Ömer Nasuhi Bilmen | |
---|---|
طسم Ta sım mım |
|
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ Tilke ayatül kitabil mübın |
|
3. Sen, (onlar) mü’min olmayacaklar diye ihtimal ki, kendi nefsini helâk edeceksin! |
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ Lealleke banıun nefseke ella yekunu mü’minın |
إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ İn neşe’ nünezzil aleyhim mines semai ayeten fe zallet a’nakuhüm leha hadııyn |
|
5. Onlara Rahmân tarafından yeni bir mev’ize gelmez ki, illâ ondan kaçınır bir halde olmuşlardır. |
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ Ve ma ye’tıhim min zikrim miner rahmani muhdesin illa kanu anhü mu’ridıyn |
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنْبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ Fe kad kezzebu fe seye’tıhim embaü ma kanu bihı yestehziun |
|
7. Yere bir bakmadılar mı ki, orada her çok menfaatli çiftten ne kadar bitirmişizdir! |
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ E ve lem yerav ilel erdı kem embetna fıha min külli zevcin kerım |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ İnne fı zalike le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
|
9. Ve muhakkak ki, Senin Rabbin elbette o, çok izzet sahibidir, çok merhametlidir. |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰ أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ Ve iz nada rabbüke musa eni’til kavmez zalimın |
|
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ Kavme fir’avn e la yettekun |
|
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يُكَذِّبُونِ Kale rabbi innı ehafü ey yükezzibun |
|
وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَارُونَ Ve yedıyku sadrı ve la yentaliku lisanı fe ersil ila harun |
|
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَأَخَافُ أَنْ يَقْتُلُونِ Ve le hüm aleyye zembün fe ehafü ey yaktülun |
|
قَالَ كَلَّا ۖ فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا ۖ إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ Kale kella fezheba bi ayatina inna meaküm müstemiun |
|
16. «Artık Fir’avun’a gidin de deyin ki, biz şüphe yok âlemlerin Rabbinin Resûlüyüz.» |
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ Fe’tiya fir’avne fe kula inna rasulü rabbil alemın |
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ En ersil meana benı israiyl |
|
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ Kale e lem nürabbike fına velıdev ve lebiste fına min umürike sinın |
|
19. «Ve o yaptığın fiilini yapıverdin. O halde sen nankörlerdensin.» |
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ Ve fealte fa’letekelletı fealte ve ente minel kafirın |
20. (Hazreti Mûsa) Dedi ki «Onu o vakit yaptım, fakat ben (o zaman) cahillerden idim.» |
قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ Kale fealtüha izev ve ene mined dallın |
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ Fe ferartü minküm lemma hıftüküm fe vehebe lı rabbı hukmev ve cealenı minel murselın |
|
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدْتَ بَنِي إِسْرَائِيلَ Ve tilke nı’metün temünnüha aleyye en abbedte benı israıl |
|
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ Kale fir’avnü ve ma rabbül alemın |
|
قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ Kale rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma inküntüm mukının |
|
25. (Fir’avun) Etrafında olanlara dedi ki «İşitiyor musunuz?» |
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ Kale li men havlehu ela testemiun |
26. (Musa aleyhisselâm da) Dedi ki «Sizin Rabbinizdir ve sizin evvelki atalarınızın Rabbidir.» |
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ Kale rabbüküm ve rabbü abaikümül evvelın |
27. (Fir’avun da) Dedi ki «Size gönderilmiş olan resûlünüz, şüphe yok ki elbette bir mecnûndur.» |
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ Kale inne rasulekümüllezı ürsile ileyküm le mecnun |
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ Kale rabbül mesrikı vel mağribi ve ma beynehüma in küntüm ta’kılun |
|
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ Kale leinittehazte ilahen ğayrı le ec’alenneke minel mescunın |
|
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُبِينٍ Kale e ve lev ci’tüke bi şey’im mübın |
|
31. Fir’avun da dedi ki «Haydi onu getir, eğer sen sâdıklardan oldun isen.» |
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ Kale fe’ti bihı in künte mines sadikıyn |
32. Bunun üzerine asasını bırakıverdi, o hemen bir apaçık ejderha kesildi. |
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ Fe elka asahü fe iza hiye sü’banüm mübın |
33. Ve elini çekip çıkardı. Hemen o, nazar edenlere karşı bembeyaz (kesilmiş) idi. |
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ Ve nezea yedehu fe iza hiye beydaü lin nazırın |
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ Kale lil melei havlehu inne haza lesahırun alım |
|
يُرِيدُ أَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ Yürıdü ey yuhriceküm min erdıküm bi sıhrihı fe maza te’mürun |
|
36. Dediler ki «Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere toplayıcılar yolla.» |
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ Kalu ercih ve ehahü veb’as fil medaini haşirın |
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ Ye’tuke bi külli sehharin alım |
|
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ Fe cümias seharatü li mıkati yevmim ma’lun |
|
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَ Ve kıyle lin nasi hel entüm müctemiun |
|
40. «Umulur ki, biz de sâhirlere tâbi oluruz. Eğer galip olanlar onların kendileri olmuş olursa.» |
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ Leallena nettebius seharate in kanuhümül ğalibın |
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ Fe lemma caes seharatü kalu li fir’avne einne lena le ecran in künna nahnül ğalibın |
|
42. (Fir’avun da) Dedi ki «Evet. Ve o vakit elbette siz, en yakın bulunmuşlardansınız.» |
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ Kale neam ve inneküm izel le minel mükarrabın |
قَالَ لَهُمْ مُوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ Kale lehüm musa elku ma entüm mülkun |
|
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ Fe elkav hıbalehüm ve ısıyyehüm ve kalu bi ızzeti fir’avne inna le nahnül ğalibun |
|
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ Fe elka musa asahü fe iza hiye telkafü ma ye’fikun |
|
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ Fe ülkıyes seharatü sacidın |
|
47. (47-48) Dediler ki «Âlemlerin Rabbine imân ettik.» «Mûsa’nın ve Harun’un Rabbine.» |
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ Kalu amenna bi rabbil alemın |
48. (47-48) Dediler ki «Âlemlerin Rabbine imân ettik.» «Mûsa’nın ve Harun’un Rabbine.» |
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَارُونَ Rabbi musa ve harun |
قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ Kale amentüm lehu kable en azene leküm innehu le kebirukümüllezı allemekümüs sıhr fe le sevfe ta’lemun le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafiv ve la üzallibenneküm ecmeıyn |
|
50. O imân edenler de dediler ki «Zararı yok, şüphesiz ki, biz Rabbimize dönücüleriz.» |
قَالُوا لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ Kalu la dayra inna ila rabbina münkalibun |
إِنَّا نَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَنْ كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ İnna natmeu ey yağfira lena rabbüna hatayana en künna evvelel mü’minın |
|
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ Ve evhayna ila musa en esri bi ıbadı inneküm müttebeun |
|
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ Fe ersele fir’avnü fil medaini haşirın |
|
54. Şöyle diyordu «Şüphe yok, onlar (israiloğulları) az kimselerden ibaret bir tâifedir.» |
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ İnne haülai le şirzimetün kalılun |
55. «Ve muhakkak ki, onlar bizi elbette çok öfkelendirmekte bulunan kimselerdir.» |
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ Ve innehüm lena le ğaizun |
56. «Ve şüphe yok ki, bizler elbette pek uyanık bir cemiyetiz.» |
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ Ve inna le cemıun hazirun |
57. Cenâb-ı Hak da buyuruyor ki «Artık biz onları bostanlardan, ırmaklardan çıkardık.» |
فَأَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ Fe ahracnahüm min cennativ ve uyun |
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ Ve künuziv ve mekamin kerım |
|
كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ Kezalik ve evrasnaha benı israıl |
|
فَأَتْبَعُوهُمْ مُشْرِقِينَ Fe etbeuhüm müşrikıyn |
|
فَلَمَّا تَرَاءَى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَىٰ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ Felemma terael cem’ani kale ashabü musa inna le müdrakun |
|
قَالَ كَلَّا ۖ إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ Kale kella inne meıye rabbı seyehdın |
|
فَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَ ۖ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ Fe evhayna ila masa enıdrib bi asakel bahr fenfeleka fe kane küllü firkın ket tavdil azıym |
|
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ Ve ezlefna semmel aharın |
|
65. Ve Mûsa’yı ve O’nunla beraber olanların cümlesini necâta erdirdik. |
وَأَنْجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَنْ مَعَهُ أَجْمَعِينَ Ve enceyna musa ve mem meahu ecmeıyn |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ Sümme ağraknel aharın |
|
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ İnne fı zalike le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
|
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
|
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ Vetlü aleyhim nebee ibrahım |
|
70. O vakit ki, babasına ve kavmine dedi ki «Neye ibadet ediyorsunuz?» |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ İz kale li ebıhi ve kavmihı ma ta’büdun |
71. Dediler ki «Putlara ibadet ediyoruz. Onlara (ibadete) devam edip duruyoruz.» |
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ Kalu na’büdü asnamen fe nezallü leha akifın |
72. Dedi ki «Onlara dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?» |
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ Kale hel yesmeuneküm iz ted’un |
73. «Yahut size bir menfaat mi veya bir zarar mı verebiliyorlar?» |
أَوْ يَنْفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ Ev yenfeuneküm ev yedurrun |
74. Dediler ki «Yok, biz babalarımızı böylece yaparlar bulduk.» |
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ Kalu bel vecedna abaena kezalike yef’alun |
75. Dedi ki «Şimdi neye ibadet eder olduğunuzu görmüş oldunuz mu?» |
قَالَ أَفَرَأَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ Kale e feraeytüm ma küntüm ta’büdun |
أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ Entüm ve abaükümül akdemun |
|
77. «İşte onlar, benim için şüphe yok bir düşmandır, alemlerin Rabbi ise müstesna». |
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ Fe innehüm adüvvül lı illa rabbel alemın |
78. «O (Rabbülâlemin) ki, beni yarattı, elbette beni hidâyete iletecek olan O’dur.» |
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ Ellezı halekanı fe hüve yehdın |
79. «Ve O’dur ki, bana o taam ihsan eder ve beni suya nâil buyurur.» |
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ Vellezı hüve yut’ımünı ve yeskıyn |
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ Ve iza merıdtü fe hüve yeşfın |
|
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ Vellezı yümıtünı sümme yuhyın |
|
82. «Ve O’dur ki, cem gününde benim için kusurumu af ve setretmesini umarım (niyaz ederim.)» |
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ Vellezı at’meu ey yağfira lı hatıy’etı yevmeddın |
83. «Yarabbi! Bana bir hikmet bahşet ve beni sâlihlere ilhak buyur.» |
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ Rabbi heb lı hukmev ve elhıknı bis salihıyn |
84. «Ve sonrakiler arasında benim için bir yâd-ı cemil nâsip kıl!» |
وَاجْعَلْ لِي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ Vec’al lı lisane sıdkın fil ahırın |
وَاجْعَلْنِي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ Vec’alnı miv veraseti cennetin neıym |
|
86. «Ve babam için mağfiret buyur. Şüphe yok, o sapıklardan oldu.» |
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ Vağfir li ebı innehu kane mined dallın |
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ Ve la tuhzinı yevme yüb’asun |
|
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ Yevme la yenfeu malüv ve la benun |
|
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ İlla men etellahe bi kalbin selim |
|
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ Ve üzlifetil cennetü lil müttekıyn |
|
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ Ve bürrizetil cehıymü li ğavın |
|
92. Ve onlara denildi «İbadet eder olduğunuz şeyler nerede?» |
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ Ve kıyle lehüm eyne ma küntüm ta’büdun |
93. «Allah’tan gayrı, (onlar) size yardım ediyorlar mı? Veya kendilerine mi yardıma çalışıyorlar.» |
مِنْ دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ أَوْ يَنْتَصِرُونَ Min dunillah hel yensuruneküm ev yentesırun |
فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ Fe kübkibu fıhahüm vel ğavun |
|
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ Ve cünudü iblıse ecmeun |
|
قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ Kalu ve hüm fıha yahtesımun |
|
تَاللَّهِ إِنْ كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ Tellahi in künna le fı dalalim mübın |
|
98. «Çünkü biz sizi (ey putlar) Âlemlerin Rabbine müsavî tutuyorduk.» |
إِذْ نُسَوِّيكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ İz nüsevvıküm bi rabbil alemın |
وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ Ve ma edalleha illel mücrimun |
|
100. (100-101) «Artık bize ne şefaat edicilerden var. Ne de yakın bir dost var.» |
فَمَا لَنَا مِنْ شَافِعِينَ Fe ma lena min şafiıyn |
101. (100-101) «Artık bize ne şefaat edicilerden var. Ne de yakın bir dost var.» |
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ Ve la sadıkın hamım |
102. «İmdi bizim için bir kere (geriye) dönüş olsa idi de artık mü’minlerden olsa idik.» |
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ Fe lev enne lena kerraten fe nekune minel mü’minın |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ İnne fı zalike le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
|
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
|
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ Kezzebet kavmü nuhınil murselın |
|
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale lehüm ehuhüm nuhun ela tettekun |
|
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ İnni leküm rasulün emın |
|
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
|
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ Ve ma es’elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemın |
|
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
|
111. Dediler «Sana imân eder miyiz? Halbuki, sana en bayağı kimseler tebaiyyet edivermişlerdir.» |
قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ Kalu enü’minü leke vettebeakel erzelun |
112. Dedi ki «Onların ne yapar olduklarına benim ne bilgim olabilir?» |
قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ Kale vema ılmı bima kanu ya’melun |
113. «Onların hesabı ancak Rabbime aittir, eğer anlayabilirseniz!» |
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّي ۖ لَوْ تَشْعُرُونَ İn hısabühüm illa ala rabbı lev teş’urun |
وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ Ve ma ene bi taridil mü’minın |
|
إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ İn ene illa nezırum mübın |
|
116. Dediler ki «Ey Nûh! Eğer vazgeçmez isen elbette taşlanılmışlardan olursun.» |
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ Kalu le il lem tentehi ya nuhu le tekunenne minel mercumın |
117. (Nûh aleyhisselâm) Dedi ki «Ya Rabbi! Şüphe yok ki, kavmim beni tekzîp ettiler.» |
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ Kale rabbi inne kavmı kezzebun |
فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ Fettah beynı ve beynehüm fethav ve neccinı ve mem meıye minel mü’minın |
|
119. Binaenaleyh O’nu ve O’nunla beraber dolmuş gemide bulunanları necâta erdirdik. |
فَأَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ Fe enceynahü ve mem meahu fil fülkil meşhun |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ Sümme ağrakna ba’dül bakıyn |
|
121. Şüphe yok ki, bunda elbette bir ibret vardır. Halbuki, onların ekserîsi imân etmiş olmadılar. |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ İnne fı zalik le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
|
كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ Kezzebet adünil murselın |
|
124. O vakit ki, onlara kardeşleri Hûd dedi ki «Korkmaz mısınız?» |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale lehüm ehuhüm hudün ela tettekun |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ İnnı leküm rasulün emın |
|
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
|
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ Ve ma es’elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemın |
|
128. «Siz her yüksek tepede bir alâmet bina edip eğlenir misiniz?» |
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ E tebnune bi külli riy’ın ayeten ta’besun |
129. «Ve birtakım sağlam köşkler de ediniyorsunuz. Sankı daimî kalacaksınız?» |
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ Ve tettehızune mesanıa lealleküm tahlüdun |
وَإِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ Ve iza betaştüm betaştüm cebbarın |
|
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
|
132. «Ve o Zât’tan korkunuz ki, bildiğiniz şeylerle size imdat etti.» |
وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَ Vettekullezı emeddeküm bima ta’lemun |
أَمَدَّكُمْ بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ Emeddeküm bi en’amiv ve benın |
|
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ Ve cennativ ve uyun |
|
135. «Şüphe yok ki, ben sizin üzerinize pek büyük bir günün azabından korkarım.» |
إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ İnnı ehafü aleyküm azabe yevmin azıym |
136. Dediler ki «Öğüt versen de veya öğüt verenlerden olmasan da bize karşı müsavîdir.» |
قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظِينَ Kalu sevaün aleyna e veazte em lem teküm minel vaızıyn |
إِنْ هَٰذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ İn haza illa hulükul evvelın |
|
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ Ve ma nahnü bi müazzebın |
|
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ Fe kezzebuhü fe ehleknahüm inne fı zalike le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
|
140. Ve muhakkak, senin Rabbin elbette O, azîzdir, rahimdir. |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ Kezzebet semudül murselın |
|
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale lehüm ehuhüm salihun ela tettekun |
|
143. (143-144) «Şüphe yok, ben size bir emîn resûlüm. Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.» |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ İnnı leküm rasulün emın |
144. (143-144) «Şüphe yok, ben size bir emîn resûlüm. Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.» |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ Ve ma es’elüküm aleyhi men ecr in ecriye illa ala rabbil alemın |
|
أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ E tütrakune fı ma hahüna aminın |
|
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ Fı cennativ ve uyun |
|
148. «Ve ekinlerin ve tomurcukları latif hurma ağaçlarının içinde?» |
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ Ve züruıv ve nahlin tal’uha hedıym |
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ Ve tenhıtune minel cibali büyuten farihın |
|
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
|
وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ Ve la tütıy’u emral müsrifın |
|
الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ Ellezıne yüfsidune fil erdı ve la yuslihun |
|
قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ Kalu innema ente minel müsahharın |
|
154. «Sen başka değil, bizim gibi bir insansın. Eğer sâdıklardan isen haydi bir alâmet getiriver.» |
مَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ Ma ente illa beşerum mislüna fe’ti bi ayetin in künte mines sadikıyn |
قَالَ هَٰذِهِ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍ Kale hazihı nakatül leha şirbüv ve leküm şirbü yevmim ma’lum |
|
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ Ve la temessuha bi suin fe ye’huzeküm azabü yevmin azıym |
|
157. Derken onu boğazladılar, sonra pişman olarak sabahladılar. |
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ Fe akaruha fe asbehu nadimın |
فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ Fe ehazehümül azab inne fı zalike le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
|
159. Ve muhakkak, senin Rabbin elbette O, pek galipdir, pek esirgeyicidir. |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ Kezzebet kavmü lutınil murselun |
|
161. O vakit ki, onlara kardeşleri Lût dedi ki «Korkmaz mısınız?» |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale lehüm ehuhüm lutun ela tettekun |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ İnnı leküm rasulün emın |
|
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
|
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ Ve es’elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemın |
|
أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ E te’tunez zükrane minel alemın |
|
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ ۚ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ Ve tezerune ma haleka leküm rabbüküm min ezvaciküm bel entüm kavmün adun |
|
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ Kalu leil lem tentehi ya lutu le tekunenne minel muhracın |
|
168. Dedi ki «Şüphe yok, ben sizin işlediğiniz şey için buğz edenlerdenim.» |
قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَالِينَ Kale innı li ameliküm minel kalın |
169. «Ya Rabbi! Beni ve ehlimi onların yapar oldukları şeylerden necâta erdir.» |
رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ Rabbi neccinı ve ehlı mimma ya’melun |
فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ Fe necceynahü ve ehlehu ecmeıyn |
|
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ İlla acuzen fil ğabirın |
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ Sümme demmernel aharın |
|
173. Ve onların üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Artık ne fena oldu o korkutulmuşların yağmuru! |
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا ۖ فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنْذَرِينَ Ve emtarna aleyhim metara fe sae metarul münzerın |
174. Şüphe yok ki, bunda elbette bir ibret vardır. Halbuki, onların çokları mü’minler olmadı. |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ İnne fı zalike le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
175. Ve muhakkak ki, senin Rabbin elbette O azîzdir, rahîmdir. |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ Kezzebe ashabül eyketil murselın |
|
177. O vakit ki, onlara Şuayb dedi ki «İttikada bulunmaz mısınız?» |
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ İz kale lehüm şüaybün ela tettekun |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ İnnı leküm rasulün emın |
|
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ Fettekullahe ve etıy’un |
|
180. «Ve onun üzerine sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim, ancak alemlerin Rabbine aittir.» |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ Ve ma es’elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemın |
أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ Evfül keyle ve la tekunu minel muhsirın |
|
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ Vezinu bil kıstasil müstekıym |
|
183. «Ve nâsa eşyalarını noksan yapmayın ve yerde müfsitler olarak fesat çıkarmayın.» |
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ Ve la tebhasün nase eşyaehüm ve la ta’sev fil erdı müsidın |
184. «Ve sizi ve sizden evvelki ümmetleri yaratandan korkun.» |
وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ Vettekullezı halekaküm vel cibilletel evvelın |
185. Dediler ki «Şüphe yok, sen (iyice) büyülenmişlerdensin.» |
قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ Kalu innema ente minel müsahharın |
186. «Ve sen bizim gibi bir insandan başka değilsin. Ve seni muhakkak yalancılardan zannediyoruz.» |
وَمَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَإِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ Ve ma ente illa beşerum mislüna ve in nezunnüke le minel kazibın |
187. «Artık sen eğer sâdıklardan isen üzerimize gökten bir parça düşürüver.» |
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَاءِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ Fe eskıt aleyna kisefem mines semai in künte mines sadikıyn |
قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ Kale rabbı a’lemü bi ma ta’melun |
|
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ Fe kezzebuhü fe ehazehüm azabü yevmiz zulleh innehu kane azabe yevmin azıym |
|
190. Muhakkak ki, bunda elbette bir ibret vardır. Halbuki, onların ekserisi mü’min kimseler olmadı. |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ İnne fı zalike le ayeh ve ma kane ekseruhüm mü’minın |
191. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin elbette o, azîzdir, rahîmdir. |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ Ve inne rabbeke le hüvel azızür rahıym |
192. Ve şüphe yok ki, o (Kur’an) âlemlerin Rabbinin indirmiş olduğudur. |
وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ Ve innehu le tenzılü rabbil alemın |
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ Nezele bihir ruhul emın |
|
194. Senin kalbin üzerine, tâ ki, sen korkutuculardan olasın. |
عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرِينَ Ala kalbike li tekune minel münzirın |
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ Bi lisanin arabiyyim mübın |
|
وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ Ve innehu lefı zübüril evvelın |
|
197. Onlar için bir delil olmuş değil midir, onu Benî İsrail âlimlerinin bilir olmaları. |
أَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ آيَةً أَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ E ve lem yekül lehüm ayeten ey ya’lemehu ulemaü benı israıl |
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَىٰ بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ Ve lev nezzelnahü ala ba’dıl a’cemın |
|
فَقَرَأَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ Fe karaehu aleyhim ma kanu bihı mü’minın |
|
200. İşte öylece onu (küfrü) günahkârların kalplerine sokmuşuzdur. |
كَذَٰلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ Kezalike seleknahü fı kulubil mücrimın |
201. O pek acılı azabı görünceye değin ona (Kur’an’a) imân etmezler. |
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّىٰ يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ La yü’minune bihı hatta yeravül azabel elım |
202. Artık (o azap) onlara hiç farkedemez bir haldeler iken ansızın geliverir. |
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ Fe ye’tiyehüm bağtetev ve hüm la yeş’urun |
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ Fe yekul hel nahnü münzarun |
|
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ E fe bi azabina yesta’cilun |
|
أَفَرَأَيْتَ إِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ E feraeyte im metta’nahüm sinın |
|
206. Sonra onlara tehdit edilmiş oldukları şey gelecek olsa. |
ثُمَّ جَاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَ Sümme caehüm ma kun yuadun |
207. O faidelenmiş oldukları şey, onları neden kurtarabilir? |
مَا أَغْنَىٰ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَ Ma ağna anhüm ma kanu yümetteun |
208. Biz hiçbir beldeyi helâk etmedik, illâ onun için inzar edenler bulunmuştur. |
وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَ Ve ma ehlekna min karyetin illa leha münzirun |
209. Azîm bir tenbih yapılmıştır ve Biz zulmedenler olmadık. |
ذِكْرَىٰ وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ Zikra ve ma künna zalimın |
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ Ve ma tenezzelet bihiş şeyatıyn |
|
وَمَا يَنْبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ Ve ma yembeğıy lehüm ve ma yestetıy’un |
|
212. Şüphe yok ki, onlar işitmekten elbette azledilmişlerdir. |
إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ İnnehüm anis sem’ı le ma’zulun |
213. Sakın Allah ile beraber başka bir ilâha da dua etme. Sonra muazzep olanlardan olursun. |
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ Fe la ted’u meallahi ilahen ahara fe tekune minel müazzebın |
وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ Ve enzir aşiratekel akrabın |
|
215. Ve mü’minlerden sana tabaiyyette bulunanlara kanadını indir. |
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ Vahfıd cenahake li menit tebeake minel mü’minın |
216. Sonra sana isyan ederlerse hemen de ki «Şüphe yok ben sizin yapar olduğunuz şeyden berîyim.» |
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ Fe in asavke fe kul innı berıüm mimma ta’melun |
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ Ve tevekkel alel azızir rahıym |
|
الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ Ellezı yerake hıyne tekum |
|
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ Ve tekallübeke fis sacidın |
|
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ İnnehu hüves semıul alım |
|
221. Size haber vereyim mi kimlerin üzerine şeytanların iniverdiğini? |
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَىٰ مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ Hel ünebbiüküm ala men tenezzelüş şeyatıyn |
تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ Tenezzelü ala külli effakin esım |
|
223. Onlar (şeytanın sözlerine) kulak verirler ve onların ekserisi yalancı kimselerdir. |
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ Yülkunes sem’a ve ekseruhüm kazibun |
وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ Veş şüaraü yettebiuhümül ğavun |
|
225. Görmez misin ki, onlar her vadide şaşkıncasına yürür dururlar. |
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ E lem tera ennehüm fı külli vadiy yehımun |
226. Ve şüphe yok ki, onlar yapmayacak oldukları şeyleri söylerler. |
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ Ve ennehüm yekulune ma la yef’alun |
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا ۗ وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ İllellezıne amenu ve amilus salihati ve zekerullahe kesırav ventesaru mim ba’di ma zulimu ve seya’lemüllezıne zalemu eyye münkalebiy yenkalibun |