |
|
48. Yanlarında da, yalnız kendilerine göz dikmiş iri gözlü eşler vardır. |
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ Ve ındehüm kasıratüt tarfi ıyn |
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ Ke ennehünne beydum meknun |
|
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ Fe akbele ba’duhüm ala ba’dıy yetesaelun |
|
قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ Kle kailüm minhüm innı kane lı karın |
|
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ Yekulü e inneke le minel müsaddikıyn |
|
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ E iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le medınun |
|
قَالَ هَلْ أَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ Kale hel entüm müttaliun |
|
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ Fattalea fe raahü fı sevail cehıym |
|
قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدْتَ لَتُرْدِينِ Kale tellahi in kidte le türdın |
|
57. "Rabbimin ni’meti olmasaydı, şimdi ben de (oraya) getirilenlerden olurdum." |
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ Ve lev la nı’metü rabbı leküntü minel muhdarın |
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ E fe ma nahnü bi meyyitın |
|
59. "Yalnız ilk ölümümüz, başka ölüm yok ve biz azâba da uğratılmayacağız ha?!" |
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ İlla mevtetenel ula ve ma nahnü bi müazzebın |
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ İnne haza le hüvel fevzül azıym |
|
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Li misli haza felya’melil amilun |
|
62. (Nasıl) Ağırlanmak için bu mu hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? |
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ E zalike hayrun nüzülen em şeceratüzç zekkum |
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِمِينَ İnna cealnaha fitnetel liz zalimın |
|
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ İnneha şeceratün tahrucü fı aslil cehıym |
|
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ Tal’uha ke ennehu ruusüş şeyatıyn |
|
66. Onlar ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır. |
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ Fe innehüm le akilune minha fe maliune minhel butün |
67. Sonra onların, bunun üzerine kaynar su karıştırılmış bir içkileri vardır. |
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِنْ حَمِيمٍ Sümme inne lehüm aleyha le şevbem min hamum |
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ Şümme inne merciahüm le ilel cehıym |
|
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ İnnehüm elfev abaehüm dallın |
|
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ Fe hüm ala asarihim yühraun |
|
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ Ve le kad dalhle kablehüm ekserul evvelın |
|
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِمْ مُنْذِرِينَ Ve le kad erselna fıhim münzirın |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ Fenzur keyfe kane akıbetül münzerın |
|
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
75. Andolsun Nûh bize yalvarmıştı da ne güzel kabul buyurmuştuk! |
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ Ve le kad nadana nuhun fe le nı’mel müccıbun |
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahü ve ehlehu minel kerbil azıym |
|
77. Yalnız onun zürriyetini kalıcılar yaptık (onlardan başka hepsini helâk ettik). |
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ Ve cealna zürriyyetehu hümül bakıyn |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
|
79. Âlemler içinde Nûh’a selâm olsun (bütün insanlar onu esenlikle anarlar). |
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ Selamün ala nuhın fil alemın |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ Sümme ağraknel aharın |
|
وَإِنَّ مِنْ شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ Ve inne min şıatihı le ibrahım |
|
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ İz cae rabbehu bi kalbin selım |
|
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ İz kale li ebıhi ve kavmihı maza ta’büdun |
|
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ E ifken aliheten dunellahi türıdun |
|
87. Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir (ki O’na böyle ortaklar koştunuz)? |
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ Fe ma zannüküm bi rabbil alemın |
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ Fe nezara nazraten fin nücum |
|
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ Fe kale innı sekıym |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ Fe tevellev anhü müdbirın |
|
91. O da gizlice onların tanrılarına sokuldu "Yemez misiniz?" dedi. |
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ Ferağa ila alihetihim fe kale e ela te’külun |
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ Ma leküm la tentıkun |
|
93. Ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle onlara kuvvetli bir darbe indirdi. |
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ Ferağa aleyhim darbem bil yemın |
94. (Puta, tapanlar, döndüklerinde putlarını kırılmış görünce) Hemen koşarak ona gittiler. |
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ Fe akbelu ileyhi yeziffun |
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ Kale e ta’büdune ma tenhıtun |
|
96. "Oysa sizi de, yaptığınız (bu şeyler)i de Allâh yaratmıştır." |
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ Vallahü halekkkaküm ve ma ta’melun |
97. "Onun için bir bina yapın da onu (o binâda) ateşe atın" dediler. |
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ Kalübnu lehu bünyanen fe elkuhü fil cehıym |
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ Fe eradü bihı keyden fe cealnahümül esfelın |
|
99. (İbrâhim) Dedi ki "Ben Rabbime gideceğim, O, beni doğru yola iletecek." |
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ Ve kale innı zahibün ila rabbı seyehdın |
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ Rabbi heb lı mines salihıyn |
|
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ Fe beşşernahü bi ğulamin halım |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ Felemma beleğa meahüs sa’ye kale ya büneyye innı era fil menami ennı ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif’al ma tü’meru setecidünı in şaellahü mines sabirın |
|
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ Felemma eslema ve tellehu lil cebın |
|
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ Ve nadeynahü ey ya ibrahım |
|
105. "Sen rüyâyı doğruladın, işte biz, güzel davrananları böyle mükâfâtlandırırız!" |
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kad saddakter rü’ya inna kezalike neczil muhsinın |
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ İnne haza le hüvel belaül mübın |
|
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ Ve fedeynahü bi zibhın azıym |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
|
109. (İleride gelecek nesiller) "İbrâhim’e selâm olsun!" (diyeceklerdi.) |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ Selamün ala ibrahım |
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ Kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
112. Biz ona İshâk’ı, iyilerden bir peygamber olarak müjdeledik. |
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihıyn |
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهِ مُبِينٌ Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve zalimül li nefsihı mübın |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Ve le kad menenna ala musa ve haun |
|
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ Ve necceynahüma va kavmehüma minel kerbil azıym |
|
116. Onlara yardım ettik de üstün gelenler kendileri oldular. |
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ Ve nasarnahüm fe kanu hümül ğalibın |
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ Ve ateynahümel kitabel müstebın |
|
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ Ve hedeynahümes sıratal müstekıym |
|
119. Ve sonra gelenler arasında onlara (iyi bir ün) bıraktık. |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhima fil ahırın |
120. (Hep) "Mûsâ’ya ve Hârûn’a selâm olsun!" (diyeceklerdi). |
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Selamün ala musa ve harun |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalik enczil muhsinın |
|
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehüma min ıbadinel mü’minın |
|
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne ilyase le minel murselın |
|
124. Kavmine demişti ki "(Allâh’ın azâbından) Korunmaz mısınız?" |
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale li kavmihı ela tettekun |
125. "Ba’l’e yalvarıyorsunuz da, bırakıyor musunuz, yaratıcıların en güzelini?" |
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ E ted’une ba’lev ve tezerune ahsenel halikıyn |
126. "Sizin Rabbiniz ve önceki atalarınızın Rabbi olan Allâh’ı?" |
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ Allahe rabbeküm ve rabbe abaikümül evvelın |
127. Onu yalanladılar, bundan dolayı onlar (azâba) getirileceklerdir. |
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Fe kezzebuhü fe innehüm le muhdarun |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
|
129. Biz, sonra gelenler arasında ona (İlyâs’a da iyi bir ün) bıraktık |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ Ve terakna aleyhi fil ahırın |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ Selamün ala ilyasın |
|
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ İnna kezalike neczil muhsinın |
|
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ İnnehu min ıbadinel mü’minın |
|
وَإِنَّ لُوطًا لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne lutal le minel mürselın |
|
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ İz necceynahü ve ehlehu ecmeıyn |
|
135. Yalnız (azâbda) kalacaklar arasında bulunan acûze bir kadın hâriç. |
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ İlla acuzen fil ğabirın |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ Sümme demmernel aharın |
|
137. Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz; sabahleyin, |
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِحِينَ Ve inneküm le temürrune aleyhim musbihıyn |
وَبِالَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ Ve bil leyl e fe la ta’kılun |
|
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ Ve inne yunüse le minel murselın |
|
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ İz ebeka ilel fülkil meşhun |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ Fe saheme fe kane minel müdhadıyn |
|
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ Feltekamehül hutü ve hüve mülım |
|
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ Fe lev la ennehu kane minel müsebbihıyn |
|
144. (İnsanların) Yeniden diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı. |
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ Le lebise fı batnihı ila yevmi yüb’asun |
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ Fe nebeznahü bil arai ve hüve sekıym |
|
146. Ve üzerine (gölge yapması için) Bir asma kabak ağacı bitirdik. |
وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ Ve embenta aleyhi şeceratem miy yaktıyn |
147. Ve onu yüz bin insana ya da daha fazla olanlara elçi gönderdik. |
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ Ve erselnahü ila mieti elfin ev yezıdün |
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ Fe amenu fe metta’nahüm ila hıyn |
|
149. Şimdi onlara sor Rabbine kızlar, onlara da oğlanlar mı? |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ Festeftihim e li rabbikel benatü ve lehümül benun |
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ Em halaknel melaiket inasev ve hüm şahidun |
|
أَلَا إِنَّهُمْ مِنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ E la innehüm min ifkihim le yekulun |
|
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ Veledellahü ve innehüm le kazibun |
|
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ Astafel benati alel benın |
|
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Ma leküm keyfe tahkümun |
|
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ E fe la tezekkerun |
|
156. Yoksa sizin, (meleklerin, Allâh’ın kızları oldukları hakkında) açık bir deliliniz mi var? |
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُبِينٌ Em leküm sültanüm mübın |
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Fe’tu bi kitabiküm in küntüm sadikıyn |
|
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba ve le kad alimetil cinnetü innehüm le muhdarun |
|
159. Hâşâ Allâh, onların taktıkları sıfatlardan (münezzehtir), yücedir. |
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhanellahi amma yesıun |
160. Fakat Allâh’ın temiz kulları hâriç (onlar azâba sokulmayacaklardır). |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ İlla ıbadellahil muhlesıyn |
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ Fe inneküm ve ma ta’büdun |
|
مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ Ma entüm aleyhi bi fatinın |
|
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ İlla men hüve salil cehıym |
|
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum |
|
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ Ve inna le nahnüs saffun |
|
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ Ve inna le nahnül müsebbihün |
|
وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ Ve in kanu le yekulun |
|
168. "Eğer yanımızda öncekiler(e gelen Kitap’lar)dan bir uyarı olsaydı." |
لَوْ أَنَّ عِنْدَنَا ذِكْرًا مِنَ الْأَوَّلِينَ Lev enne ındena zikram minel evvelin |
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ Lekünna ıbadellahil muhlesıyn |
|
170. Ama o uyarıyı inkâr ettiler, yakında (inkâr etmelerinin sonunun nasıl olacağını) bileceklerdir. |
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Fe keferu bih fe sevfe ya’lemun |
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ Ve le kad sebekat kelimetüna li ıbadinel murselın |
|
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَ İnnehüm le hümül mensurun |
|
وَإِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Ve inne cündena lehümül ğalibun |
|
174. Bir süreye kadar onlardan dön (onların sözlerine aldırış etme). |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Fe tevelle anhüm hatta hıyn |
175. Onları gözetle. Yakında (başlarına neler geleceğini) göreceklerdir. |
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsırhüm fe sevfe yübsırun |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ E fe biazabina yesta’cilun |
|
177. Fakat o azâb yurtlarına indiği zaman uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur! |
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ Fe iza nezele bi sahatihim fe sae sabahul münzerın |
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ Ve tevelle anhüm hatta hıyn |
|
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve ebsır fe sevfe yübsırun |
|
180. Kudret ve şeref sâhibi Rabbin, onların nitelendirmelerinden yücedir. |
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yesfun |
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ Ve selamün alel murselın |
|
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Vel hamdü lillahi rabbil alemın |